|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bugünlerde bir köşe yazarı olarak, muhtemel Irak saldırısı ve bunun doğuracağı sonuçlar üzerine odaklanmak için ne dış politika yazarı olmanız gerekir ne de uluslararası ilişkiler uzmanı. Adım adım yaklaşan savaş, her şeyden önce uzmanlık sorununa mahkûm edilemeyecek kadar derin bir insanlık sorunu olarak bizi tavır almaya zorlamaktadır. Bu ülkede yaşayan, bu ülkenin geleceği için kaygı duyan herkes için vicdanın sesini dinlemesi, aklını kullanması gereken tarihi bir yol kavşağındayız. Bu bölgede yaşayan, tarihine karşı sorumluluk duyan ortak bir 'ben idraki'ne sahip, ortak kültürün ve ortak kaderin yoğurduğu bölge insanı olarak yaklaşmakta olan savaş; üstünde pazarlık yapılmayacak değerler adına hepimizi ilgilendiriyor. Hatta, bir ulusun, bölgenin çıkar pazarlıklarına indirgenemeyecek derinlikte ortak varlık alanlarımıza yönelik tehditler içeriyor. Ahlaki ve siyasi öncelikler Siyaset yapma sanatı zaten toplumu var kılan, paylaşılan 'değerler'in karşılanabilir/uygulanabilir hale getirilmesi değil midir? Toplumsal taleplerin karşılanması anlamında siyasetle, toplumsal talepleri belirleyen değerleri uygulama anlamında siyaset etme biçimi burada kesişiyor. 'Ahlaki öncelikler'le 'siyasi öncelikler'in ayrışmadığı bilakis birebir örtüştüğü bir karar anında Türkiye. Ahlaki olanının siyasi olandan ayrıştığı Makyavelist tutum olsa olsa geçmiş yüzyılda tüm dünyayı ezip geçen sömürgeciliğin meşruiyet kaynağı olabilir. Her şeyden önce varoluşunu ahlak ilkeleri üzerine kuran bir toplumda siyaset yapmaya soyunanlar ahlaki önceliklerle siyasi öncelikleri örtüştürmek zorundalar. Türkiye'de yaşayan insanların geleceği "güçlüden yana" politikalarına emanet edilemeyecek kadar yatay ve dikey, kültürel ve tarihi, stratejik ve siyasi ilişkilerin kesiştiği faktörlere bağlı. Şu an fark edilmese de böylesi ilişkilerin kesiştiği bir zaman diliminde duruyoruz. Amerika'nın Türkiye'yi içine sürüklemek istediği savaşın bizim için anlamı, savaş sonrası masada pay kapma pragmatizminden öte bir anlam taşıyor… Bu savaş, ne dış politikayı belirleyen geleneksel seçkinci anlayışlara ne de dar hükümet kadrolarına bırakılmayacak kadar ciddiyet arzediyor. Sonuçları açısından, bu savaşın bizzat müsebbibi ve hedefi olan Saddam'ın devrilmesiyle meşruiyet kazandırılamayacak kadar da geleceğe yönelik planlar içeriyor. Bir bakıma tarihi kırılma anlamında tarih yeniden kurgulanmak isteniyor. Öyle olmasaydı, Amerikalılar'ın yıllardır Saddam'ı destekleyerek, Birinci Körfez Savaşı'ndan beri de iktidarda tutarak sergiledikleri ikiyüzlülükleri -belki- görmez gelir, hiç olmazsa bir diktatörün ortadan kaldırılması adına sindirmeye çalışırdık. Savaşın hedefleri ile görünür nedenleri arasındaki çelişki, Saddam gibi Stalinist yöntemlerle halkını ezen, küresel efendilerin icazetiyle başlattığı savaşlarda yüz binlerin kanını akıtan, İslam dünyasının gördüğü en zorba diktatörlerden birinin ortadan kaldırılmasıyla bile meşrulaştırılamayacak derecede büyük. Busharonizm'in itirazı Savaşa gerekçe oluşturan zalim yönetimin yıllardır mağduru olanlar yine doğrudan bu savaşın kurbanları olacaktır. Bölgedeki fiziksel insan potansiyelinin katlettikleri gibi entelektüel kapasitesini hadım eden, tarihini, kültürünü aşağılayarak ilkel bir modern-ulus devlet inşa eden rejimlerin kimse yanında olamaz. Bu 'olamaz' itirazının başka oluşumlara kapı aralaması kaçınılmazdı. 'Olamaz itirazı'nın kaçınılmaz sonucu toplumsal ve zihinsel bilinç patlamasının şekillendireceği yeni toplumsal-zihnin/aklın çizeceği Ortadoğu haritasına Busharonizmin koyduğu 'olmamalı itirazı'nın adıdır bu savaş. Savaşın stratejik, ekonomik boyutları, gerekçeleri, bu anlamda neyin hedeflendiği yazılıp çizilmekte; uzman konuklar tarafında analiz edilmekte. Oysa, Afganistan savaşıyla başlayan ve Irak'a yapılacak saldırıyla yeni bir aşamaya girecek küresel plan bölgeye yönelik varoluşsal bir saldırıyı içermektedir. Bizim olduğu kadar bölge halklarının varoluş bilinçlerini ve varolma gerekçelerini tümüyle iptal etmeyi içeren, kendi oluş imkanlarının provoke edilmesiyle karşı karşıyayız. Bölgenin tarihsel hafızasını, bu coğrafyada varolmasını meşru kılacak kültürel dokusunu tahrip edecek bir süreci başlatacak savaşa evet diyeceklerle tarih hesaplaşacaktır.. Bağdat bombalanırken tahrip ettiği sadece bir şehir olmayacak, düşen bombalarla bölgenin zaten zayıflamış 'ben idraki' tahrip edilecek; bölgede oluşmakta olan kendi olma, var olma şartlarının altyapısı çökertilecek. Durum bu kadar açık ve görülmesi gereken de budur. Şimdi savaş kararı Meclis'in önüne geliyor. Savaşa 'evet' demek, istenmeyerek de olsa her hangi bir operasyona evet demekle eşdeğer değil. Hiçbir gerekçe bu savaşa evet oyu kullanmayı meşrulaştıramaz. Hele iktidar partisinin milletvekillerinin, kendilerine oy verenlerin beklentileri ve kendilerine yüklediği misyon açısından izah edebilecekleri hiçbir gerekçeleri olamaz. Öne sürülecek her gerekçe karşısında, birkaç ay önce seçim meydanlarda neleri söyleyerek oy aldıkları sorulur. Türkiye'yi yöneteceklerin böyle bir tercihle karşılaşacağını bilmeden mi oy istedikleri sorulur. Tarih, sizi hangi elinizi kaldırdığınızla hatırlayacak.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |