|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
farklı yaklaşım Cumhuriyet ve Yeni Şafak, dünyaya ve Türkiye'ye bakışları biribirine benzemeyen iki gazete; bunu biliyoruz. Siz bu nedenle, başlığımızın, bunu gösteren yeni bir örnekle ilgili olduğunu düşündünüz, fakat değil. Başlığımız, iki gazetenin, AK Parti Genel Başkanı Tayyip Erdoğan'ın "savaşçı" yaklaşımını eleştirel başlıklarla duyurarak öbür bütün gazetelerden ayrıldığını anlatmaya çalışıyor...
Gazeteler, Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) Genel Başkanı Tayyip Erdoğan'ın, partisinin grup toplantısında yaptığı kritik konuşmayı ("Vahim gelişme yaklaştı. Türkiye mutlaka bu sürecin karar mekanizması içinde yer almalı. Harekâtın başında denklem dışında kalamayız. Çetin gerçeklerle yüz yüze geldik") nasıl yansıttı? Erdoğan'ın, öncekilerden epeyce farklı bu yeni ve "realist" tavrını, hemen söyleyelim, alkışlarla karşılayan bir başlığa rastlamadık. Bunu yapan başyazarlar ve genel yayın yönetmenleri var, bu yazının sonunda onların görüşlerini de kısaca aktaracağız, ama başlık için genellikle "nötr" içerikli kelimeler tercih edilmişti. Mesela: Sabah: "ARTIK MECBURUZ... AKP lideri Erdoğan, parti grubundaki en zor konuşmalarından birini yaparak 'savaşa evet' oyu istedi: Denklemde yer almalıyız..."
Dünden Bugüne Tercüman: "BARIŞ İÇİN SAVAŞ... Tayyip Erdoğan, Meclis'in tarihi kararı öncesinde AK Partili milletvekillerini 'Harekâtın başında denklem dışı kalırsak, harekât sonunda masada yerimiz olmaz. Mutlaka masada yerimizi almalıyız' diye uyardı..."
Radikal: "ERDOĞAN: BAŞTAN GİRMELİYİZ... Gül ve Erdoğan'ın çabaları üzerine savaş karşıtı AKP'liler görüş değiştirdi: Mecburuz..." Vatan: "VE ERDOĞAN DA 'SAVAŞ' DEDİ... Bu işin dışında kalırsak, savaş sonrası gelişmeleri yönlendiremeyiz. Güvenliğimiz tehlikeye girebilir..."
Hürriyet: "DENKLEMİN İÇİNDE OLMALIYIZ..."
Bu kadar yeter; dediğimiz gibi, ikisi hariç, gazetelerin tümü işte böyle "tarafsız" bir pozisyondan aktarıyor Türkiye'nin savaş yönünde attığı en önemli adımı... "Yaklaşımları biribirine en aykırı iki Türk gazetesinin adını söyleyiniz" biçimindeki muhayyel bir anket sorusunun cevabında buluşacak iki gazete, Cumhuriyet ve Yeni Şafak ise öbür bütün gazetelerden ayrılarak, yorumlu-eleştirel başlıklarla duyurdular haberi... Cumhuriyet: "SAVAŞ ÇIĞIRTKANI... Erdoğan, AKP grubunu iknaya çalıştı: Harekâtın dışında kalamayız..." Yeni Şafak: "SAVAŞ ÇILGINLIĞI... Kararı veren akıbetten sorumludur... Savaş ateşi, Ankara'yı ısıtmaya başladı. İktidar ve muhalefet, Türkiye ve bölge için yıkım anlamına gelecek olan Irak harekâtının çekim alanında..."
BAŞYAZARLAR, YÖNETMENLER..
Savaşa karşı iki "negatif" ve çok sayıda "nötr" başlık... "pozitif" yaklaşımları da, bir başyazar ve bir genel yayın yönetmeni savundu. Onlara da kısaca bir bakalım... Hürriyet gazetesi genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök, "İlle de güvercin mi?" başlıklı yazısında, ABD askerlerinin Türkiye'de konuşlanmasına karşı çıkan Baykal'ı eleştiriyor, "Tony Blair farklı bir politika oluşturabiliyor da, Türk sosyal demokratları neden bu meseleye daha geniş bir perspektiften bakamıyor" diye yakınıyor. Özkök, kendi "şahinliği" ile ilgili olarak da ilginç şeyler söylüyor: "Gelelim kendime... Böyle düşündüğüme göre ben bir 'şahin miyim?' Kendimi, hayatın hiçbir alanında şahin olarak görmedim. Barışçı bir insan olduğumu söyleyebilirim. Ama şahinlerin cirit attığı semalarda kim tek başına güvercin olarak hayatını idame ettirebilir ki?" "Vatan diyor ki"de Güngör Mengi daha açık konuşuyor. Mengi'nin "Doğru karar" başlıklı yazısının ilk iki cümlesi şöyle: "Türkiye zor kararı biraz gecikerek de olsa verdi. Irak savaşında Amerika'nın yanında olacağız..." (A.G.)
'Sabranın eli' ve kimyasal silahlar
Irak'a yönelek askeri müdahalede taraflar hangi silahları kullanacaklar? ABD ve İngiltere gerekirse nükleer silah kullanacaklarını büyük bir "soğukkanlılık"la ilan ettiler bile... Peki ya Saddam'ın elinde hangi silahlar var? ABD ve İngiltere, silah denetçilerinin itirazlarına rağmen Saddam'ın elinde kimyasal ve biyolojik silahlar bulunduğunu ısrarla belirtiyor. Peki diyelim ki ABD ve İngiltere haklı çıktı ve Saddam bu silahları kullanmayı denedi. Bu durumda Türkiye'nin özellikle Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde yaşayan insanlar ne yapacak? Fazla düşünmeye gerek yok; tabii ki hiçbir şey yapamayacaklar, çünkü sivil halkın cebinde tek bir "atropin enjektörü" yok. Gazetelerde yer alan bilgilere göre, Türk Ordusu'nun "atropin" ihtiyacı giderilmiş durumda. "Ancak" diyor önümüzdeki haber, "sivil halka dönük olarak tek bir enjektör alımı yapılmadığı bildirildi." İyi bari, hiç değilse "bildirilmiş"; sivil halka dönük tek bir enjektör alımının yapılmadığını bilmek de değerli bir bilgi... Milliyet'ten (5 Şubat) Güneri Cıvaoğlu, "Önce İnsan" başlıklı yazısında bu konuyu gözden geçirirken Körfez Savaşı'nda İsrail'de (Hilton'da) yaşadığı bir olayı anlatıyor. Otele iner inmez, bir görevlinin kendisini karşılayarak muhtemel bir kimyasal silah saldırısı karşısında hangi önlemlerin alınması gerektiğini açıkladığını anlatıyor. Görevlinin açıkladığı önlemler arasında tabii ki "atropin enjektörü"nün nasıl kullanılacağının öğretilmesi de var. Cıvaoğlu, başından geçen bu olayı tam gününde aktarmış. İsrail örneğinden hareketle, bu tür savaşların nasıl "pis savaş" olduğunu açıklıyor. Buraya kadar iyi; ancak Cıvaoğlu'nun gerçekten yararlı bilgiler verdiği bu yazısında bazı satırlar özellikle dikkatimizi çekti. "Bu satırların bu ciddi yazıda ne işleri var?" diye ciddi ciddi düşündük. Şimdi de işte o satırlar: Cıvaoğlu, otele (Hilton) iner inmez bir "sabra" tarafından karşılandığını söylüyor. "Sabra", "kaktüs çiçeği" anlamına geliyormuş ve İsrail'de doğanlar için kullanılan bir terimmiş. Cıvaoğlu'nun "sabra"ya ilişkin ilk izlenimleri şöyle: "Kumral afro saçları, güneş yanığı teni, iri ela gözleri, dolgun hatları çekici bir genç kızdı." Güzel, olabilir. (Ama unutmayın; konumuz "kimyasal silahlar"a karşı alınacak önlemler!) "Sabra", Cıvaoğlu'nu alarak otelin (Hilton) bodrum katında bir yere götürmüş. Cıvaoğlu "baş başaydık" diyor. "Sabra", görevi icabı çantasından çıkardığı gaz maskesi ve bir "iğne"nin saldırı anında nasıl kullanılacağını açıklamaya başlamış: "Eğer füze patladıktan sonra, kimyasal gaz anonsu yapılırsa sağlık çantasındaki iğneyi çıkarıp baldırımıza saplayacaktık. İğnenin içindeki sıvıyı bacağa boşaltacaktık." Güzel; bu da iyi... "Sabra" tabii ki, görevi icabı bu işlemin (yani "iğne"nin bacağa nasıl saplanacağını) uygulamalı olarak da göstermiş. İsterseniz, hikayenin bundan sonrasını Cıvaoğlu'nun kaleminden okuyalım: "Ancak, doğrusu, işin ciddiyetinin pek farkında değildim. Gözlerim ve aklım sabranın, iğnenin nasıl saplanacağını gösterirken baldırımda dolaşan elindeydi."(!) Büyük Türk gazetecileri gerçekten bir tuhaflar... Tuhaflar, çünkü hayatta hiçbir şeyi ciddiye almıyorlar... Çok tuhaf bir dünyaları var.... Kimi kendine ve okurlara "Ben bir şahin miyim?" gibi tuhaf sorular soruyor, kimi kimyasal silah tehditini filan çoktan unutmuş olarak bütün dikkatini "sabranın baldırında dolaşan eli"ne veriyor.... Söyler misiniz; hayatta her şeyi "hafifletmek"ten başka bir düşünceleri olmayan bu büyük Türk gazetecileriyle biz nasıl yapacağız?! (K.B.)
İşte size 'naif' bir karikatür...
Gülay Göktürk (Dünden Bugüne Tercüman, 4 Şubat), "Naiflik" başlıklı yazısında, Irak konusundaki yaklaşımlarını "naif" bulanları eleştiriyor: "Buradan anlıyoruz ki, bir ülke bir başka ülkenin tepesine durduk yerde (evet, durduk yerde) bomba yağdırmaya kalktığında, 'Dur, bunu yapmaya hakkın yok' diye bağırmak ve bütün ülkelere dönüp 'haksızın yanında yer almayın' diye seslenmek kimilerince fazla basit, fazla çocuksu, fazla naif bulunuyor..." Göktürk, yazısında, savaş yanlılarının bugüne kadar cevabını vermede zorlandıkları gerçekten de basit bazı sorular soruyor ve "naifliğin gücü"ne olan inancını şu cümlelerle ortaya koyuyor: "Bence böyle kader anlarında dünyanın sıradan insanlarının naifliğine her zamankinden daha büyük bir ihtiyaç doğar. Çünkü onların ne el koymayı düşündüğü petrol kuyuları, ne de denemeye can attığı yeni silahları vardır... Ne 'iç politika mülahazaları' takarlar, ne de diplomasi manevraları... Bu yüzden de sade ama doğru düşünürler. O basit soruları en sade biçimde ortaya koyabilirler. Ve ancak yüz milyonların basit sorulara dayanan saf ve basit isyanı o devasa savaş makinesini durdurabilir... O savaş makinesine hükmedenleri çaresiz bırakabilir..." Göktürk'ün yazısının son bölümü de şöyle: "(...) Geriye basit mi basit, çocuksu mu çocuksu tek bir 'realite' kalacak: Bu savaşın meşru hiçbir gerekçesi olmadığı realitesi... Tarih kitaplarına geçen tek realite de bu olacak." Cumhuriyet'ten Behiç Ak'ın 5 Şubat'ta yayımlanan, sayfamıza aldığımız karikatürünü görünce, Göktürk'ün yazısı geldi aklımıza... Birleştirdik, takdim ediyoruz. (A.G.)
Okurlar dertlerini daha nasıl anlatsınlar?
Yine okur mektupları, yeni Hürriyet Okur Temsilcisi Doğan Satmış! Bir Hürriyet okuru (kadın) Satmış'a şöyle yazıyor: "26 Ocak tarihli gazetenizin Pazar ekinde yayımlanan 'Kırmızı noktalı Traş' başlıklı haberdeki fotoğraf kadınları aşağılıyordu. Bu fotoğrafa yer verdiğiniz için sizi kınıyorum. Kadınları bir meta ve seks objesi olarak gören anlayışa da destek çıktınız. Ayrıca bu vesileyle de o şirketin reklamını bedava yapmış oldunuz." Görüyorsunuz, derdini çok iyi ifade etmiş bir okur mektubu.... Şimdi de Doğan Satmış'ın cevabı: "Fotoğraf, Avrupa kadın dergilerinden alınmıştı...." Doğan'ın cevabının geri kalan bölümünü aktarmıyoruz, çünkü bu kadarı yeterli herhalde. Okur temsilcisi, okur mektubunda pek güzel anlatılmasına rağmen bir türlü anlamak istemiyor ki, burada problem söz konusu fotoğrafın bir "gazete"de yayımlanmasından ibaret! Avrupa'daki "kadın dergileri" ya da "erkek dergileri"nde fotoğraf çok ve bunlara kimsenin bir şey dediği yok... Mesele bu dergilerden makaslanan fotoğrafların bir siyasi "gazete"de yayımlanıp yayımlanmamasında... (K.B.)
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |