T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Eğitim felaketine dikkat!

Ülkemizdeki eğitim felaketinin varmış olduğu boyutları bilmeyenimiz yoktur. Her ne kadar eğitime ilişkin sorunlar ve gelişmeler, mesela ekonomik ve siyasi sorunlar kadar toplum gündeminin baş sıralarında yer almasa da aslında yaşadığımız pek çok sorunun temelinde bu var.

Onbeş milyona yaklaşan sayıdaki öğrenci kitlesi karne tatiline girdi. Çocuklarımızın karnelerindeki iyi notlar velileri sevindirirken kırık olanlar da hem öğrencileri hem de bizleri üzüyor. Ama asıl önemlisi karnelerdeki iyi notların gerçekten çocuklarımızın o alanda iyi yetişmekte olduklarını ortaya koymaya yetip yetmediği hususudur. Daha doğrusu çocukların "iyi yetişmeleri"nden ne anlamaktayız.

Bütün mesele sözünü ettiğim "iyi yetişme"nin ne anlama geldiğidir.

Eğitimin felakete dönüşmüş olmasının temelindeki temel sorun işte burada gizli. Bu sorun eğitimde ta başta belirlenen hedeflerin yanlış belirlenmiş olmasıyla başlıyor. Ben öyle programlarda, yasalarda, yönetmeliklerde ve kitaplarda yazan amaçlardan söz etmiyorum. Ailelerin, okul yöneticilerin ve öğretmenlerin amaç olarak belirledikleri ve ona eriştiklerinde kendilerini "başarılı" saydıkları, onu gerçekleştirdiklerinde çocukları "iyi yetiştirdikleri"ne inandıkları gerçek hayattaki amaçtan söz ediyorum.

"Başarı"nın ölçüsü sınavda çözülen soru sayısı mı?

Bunu bazı sorularla açmakta yarar var. Çocuğumuzun test sınavından yüz puan alması mı, yoksa güzel yazı yazması mı önemli? Sınıftaki sınavda birinci olması mı, yoksa duygu ve düşüncelerini anlamlı ve kurallı cümlelerle ifade etmesi mi önemli? Matematik formülleri çözmesi mi, yoksa okuduğu kitabı eleştirmesi, özetleyebilmesi, güzel bir şiir yazması mı önemli? Seviye Tespit Sınavı'nda dereceye girmesi mi yoksa ahlakî değerlere özen göstermesi mi daha önemli?

Bu soruları uzatmak mümkün. Ama ne demek istediğimiz sanıyorum anlaşılıyor. Belki de bazıları "elbette ki hepsi önemlidir, bir tercih yapmamıza ne gerek var" diyeceklerdir. Kendimizi kandırmayalım, bu sorular üzerinde biraz düşünelim. Sadece biz değil okul yöneticileri, öğretmenler ve Milli Eğitim politikalarını belirleyenler de düşünsün.

İlköğretimin birinci sınıfından itibaren test çözmeye şartlandırılan, daha çok test çözmenin ve bu sınavlarda en iyi notu almanın "başarı" olarak alkışlandığı bir eğitimin nasıl bir felakete doğru ilerlediği ortada. Lütfen çocuklarınızın defterlerine bakın; yazdıklarını okuyabiliyor musunuz? Onlara bir şey anlattırmayı deneyin; çocuklarımız herhangi bir konuda düşüncelerini ve duygularını sağlıklı şekilde anlatabiliyorlar mı? Bir mektup yazabiliyorlar mı, okudukları kitabı özetleyebiliyorlar mı? Sabahtan akşama kadar seyretmeye çalıştıkları televizyon programlarından birini eleştirebiliyorlar mı? Herhangi bir ödevini yapabilmek için kütüphaneye gidebiliyor ve kendi çabalarıyla orada bir kitaptan yararlanabiliyorlar mı?

Bu sorulara olumlu cevap vermekte zorlanacağınızı biliyorum. Zira günlük gözlemlerim bana bunları söyletiyor. Bugünlerde yarıyıl ödevlerini yapmak için çocukların kütüphanelere doluştuğunu görürsünüz. İlginçtir çocuklar kütüphanelere anneleriyle, ablalarıyla gidiyorlar. Zavallı anneleri biricik çocuklarına iyilik yapmak, yardımcı olmak için çırpınıyor, onlarla beraber kütüphanelere kadar gidiyor, yardımcı olmaya çalışıyorlar. Ama şu soruyu hiç sormuyorlar; bunca yıldır okula giden çocuğum nasıl oluyor da kütüphaneden yararlanmasını bilmiyor, kendisi gidemiyor. Okul ona bu güveni, beceriyi vermemiş, böyle şey oluru mu?

Çocuklarınız mektup yazabiliyorlar mı?

Çocuğunun bir mektup, bir dilekçe, bir yazı bile yazamaması velileri pek rahatsız etmiyor. Onlar başarıyı STS'lerde alınan puanlarla ölçüyorlar. Çözdükleri test sorularının adetiyle seviniyorlar.

Benim eğitim felaketiyle ilgili çok basit bir ölçüm var. O da şu: sınıfta öğrencilere bir şey sorduğumda onların cevap verirken gösterdikleri performans ile vize ve final sınavlarında bana verdikleri kağıtlardaki yazılar. Bu sınav kağıtlarının eğitimin hali pür melalini ortaya koymaya yetip arttığını düşünüyorum. Beş sene ilkokul (henüz sekiz senelik ilköğretim mezunları üniversiteye gelmiş değiller), üç sene orta okul, üç sene de lise eğitimi alıp üniversiteye gelen bir öğrenci bunca eğitimden sonra hâlâ düşüncelerini ve duygularını yazılı ve sözlü olarak başkasının anlayacağını şekilde anlatamıyor, kurallara uygun bir cümle kuramıyor, Türkçe yazım kurallarına uygun bir sayfa yazı yazamıyor, en basit biçimiyle okunabilen bir yazı yazmayı beceremiyorsa bu felaketten öte bir durumdur.

Üniversiteye öğrencilerimiz şu kadar imtihandan, testten, engellerden geçerek geldiler. Yani onlar emsalleri arasında "en iyi" olduklarını kanıtladılar. "Başarılı" oldular ve üniversitede öğrenim görme hakkı elde ettiler.

Üniversite kazanmış bir öğrenciyi "başarısız" sayacak halimiz yok ya!

Sorun işte burada. Çocuklarımız için "başarı"nın ölçütü ne, ne yaptıklarında "iyi yetişmiş" oluyorlar? Şu karne tatilinde bu soruları kendimize sormamız eğitim felaketini bir nebze anlamamız için gereklidir. Çocuklarınıza bir mektup, bir dilekçe yazdırın, bakalım yazabiliyorlar mı?


6 Şubat 2003
Perşembe
 
DAVUT DURSUN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED