T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Baba

İnsan, kaç yaşına gelmiş olursa olsun, babası hayattayken 'dünya fâni' lafını tam olarak idrak edemez fikrimce.

Arkasında hep sağlam bir ağaç vardır sırtını dayayacağı.

Uzakta olsun, yakında olsun, isterse kırk günlük mesafede yaşasın, farketmez.

Ne zaman ki babasını toprağa verir, işte o gün, her şey birden bire değişir.

Dünya, gerçekten fânidir artık.

Gelen, gitmektedir ve sıra yaklaşmaktadır, her ne kadar bu iş sırayla olmasa da.

Taşın sert olduğunu o zaman anlar insan, yıkanırken ağlar...

Hatıralar geçer gözünün önünden.

İlkokula kayıt yaptırdığı gün gelir aklına.

İlk karnenin alındığı gün canlanıverir.

İlk tokat hatırlanmaz da, ilk mektup unutulmaz; mesela askerlik sırasındaki.

Onun 'oğlum' deyişindeki sıcaklık hiç gitmez.

Son defa sarıldığı ânı hep yaşamak ister insan.

"Canım babacığım" diyerek tekrar tekrar kucaklaşır zihninde.

Onu ne kadar çok sevdiğini yeterince söyleyemediğine yanar.

Bir vakitler onu kırdığı aklına gelince, yüreği kavrulur.

Gerçi, babadır, affetmiştir çoktan. Ama bir burgu, habire dönmektedir.

Çocuklukta ne çok şey bilmektedir baba; ne kadar güçlüdür...

* * *

Bir çocuk, annesinin elinden tutmuş, iskeleye yanaşmış haldeki kocaman bir yolcu gemisinin yanı boyunca yürürken, ağzından şaşkınlıkla şu cümle dökülmüştü:

- Babamdan bile büyük!

Öyledir, ancak devasa gemiler babalardan büyük olabilir.

Sonra sonra aradaki ilişki değişir, babaların da aslında normal bir insan olduğu farkedilir.

Hatta delikanlılık döneminde "babam da hiç bir şeyden anlamıyor"a dönüşür.

İleride, "keşke babam hayatta olsaydı da ona fikir danışsaydım" denilecektir ya...

Bir zamanlar beraber top oynanan, koşu yapılan, kimsenin yerinden kıpırdatamadığı eşyaları kuş gibi havaya kaldıran o güçlü adam, elden ayaktan düşüp güç kaybedince, yürüyebilmesi için koluna girip ağır adımlarla ilerlerken, insanın içi nasıl da ezilir, yaşayan bilir.

Yastığını hafifçe kaldırmak için bile ne kadar zorlanmaktadır.

Gözleri iyi seçmediği için, porselen tabağın desenini, yemekten bir parça sanıp da çatalını batırmaya çalıştığını gördünüz mü hiç babanızın?

Ben gördüm ve yüreğim parçalandı.

Ağladım.

* * *

Sevgili ağabeyim Ahmet Taşgetiren babasını kaybetti.

Geçen hafta değerli arkadaşımız Gülay Bulut babasını kaybetmişti.

Allah rahmet eylesin.

Kim babasını kaybederse, bilsin ki ben de onunla birlikte yaşıyorum o acıyı, aynı duygular içindeyim.

Her seferinde babamı biraz daha özlüyorum.

Onu ne kadar çok sevdiğimi yeterince söyleyememiştim, ondan içim acıyor.

Acaba savaşta kaç çocuğun babası ölecek?

KURBANLIKLAR

Koç, sığır, deve varken, her Kurban Bayramı şundan kurban olur mu, bundan kurban olur mu tartışmaları yapılmaz mı, insanı fitil ediyorlar. Halbuki memleketin fitil ihtiyacı eskisi gibi çok fazla değil.

Tavuk...

Hindi...

Deve kuşu...

Talih kuşu...

Ebabil...

Şoförümüz İbrahim "Biz bunları tartışırken Amerika kurbanlığını belirledi" diyor. "Bugün Irak, yarın İran, öbür gün Suriye... Sonra da sıra bize mi geliyor?"

GELEN SESLER

Davulun sesi uzaktan hoş gelir... Öyle derler.

Fakat bazılarının sesi uzaktan da olsa hoş gelmiyor.

Onlar kendini bilmez üstelik.

*

Savaşın sesi de uzaktan-yakından iyi gelmiyor. Hem de hiç!

Ekmek Teknesi'ndeki 'Kirli' olsa ne derdi?

- Bu savaş bizi bozmasın abi!..

ANLAMAK ZOR

Halkın yüzde 94'ü savaşa karşı!

Kalan yüzde 6'sı niye değil?


6 Şubat 2003
Perşembe
 
MEHMET ŞEKER


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED