|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Aklıma nereden geldiyse, ekonominin temel taşlarından bir siyasiye, "Bürokratlarınızı İMF mi atıyor?" diye sordum. Bu yaklaşık on gün kadar önce oldu. Pamukbank olayı patladığında, o sorumun siyasinin kafasında daha bir anlam kazandığına eminim... Bağımsız veya 'özerk' denilen kurumlar Türkiye'ye İMF'nin hediyesi. Washington, dünyanın her tarafıyla kredi ilişkisi kurarken, siyasilere hep aynı telkinlerde bulunuyor. Bu telkinlerden ilki, "Telif hakları ve patent yasası çıkar" oluyor... İkincisi, "Tahkim yasası çıkar..." Üçüncü telkin de, "Merkez bankanı şirket statüsüne kavuştur..." Bunları yapan ülkelerden, bu defa, finans sektörünü, iletişim alanını özerk kurumlara terk etmesi, ihaleleri ayrı bir kurumun eline bırakması isteniyor... Washington'a hangi devlet adamıyla gidilse, Beyaz Saray'daki görüşmede, masanın üzerine hep aynı konuların geldiğini ilk fark ettiğimde çok şaşırmıştım. Turgut Özal'la başladı bu serüven Kemal Derviş'in işbaşına gelip istenen yasaları birbiri ardına çıkartmasına kadar sürdü. Bülent Ecevit'in başbakan olarak çıktığı son Washington seferinde, George W. Bush, "Ekonominizi siyasetten özerkleştirdiğiniz için teşekkür ederim" demeyi ihmal etmedi... 'Telif hakları ve patent yasası' çok önemli. Bugün, bilgisayarla iş görülen her kurum, kullandığı programlar için toptan bir ücret ödemek zorunda. Aksi halde, yasayla kendilerine yetki verilmiş bürolar, kurumu basıp yasada öngörülen yüksek cezaları dayatabiliyorlar... Her yıl, Türkiye'den, çeşitli Amerikan software firmalarına, yüzmilyonlarca dolar aktarılıyor... 'Tahkim yasası' çıkarken, hepimiz, "Çıkınca, yabancı sermayedar ülkemize koşacak" diye sevindik. Sevinmedik mi? Ancak, 'tahkim yasası' çıkarmış Türkiye'ye, benzer bir yasaya sahip olmayan Çin'e giden yabancı sermayenin kırıntısı bile gelmiyor... Buna karşılık, Türkiye'den ihale alan yabancı şirketler, ihtilâf vukuunda, derhal uluslararası tahkim yoluna başvuruyorlar... Daha komiği şu: Türkiye'ye "Tahkim yasası çıkar" diye baskı yapan ABD'nin Motorola firması, Telsim yüzünden Uzan Grubu ile ihtilâfa düşünce, anlaşmada öngörülen uluslararası tahkime gitmedi; bir New York mahkemesiyle sorunu çözmeye çalışıyor... Şimdi esas tuhaflığı gözleriniz önüne seriyorum: Pamukbank konusunda hemen herkesin bir biçimde dahli oldu; ama konuyu ilgisi dışında tutan Başbakan Abdullah Gül, "Finans sektörü özerk olsun" diyen İMF tarafından sıkıştırılıp duruyor... Başbakan Gül nâzik adam, ama kendisini arayan İMF'nin en üst düzey yetkilisine, yine de, "BDDK'nın siyasilerden bağımsız olmasını isteyen siz değil misiniz?" diye sormadan edemediğine eminim... 'Pamukbank olayı', hemen hemen başından sonuna kadar, 'komplo' sözcüğüyle tanımlanabilecek özellikler taşıyor. Dün Nazlı Ilıcak da yazdı: Geçen hükümet döneminde, BDDK, Çukurova Grubu'nun Pamukbank ile Yapı Kredi Bankası'nın birleştirilmesi teklifini kabul etseydi, Grup'tan, 2002 yılının haziran ayında 750 milyon dolar, bu yıl ise 2.1 milyar dolar gelecekti. Engin Akçakoca'nın başında bulunduğu BDDK bu teklife "Hayır" dedi ve Pamukbank'a el koydu. Şimdi imzalanan anlaşmayla, Çukurova Grubu, bu yıl sonuna kadar sadece 289 milyon dolar ödeyecek... Teklifi kabul etse üç milyar dolar tahsil edecek olan kurum, şimdi 289 milyon doları sus payı olarak kabul edebildi... "Başarı" denen bu... Bu işleri 'âdeta içinde' denebilecek kadar yakından izleyen bir dostumun bana aktardığına göre, sonunda devletin ağır zararına yol açan 'komplo' bir dizi bildik ismin eseri. Bu isimlerden bazıları siyasetçi, bazısı bürokrat... Dostum, suçlayan parmağını bir büyük patrona da çeviriyor... Ona göre, Çukurova Grubu'nun bankalarıyla medya organlarına el konulmasıyla sonuçlanacak bu 'komplo', erken seçim kararı, ardından iktidar değişikliği ve en son Danıştay kararıyla bozuldu... Dostumun aktardığı bilgileri verdiği isimlerle karşılaştırdığımda, anlattıkları olağanüstü mâkul, 'olabilir' bir senaryo olarak görünüyor... Belli ki, rakibi mandepsiye getirip elindeki avucundakini almak üzere kurulmuş olan senaryo MHP lideri Devlet Bahçeli'nin "İllâ seçim" tavrıyla bozulmuş... Hani, bir medya patronunun, yanında çalışan bir gazeteciye, Mehmet Emin Karamehmet ile ilgili tutumu yüzünden şikâyet ettiği Devlet Bahçeli tarafından... Neden olmasın? Peki de, devlete bunca pahalıya mâl olmuş bir operasyon, operasyonu gerçekleştiren kurum 'özerk' olduğu için, TBMM'nin denetim, hükümetin yürütme alanı dışına mı düşüyor? Bir politikacı, devletin üç kuruşunu zimmetine geçirdiği kuşkusuyla Yüce Divan'a götürülebiliyor; bunun son örneklerinden birini TBMM'nin eski başkanı Mustafa Kalemli olayında yaşadık... Bir bürokrat da, rüşvet aldığı iddiasına muhatap olmuşsa soluğu Yüce Divan'da alıyor, hapse düşebiliyor. Örneklerden biri, Karayolları genel müdürlüğü yapmış Atalay Coşkunoğlu... Peki, kurum 'özerk' diye, maaşını kamudan alan bir kurumun başkan ve üyeleri hesap vermekten kurtulabilir mi? Washington bu kadarını da mı becermiş yoksa? Benim bildiğim, kurumlar 'özerk' olsa bile, o özerk kurumlara yönetici olanlar siyasiler tarafından atanıyorlar ve yaptıkları bulaşık işlerin sorumluluğu da siyasilerde. Umarım, bildiğim yanlış değildir...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |