T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Reklamlar alın yazısı mıdır?

Bir Türk mayo firmasının havaalanındaki panolarda yer alan reklamının hacı adaylarının şikayeti üzerine kaldırılmasıyla başlayan tartışmaların gelip dayandığı nokta, zinde reflekslerle birlikte reklamın, reklamcıların cüreti konusunda da fikir veriyor. "Reklamların hür ve bağımsız olduğu" yönünde akıllara ziyan bir görüş serdeden, "böyle giderse şeriat gelir" diye ünleyen firma sahibi, mayo değil de başka bir şey üretseydi; hacı adayları markasını ulaştırmak istediği potansiyel müşterileri olsaydı, acaba aynı tepkiyi verir miydi, sorusuysa zihin açıyor.

Bir ürünle birlikte, fikri bir meta olan markayı paraya tahvil eden reklamlar, giderek sapa bir yola giriyor ve sadece potansiyel tüketici gördüğünün hassasiyetlerini dikkate alıyor. Her türlü inancı reklamına çeşni yapıyor, bütün yolları döndürüp dolaştırıp yine kendine çıkarmayı başarıyor. Her mecrayı, her zemini değerlendiriyor ve asla sınır tanımıyor.

Reklamcılar bugünlerde yeni bir reklam alanı daha bulmanın keyfini sürüyor.

İngiltere'de Cunning Stunts adlı bir reklam ajansı, üniversite öğrencilerinin "alnı"na "reklam" alıyor! Yanlış okumadınız; her yolu, her yöntemi mübah gören, şımardıkça şımaran reklamcılar doyumsuz gözlerini şimdi de alınlarımıza dikiyor. "Nasıl yani" diyenler için anlatalım, olay şöyle gerçekleşiyor:

Oxford ve Leeds üniversitelerinin reddettiği "öğrenci alnına reklam projesi" teklifini, Manchester Üniversitesi Rektörlüğü öğrenci birliklerinin de onayını alarak kabul ediyor. Reklam dünyasını heyecana boğan bu buluşu pratiğe döken ilk şirketler ise erkek dergisi FHM ile paralı televizyon kanalı CNX oluyor. Manchester Üniversitesi'nde öğrenim gören bir grup genç, haftalık 100 sterlin karşılığında alınlarına çıkmayan boyalarla nakşedilen FHM ve CNX logolarıyla dolaşıyor. Onlara bakanlar karşılarındaki "ayaklı reklam panosu"nun gözlerine değil alınlarındaki yazıya bakakalıyor.

Alınlarımızın namusunu tehdit eden benzer bir reklam, bugünlerde televizyonlarımızda da dönüyor. Bir konudaki yetkinliğin ancak reklamı yapılan ürünün alıcısı olmakla mümkün olacağını imleyen reklam, bakın bunu nasıl anlatıyor:

Küçük yaştaki oğlan çocuğu, bir Budist tapınağının kapısını çalıyor. Onlardan biri olma aşkıyla tutuşan çocuk, tapınağa kabul ediliyor ve zorlu bir eğitimden geçiriliyor. Aradan yıllar geçiyor; artık bir genç olan müridin bir tür yeterlilik sınavına tâbi tutulduğu kabul töreni gününe geliniyor. Yapması gerekenleri bir bir yapıyor heyecanlı mürit, ama kimsenin yüzü gülmüyor. Üstatlar, bir eksikliğin giderilmesi beklentisiyle suskunlaşıyor. Şaşırıyor ve kafasını kaldırıp etrafına bakıyor genç mürit. Tapınağın çatısında göndere çekilen bayrakta, sağda solda dalgalanan flamalarda ve ayaklarını altlarına toplayıp dizi dizi oturan üstatlarının alnınlarında hep aynı esrarengiz logoyu görüyor. Ve nihayet idrak ediyor; logo önünde duran Pepsi kutusunun açma kapağındadır! O da sıkıyor dişini ve hızla vuruyor alnını Pepsi kutusunun üstüne. Yıllanmış logolarıyla gevşeyip gülümseyen üstatlar, taze pembe logosuyla "başarmanın" mutluluğunu yaşayan genç müride sınavı geçtiğinin, "erdiğinin" ve artık onlardan biri olduğunun işaretini veriyor.

"Firmalar yeni misyonerlerdir" diyen ünlü reklamcı Jaques Sequela haklıydı. Artık herkes biliyor ki; fiili sömürge düzeninin sona ermesi, emperyalizmin sonu olmadı. Yeni yol ve taktikler keşfeden Batı emperyalizmi, kılık değiştirdi ve kendi değerlerini birkaç çatlak ses ve direnişe rağmen eskilerin yerine bir güzel ikame ediverdi. Her yolun mübah olduğu serbest piyasa ekonomisi, bütün bir dünyayı hakimiyeti altına alırken ilga edilen medeniyetlerin yerine, siyaseti, ekonomisi, kültürü ile topyekûn bir medeniyeti ikame etti. Firmalar markalarını, yaptıkları arsız reklamlar sayesinde, kitle iletişim araçları marifetiyle dünyanın en ücra köşelerine kadar sokmayı başardı.

Evet, toz pembe bir illüzyon alanı yaratıyor reklamlar. Dertleri sıkıntıları gideriyor, her zor durum, her sorun için bir çözüm öneriyor; olmayanı olduruyor. Muhatabına "özenilesi" bir hayat tarifi yaparak hayallerini keşfetme imkanı sunuyor; mutluluk vaad ediyor. Modern çağın insanlarını, Pavlov usulü şartlanma yöntemiyle alışveriş noktasına getiren reklamların çıngıraklı tantanasından geriye ise, çoktandır uluslar ve dinler üstü bir niteliğe bürünen, serbest pazarın "şımarık tanrıları" markalar kalıyor.

Soluduğumuz hava gibi etrafımızı saran ve bununla asla yetinmeyen marka reklamları, şimdi de insanlığın "alın yazısı"nı değiştirmenin yollarına bakıyor. Bu yazgıdan kurtulmak içinse geriye sadece, öngörülen cafcaflı "ahmak"lığa kapılmayıp kendi alın yazısına sahip çıkacak aklı selimlerin direnişi kalıyor.


15 Şubat 2003
Cumartesi
 
FADİME ÖZKAN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED