T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Türkiye AB'yi ne çabuk unuttu!

Türkiye'nin AB'ye üyelik için tarih almaya çalıştığı iki ay öncesinin Kopenhag zirvesinin hemen öncesi ve sonrasında yaşananları hatırlayın... AK Parti Genel Başkanı Tayyip Erdoğan ülkeden ülkeye uçuyor, gittiği her ülkede "krallar gibi" karşılanıyor, özellikle Washington'da karşılaştığı olağanüstü kabül göz kamaştırıyordu... ABD'nin Irak'a yönelik muhtemel harekatı başını çoktan göstermiş olmasına rağmen, bütün dikkatimiz Türkiye'nin AB'ye katılımı üzerine yoğunlaşmış durumdaydı... Erdoğan ve "bütün adamları"yla birlikte karşısında hazır olan ABD Başkanı arasında Irak hakkında o gün neler konuşulduğunu, hangi konulara girildiğini tabii ki tam olarak bilmiyoruz. O günlerde bizim derdimiz AB'den bir tarih koparmaktan ibaretti.

ABD Başkanı ve adamlarının o günlerde Türkiye'nin AB'ye katılımı için yaptıkları girişimlerin başta Fransa ve Almanya olmak üzere bazı Avrupa ülkelerince nasıl "soğuk" karşılandığını da hatırlayalım. ABD'den bu yönde gelen ısrarlı talepler, Türkiye'nin AB'ye bir "Truva atı" şeklinde sokulmak istendiği şeklinde bile yorumlanmıştı. Sonrası malûm: İngiltere'nin yanı sıra özellikle AB üyesi Akdeniz ülkelerinin desteğini alan Türkiye'nin üyeliğinin, Fransa-Almanya ittifakının "nazlanması" ve direnmesi sonucunda "bir başka bahara" ertelenmesi...

Sonra Irak krizinin süratle geliştiği bir noktaya gelindi. Ve bir de baktık ki, Kopenhag'ta Türkiye'nin üyeliğine daha yakın duran başta Akdeniz ülkeleri, yanlarına Kopenhag'ta Türkiye'ye mesafeli duran Danimarka ve AB'ye ilk adımlarını atmakta olan eskinin en "sosyalist" bugünün en "Amerikancı" ülkelerini de alarak ABD'nin yanında olduklarını ilan edivermiş... AB ile bütünleşmiş bir Türkiye'den ABD'nin Birlik içine saldığı "Truva atı" olabileceğinden dolayı çekinilirken, bir de görülmüş ki, eskinin "sosyalist" ülkelerinin Amerikan atı rolunü kimseye kaptırmaya niyetleri yok!

Çok yakın tarihte geçen bu olayları hatırlatmamın nedeni, buradan bugüne ilişkin bir soru türetmeye çalışmak. Soru şu: Acaba Fransa ve Almanya, Irak harekatına ilişkin olarak Avrupa içinde yalnız kaldıkları bugün, "Keşke Kopenhag'ta Türkiye'ye tarih verilmesi hususunda o kadar nazlanmasaydık!" diyor mudur? Çek Cumhuriyeti'nden Bulgaristan'a, Polonya'dan Macaristan'a, bütün bu süreç içinde her zaman sempatiyle baktıkları bu ülkelerin düdük çalar çalmaz ABD'nin arkasında hizaya girdiklerini görüp Türkiye'ye haksızlık yaptıkları acaba bugün akıllarından geçiyor mudur? Bana sorarsanız, ne kadar pişman olsalar azdır, derim... Avrupa Birliği'nin bu "çekirdek" iki büyük ülkesinin, ABD'nin Irak'a müdahale arzusunun artık apaçık olarak ortaya çıktığı bir zamanda Türkiye'yi bu yöndeki politikaları açısından müstakbel bir müttefik olarak görememiş olmaları tam bir "miyopluk" değil de nedir? Şimdi her gün Amerikan yönetimi ve medyasının en ağır hakaretlerine maruz kalan bu iki ülke, Irak'a karşı muhtemel olmaktan çıkıp neredeyse kesinlik kazanmış bir ABD müdahalesi karşısında Türkiye'nin İtalya'dan Polonya'ya kadar hiçbir ülkede bulunmayan "özel koşullardan" ötürü dünya siyasetinde AB'ye kazandırmak istedikleri ABD'den bağımsız rolün en samimi bir destekçisi olabileceğini göremedi. Üstelik Rusya ve Çin gibi bugün kendileriyle aynı safta görünen iki büyük ülkeye Türkiye'nin özel bir ilgi göstermesi (ve bir ölçüde gösterdiği) gerektiğini de hatırlamadan....

İsterseniz bu meseleye şimdi de Türkiye'nin yapıp yapamadıkları açısından bakalım: Türkiye AB'de, iddia edildiği gibi, gerçekten de ABD'nin "Truva atı" rolünü mü üstlenecekti? ABD'nin Türkiye'ye ilişkin niyetinin böyle olduğu apaçık olsa da, hepimiz biliyoruz ki Türkiye açısından kafalarda durum bu derece açık değildi. ABD'nin muhtemel bir Irak harekatı öncesinde Tayyip Erdoğan'ın şahsında Türkiye'ye gösterdiği büyük "aşk"ın nedeni besbelli olsa da, Türkiye'nin AB üyeliği bambaşka nedenlerden dolayı istediği de muhakkak. Ayrıca Türkiye'nin hemen her bakımdan içinde bulunduğu "bağımlılık" koşulları gereği, ABD ile arasını iyi tutmak mecburiyetinde olduğu de bir gerçek. Ama her şeye rağmen, Türkiye'nin "özel koşulları"ndan, yani "özel öneminden" dolayı Irak meselesine ilişkin olarak -hem de hazır bulmuşken- Fransa-Almanya ittifakının önerilerine yakın bir tavır takınması da mümkündü. Tamam, Türkiye açısından daha dün Kopenhag'ta AB üyeliğinin önünü kapamaya çalışan iki ülkeye yaklaşarak, ABD ve Kopenhag'ta kendisine göreli bir yakınlık gösteren diğer AB ülkelerinin tercihlerinin uzağına düşmesi belki "uygunsuz" bir davranış olarak değerlendirilebilirdi.... Ama ben yine de, Türkiye eğer AB üyeliğine o çok sözü edilen büyük önemi vermeye devam ediyorsa, Fransa-Almanya ittifakının tezlerini daha ciddiye alarak hiç değilse "arada" bir rol üstlenebilirdi, diyorum. Hem de AB üyeliğine en fazla muhalefet eden Fransa ve Almanya'nın yüzlerine bu zamana kadarki yanlışlarını iyi bir biçimde vurarak, ve de tabii bundan sonraki "yol haritası" için sağlam iki müttefik kazanmanın kapısını da aralayarak...

Ama görüyoruz ki bunların hiçbiri olmadı. Türkiye, son NATO toplantısında açıkça ortaya çıktığı gibi ABD'nin koruması altında olan bir ülke profili çizmekten ileriye gidemedi. O halde şimdi soralım: Türkiye'nin o pek övündüğü sağduyulu ve etkili "dış politikası" bundan mı ibaret? NATO toplantısında ABD "Türkiye tehlike altında, herkes görev başına!" diye müttefiklerini gaza getirmeye çalışırken, Fransa-Almanya-Belçika, Rusya ve sonradan Çin'in desteğini alarak, haklı olarak "Ortada yeni bir BM Güvenlik Konseyi kararı olmadan bu işe evet dememiz mümkün değil" diyor... Bu tartışmalarda Türkiye'nin rolü ve algılanış şekli, "ABD'nin küçük biraderi" olmaktan bir adım ileri gidemiyor...

Son olarak birkaç söz de, Kopenhag öncesi ve boyunca Türkiye'nin AB üyeliği için ortalığı birbirine katanlara: Üzüntüyle gözlemlemekteyiz ki, bu "AB'ci" çevrelerin büyük bir bölümünün aklı AB'yi mabeyi hepten unutarak, ABD'nin "uygarlık ve demokrasi" anlayışına fazlasıyla yatmıştır.... O zaman onlara da soralım: Türkiye'nin önüne vazgeçilmez bir seçim olarak konulan AB üyeliğinin ömrü bu kadarcık mıydı? Türkiye'nin AB üyeliğinden ülkenin önünü açabılacak neredeyse tek "a priori" hakikat olarak söz edenlerin aklından olgunlaşmış bir AB projesinin aynı zamanda "ABD karşıtı" olmasa da "ABD'den farklı" bir dünya politikası anlamına geldiğini düşünmüyorlar mıydı? Bu birkaç ay zarfında ne oldu ne bitti de, şimdilik Irak ile sınırlı olan ABD tezleri "AB'ciler" arasından kendisine bu kadar çok destekçi buldu?


15 Şubat 2003
Cumartesi
 
KÜRŞAT BUMİN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED