T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Türkiye'nin bölgede israilleştirilmesi

Irak savaşının muhtemel sonuçlarını tartışmadan önce tek başına savaşı önlemese bile önemli ölçüde belirleyici olabilecek diplomatik görünümlü iki stratejik imkandan bahsetmek gerekiyor. Türkiye'nin devreye sokması gereken bu iki imkan son anda akim kaldı. Eğer bu iki stratejik faktör devreye girseydi muhtemelen ABD'nin savaş konusunda en azından şimdiki kadar cesur olmasının önü kesilmiş olurdu.

Avrupa'nın tavrı: Artık bölgesel güç olmayı aştığının, küresel güç olma aşamasına geldiğinin işaretlerini vermeye başlayan Avrupa Birliği'nin Amerika'nın Irak saldırısı karşısında takınacağı tavır böylesi bir iddiaya ne kadar hazır olduğunun işaretlerini verecek. Avrupa Birliği'nin küresel güç olma rüştünü ispatlamak için Türkiye'nin pozisyonu tarihî bir fırsattı. Eğer Avrupa Birliği daha doğrusu Fransa ve Almanya Amerika'nın izlediği savaş politikasına karşı muhalif tavırlarını sürdürebilselerdi savaşın kaderi değişebilirdi. Türkiye'nin savunma isteğine NATO içinde muhalefet ederek Amerika'ya mesaj göndermek yerine Türkiye'ye savaşı durdurmaya yönelik verilecek destek Avrupa Birliği'nin Ortadoğu politikası açısından daha stratejik bir hamle olabilirdi. Türkiye AB-ABD ilişkileri bakımından dengeleri iyice Amerika tarafına kaydığı bir ortamda önüne çıkan savaş durumu AB için önemli bir fırsattı. Türkiye'nin Irak konusundaki izlediği tutumla Almanya ve Fransa'nın Ortadoğu politikaları birbirine çok yakınlaşmıştı. Türkiye'nin Amerika'nın tek ve vazgeçilmez müttefik görüntüsü verdiği bir dönemde, Almanya ve Fransa'nın Türkiye ile birlikte savaş karşıtı adımı atmaları durumunda ABD'nin Türkiye üzerinden bölgeye ağırlığını koymasının önü kesilebilirdi. Oysa, AB'nin bu iki büyük gücü böylesi stratejik adımı atma cesaretini gösteremediği gibi Türkiye'yi Amerika'nın baskılarıyla baş başa bırakmayı yeğlediler.

Araplar'ın tavrı: Irak'a karşı başlatılacak bir sava- şın doğrudan Arap âlemine yapılmış bir saldırı olarak algılanacağı açıktır. Bu nedenle Arap ülkelerinden Irak'a yönelik saldırıyı durdurma yönünde aktif girişimler beklenir. Bu amaçla Türkiye'nin başlattığı bölgesel inisiyatif önemliydi. Ancak sonuç, burada daha önce savunduğumuz gibi, mevcut siyasi yapılar ve liderliklerle radikal bir girişimin olamayacağını tezini doğruladı. Ortadoğu'yu derinden etkileyecek bir savaşı önlemeye yönelik girişimi Arap Birliği'nin inisiyatifinde gerçekleştirme gibi aşiret düşüncesi Ortadoğu girişimini sonuçsuz bıraktı. Oysa bölge dışı bir güce karşı bölge ülkelerini bir araya gelebilmeleri bile bir başarı idi. Bu girişim ve işbirliği sürdürülebilseydi savaşı önleme yönünde caydırıcı bir siyasi ağırlık ortaya çıkabilirdi.

Sorunun Arap Birliği'ne ile çözülmeye çalışılması, Ortadoğu çerçevesinden çıkarılıp bir Arap meselesi haline getirilmesi sanılanın aksine hem diplomatik sonuç hem de uygulanabilirlik açısından işin çıkmaza sürüklenmesi demektir. Eğer saldırı bir Ortadoğu ülkesine yapılıyorsa en azından real politik açıdan Ortadoğu ülkelerinin soruna dahil edilmesiyle çözülebilirdi. İran'ın, Türkiye'nin içinde olmadığı girişimin ne yaptırım gücü olabilir? Oysa sonuç alınması bakımından bölgenin önemli ülkelerinin öncülüğünde kara süreci hızlandırılmış, uygulanabilir planlar geliştirildikten Arap Birliği, İslam Konferansı destekçi olarak devreye sokulmalı; tüm İslam dünyasının kamuoyu desteği sağlanmalıydı. Böylesi bir girişimin küresel savaş karşıtı girişimler kadar olsun yaptırım gücü olurdu.

Bölgedeki Arap ülkeleri sonuç almak yerine tam bir aşiret mantığı ile hareket etmiş, inisiyatifi Türkiye ya da başka bir ülkeye kaptırmamak adına girişimi akim bırakmışlardır. Arap liderlerin aşiret mantığı ve Avrupa'nın tarihî taassubu Türkiye'yi Amerika ile baş başa bırakmıştır.

Şimdi gelelim temel yalnızlaştırılma stratejisine...

İsrailleştirilme süreci

Amerika-Türkiye ilişkilerinin oturduğu eksen Türkiye'nin stratejik olarak bölgeye yabancılaşması ve yalnızlığa itilmesini doğuracaktır. Bu stratejinin daha açık anlatımı; Amerika Birleşik Devletlerinin Ortadoğu politikaları açısından Türkiye'ye biçtiği rol 'Türkiye'nin israilleştirilmesi'nden ibarettir.

Türkiye-ABD ve İsrail ekseninde kurulan yeni ittifak ABD'nin Irak'a açacağı savaşla birlikte Türkiye açısından geri dönülmeyecek bir noktaya sürüklenmesi anlamına gelmektedir. Diplomatik kanalların açık olduğu dönemde İsrail ilişkisini gerektiğinde iki taraflı bir denge kurmak için kullanabilen Türkiye'nin savaş durumunda Amerika'nın yanında yer almakla tarihî bir kırılma içine girmesi kaçınılmaz olacaktır.

ABD'nin yeni Ortadoğu stratejisinin sadece İsrail çıkarlarına dayalı olarak daha fazla yürütülmesinin mümkün olmadığı açıkca görülüyor. Bunun sürdürülebilir olmasının yolu bölge içinden yeni ittifakların, bölgeye israilleşmiş müttefiklerin desteğine bağlıdır. Böylece hem İsrail'in güvenliği masalı daha kolay yürütülebilecek hem de ABD stratejileri; bölgeye israil kadar yabancılaşmış, yalnızlaşmış ama onun kadar güçlü olmayan, zayıf bırakılmış yeni unsurlar eliyle yürütülmesi mümkün olacak.

Bunun ilk adımları, 28 Şubat aktörlerinin eliyle pekiştirilen Türkiye-Amerika ve İsrail ittifakının diplomatik, ekonomik ve askeri temellerinin atılmasıyla sağlandı.

Muhtemel bir savaşta dökülecek Arap ve Kürt kanına Türkiye'nin suç ortağı edilmesi bölgede yalnızlaşmanın, bölgeye yabancılaşmanın gerekli şartlarını tamamlamış olacaktır. Bölgede kanın akıtılması engellenmesi kadar, Müslüman unsurların bir şekilde birbirinin kanını akıtmalarına engel olmak önemlidir ve tarihî kırılmayı önleyecektir. Milliyetçi ve seküler Kürt liderliklerin önderliğinde ortaya çıkacak yeni devletçiklerin de İsrail ve ABD flörtüne teşne olduğu düşünülürse, birbirine düşman ama hepsi de ABD-İsrail desteğine muhtaç zayıf halkalardan oluşmuş bir Ortadoğu manzarası şimdiden görülebiliyor.

Amerika'nın Ortadoğu stratejisi açısından Türkiye'nin bu ülke ile kuracağı bir ittifak bizi bölgede yabancılaştırmaya itecek, yani bölgede 'israilleştirilme'si sonucunu doğuracaktır. Varlığını bölgedeki tarihî, kültürel ve cografî etkisinden alan bir güç olmaktan çıktığı gibi bizzat varlığı ve meşruiyeti tartışmalı, Atlantik ötesi ittifakın insafına bırakılmış bir yabancı unsura dönüşme tehlikesi ile karşı karşıya kalabilir.

Bu açmazdan kurtulmanın tek yolu Türkiye'nin (hükümet kadar halkın) Amerikan baskılarına karşı bir bedel ödemeyi göze almaktan geçmektedir. Günü kurtarmaya yönelik pazarlıklar bir beladan kurtarsa bile Türkiye kadar bölgenin geleceğini ipotek altına sokabilir.


25 Şubat 2003
Salı
 
AKİF EMRE


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED