|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) kurulduğu 1981 yılından bu yana devamlı tartışmanın odağında yer almış, haklı haksız bir sürü eleştiriye maruz kalmıştır. YÖK'e yönelik eleştirilerin temelinde 2547 sayılı yasanın çıkarıldığı yılların şartlarının ürünü olan bakışın yattığı görülür. Hatırlayalım, 12 Eylül 1980'de askeri darbe olmuş, demokratik siyasete sünger çekilmiş, askeri yönetim kurulmuş ve darbeyi gerçekleştiren generallerden oluşan Milli Güvenlik Konseyi yasama yetkisini kullanmaktadır. Ülkedeki her gelişmeye ve her konudaki düzenlemeye "milli güvenlik" zaviyesinden bakılmakta, o güne kadar elde edilen tecrübelere bakılmaksızın her şey tepkisel olarak yeniden inşa edilmektedir. Ülkenin o günlere gelmesinde birinci derecede suçlu ilan edilen üniversitelere büyük bir fatura kesilmekte ve disiplin altına alınmak için çaba gösterilmektedir. YÖK'e eleştirilerin sebebi... YÖK işte böyle bir ortamda doğmuştur. Henüz ortada Anayasa yokken, demokratik temsil kurumları, parlamento, demokratik hükümet gibi kurumlar bulunmazken YÖK oluşturulmuş ve Türk üniversite sistemine yeni bir yapı kazandırılmıştır. Olağanüstü şartların ve günlerin ürünü olması YÖK'ü devamlı eleştiri odağında tutmuştur. Ülkede demokratik düzene geçildikten sonra YÖK sisteminde pekçok değişiklik yapıldı, ama hiçbiri onun temel niteliğini değiştirmedi. Hangi kaygılar ve amaçlarla ilgili kanun çıkarıldıysa devamlı o şartlar varmış gibi kaygılar taşındı, hep gerginlikler yaşandı. YÖK'ü eleştiri odağında tutan diğer temel saik onun getirdiği üniversite düzeninin niteliğinden, yapısından ve yaklaşım biçiminden kaynaklanmaktadır. Demokratik olmayan bir dönemin ve yaklaşımın ürünü olan YÖK sistemi, üniversiteleri demokratik katılıma dayalı kurumlar olmaktan çok bürokratik biçimde örgütlenip yönetilen birimler olarak gördü. Bu nitelik ülkede demokrasinin yaşamadığı dönemler için fazla sorun gibi gözükmese de demokratik sistem çalışmaya başlayınca sorunsallaşmaktadır. Mesela önceleri üniversite rektörleri öğretim üyelerden bağımsız olarak tamamen atama ile belirlenirken daha sonra yapılan bir değişiklikle öğretim üyeleri tarafından seçilen altı aday arasından atanması yoluna gidilmiştir. 1983'ten bu yana iktidara gelen bütün hükümetlerin programlarında, siyasal partilerin vaatlerinde YÖK'ün yeniden düzenlenmesi vaadi bulunmaktadır. Ne var ki hiçbiri köklü bir değişiklik yapamamıştır. Yeni hükümet bu geleneği bozma eğilimindedir. Önümüzdeki günlerde nasıl bir yükseköğretim sistemiyle yüz yüze geleceğimizi birlikte göreceğiz. Anayasa'da ve yasada değişiklik... Milli Eğitim Bakanı E. Mumcu tarafından hazırlatılan tasarı kamuoyuna açıklanmış bulunuyor. Buna göre başta Anayasa'nın 130 ve 131. maddelerinde değişiklik yapılacak, ardından da 2547 sayılı yasa tamamen değiştirilecektir. Bakanlık önce konuyla ilgili teklifleri ve eleştirileri tasnif ederek değerlendirdi ve gelen teklif ve eleştiriler ışığında bir tasarı metni ortaya koydu. Bakanlığın web sitesine bakıldığında kimlerin teklif gönderdiklerini, ne gönderdiklerini görmekteyiz. Bu güzel bir hizmet olup açıklığın somut göstergesidir. Ancak gelen teklifler içerisinde devlet üniversitelerinden sadece Dicle ve Ankara Üniversitesi'nin teklif göndermiş olmaları ve diğer hiçbir üniversitenin bir teklif göndermemesi dikkat çekicidir. Sadece bunun bile bir anlamı olduğunu sanıyorum. Pekçok sivil toplum örgütü teklifte bulunurken üniversitelerin bulunmaması ciddi bir eksikliktir. Bakanlıkla YÖK arasında yaşanan gerginlik ve atışmaların buna yol açtığı açıktır. Bakanlığın tartışmaya açtığı tasarıyı burada değerlendirmek niyetinde değilim. Sadece bir iki hususa dikkat çekelim. Tasarıda Anayasa'nın ilgili maddelerinde bazı ilaveler ve çıkarmalar söz konusudur. 1982 Anayasası'nın yasa ve yönetmeliklerde olması gereken ayrıntılara kadar inmesi sorunu aynen devam etmektedir. Nerede ise üç-dört sayfaya varan 130 ve 131. maddelerdeki ayrıntı yeni tasarıda da aynen korunmaktadır. 1981'in şartlarına göre tercih edilen ayrıntının bugün de sürdürülmek istenmesi anlamsızdır. Türkiye'nin ihtiyacı kısa ve temel ilkeleri gösteren Anayasa'dır. 130 ve 131. maddeler yalnızca amaç ve temel ilkeleri belirtmekle yetinmeli tanım ve düzenlemeler yasaya bırakılmalıdır. 1981'de yapı nasıl öncesine duyulan tepkinin ürünü ise bugünkü de YÖK'e duyulan tepkinin ürünü olmamalıdır. Dikkat çekilmesi gereken bir diğer husus hem Anayasa, hem de yasa taslağında pekçok kavramın özensiz kullanılmış olmasıdır. Mesela "eğitim-öğretim", "eğitim", "öğretim" kavramlarının kullanımında bir dikkatsizlik gözleniyor. Anlaşılan üniversitelere hâlâ birer "eğitim" kurumu olarak bakılmaktadır. İşte asıl sorun burada düğümleniyor.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |