AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

K R O N İ K  M E D Y A
Gazeteler: Misafir gibi geldiler
Hürriyet: Bomba atıp ateş ettiler

Türk özel timine karşı gerçekleştirilen baskının ayrıntılarını Hürriyet'ten ve Anadolu Ajansı'nın haberini kullanan bütün diğer gazetelerden karşılaştırmalı olarak okuduk. Aynı karşılaştırmayı 9 Temmuz tarihli gazeteler için de yaptık. Vardığımız sonuçları sizinle paylaşmak istiyoruz...

AA'nın "baskın" versiyonunu, haberi manşetten veren Milliyet'ten öğrenelim... Milliyet'teki, "ÇAY İÇERKEN SİLAH ÇEKTİLER" başlıklı haberin spotları da şöyle:

"ABD askerlerinin, nezaket ziyareti için geldiklerini söyleyerek büroya girdikleri ve çay ikramı sırasında Türk askerlerini tutukladıkları ortaya çıktı... Süleymaniye'deki gözaltı skandalının ayrıntıları belli olmaya başladı. Bakanlar Kurulu'nun dünkü toplantısında da ele alınan tutuklama krizi şöyle başladı: Birkaç Amerikalı askerden oluşan grup, nezaket ziyaretinde bulunmak istediklerini söyleyerek büroya girdi. Türk askerlerinin kendilerine çay ve kahve ikram ettikleri sırada silahlarını çeken ABD'liler, tutuklamayı bildirdi. Hemen ardından binayı kuşatan 100 kadar Amerikan askeri kapıyı kırarak içeri girdi..."

TİM KOMUTANI KONUŞUYOR

Hürriyet'teki "BOMBA ATIP ATEŞ ETMİŞLER" başlıklı haber ise yalnızca bu gazetenin muhabiri Faruk Zabcı'nın konuşmayı başardığı Özel Harekat Timi Komutanı'nın anlattıklarına dayanıyor. Komutan şöyle anlatıyor baskını:

"Amerikalılar havaya ateş açıyorlardı. Önce sokakta çatışma çıktı sandım. Kapıyı açıp onlara yardım etmek istedim. Bir baktım bize doğru ateş ediyorlar. Yukarki kata çıktım. Ön sırada 35 kadar Amerikalı saydım. Arka sırada peşmergeler dikkatimi çekti. Amerikalılar bize doğru gaz bombası attılar. Olayın değişik boyutlara girmemesi için onlara seslenip teslim olduk."

Görüldüğü gibi, tim komutanının öyküsünde hiç öyle "çaya gelmişlerdi, askerler gafil avlandı"ya elverecek noktalar yok. Bu durumda, AA'nın haberinin bir dezenformasyona dayandığını düşünmek için elimizde yeteri kadar neden var demektir... Peki, bu bir dezenformasyonsa, böyle bir haber neden sızdırılmak istenir? Böyle bir haberden nasıl bir fayda umulur?

ALBAYIN MEKTUBU VE KAMUOYU DUYARLILIĞI

Aklımıza ilk olarak, özellikle Salı günkü gazetelerde çeşitli köşelerde görülmeye başlayan "Askerlerimiz neden karşılık vermedi? Onurlarını neden korumadılar? Yoksa birileri onlara ne olursa olsun ateş etmeyin talimatı mı vermişti? Böyle bir şey varsa, onların derhal ortaya çıkarılması gerekir" türünden soru ve talepler geliyor...

Anadolu Ajansı'nın "baskın" versiyonu, "Türk askerinin kahramanlığı"na halel getirmediği gibi, Amerikalılar'ın tavrını daha da "kabul edilemez" kılacak, bu yönde kamuoyu oluşturacak nitelikte görülüyor...

DEZENFORMASYON, USULDENDİR...

Bu tür gelişmelerde gazetecilerin üzerine yığınla dezenformasyon boca etmek, usuldendir... Sadece Türkiye'de değil, dünyanın her yerinde bu böyledir... Bu tür malzemeler karşısında "milli gazetecilik", haberin yaratacağı sonuca bakarak haberi kullanır ya da kullanmaz... "Gazetecilik" ise kendisine iletilen enformasyonun gerçeği yansıtıp yansıtmadığını kontrol eder, gerçeği yansıtmıyorsa, "millî" sonuçlarına rağmen haberi yayımlamaz...

Bu örnekte mesele epeyce açık görünüyor. Baskını doğrudan yaşamış bir askerin söylediklerine dayandırılan Hürriyet'in haberinin "gerçek" olma ihtimalinin öbür versiyondan kat kat güçlü oluğunu öne sürmek herhalde yanlış olmayacaktır.

Hürriyet'in haberi olmasaydı bile AA'nın haberinin zayıf olduğunu kanıtlayan bir noktayla bitirelim: Öyküye göre birkaç Amerikalı içeri giriyor, silahlarını doğrultuyor ve Türk askerlerini enterne ediyor... Peki bu durumda, dışardaki 100 kadar Amerikalı asker neden kapıyı kırıp içeri giriyor? İçerdeki Amerikalılar'dan biri gider, kapıyı açar, öyle değil mi?

Evet, sonuçta -büyük bir ihtimalle- kamuoyunda, Türk askerleriyle ilgili olarak olumlu bir psikolojik etki yaratmaya çalışan bir "sızdırma haber"le karşı karşıyayız, bu yönüyle masum bir girişim de sayabiliriz... Fakat aynı şey neden hayatî bazı durumlar için de söz konusu olmasın? Bir kere bu yola giren bir gazete, ister istemez yeni dezenformasyonlara da kapı aralamak ya da bazı haberleri gizlemek zorunda kalmaz mı?

"Baskın" haberinde Hürriyet'le öbür gazeteler arasında ertesi gün de (9 Temmuz) devam eden belirgin fark düşündürücü... Hürriyet, bir yandan öbür gazeteler gibi "tepki" verirken, öbür yandan "haber" de vermeye çalışan, "karşı taraf"ın görüşlerini de yansıtmaktan çekinmeyen bir yayın çizgisi izliyor.

Mesela, bir gün önce Türk özel timinin komutanına eylemi anlattıran Hürriyet muhabiri Faruk Zabcı, dün de kendisine suikast düzenleneceği iddia edilen Kürt vali Abdurrahman Mustafa ile görüşmüş. Valinin sözleri şöyle: "Türkiye neden beni öldürmek istesin? Bir türlü aklım almıyor. Ben Kürt, Arap, Türk ayrımı yapmıyorum. Huzur içinde birlikte yaşanması için çabalıyorum."

İlginç bir üslûp... Vali, "Bu saçma bir iddiadır" falan demiyor, sanki teşebbüsü kabul ediyor da anlayamıyor gibi konuşuyor... Keşke Zabcı biraz açsaydı bu meseleyi...

Hürriyet, ciddi İngiliz gazetesi Guardian'ın "Türkler eylem hazırlığındaydı" haberine de yer vermiş. Guardian'ın büroda bulunduğunu söylediği patlayıcılar meselesi, gazetenin genel yayın yönetmeninin yazısında da, "askerlerin sivil giysiler içinde olması" meselesi gibi "sıkıcı bir haber" olarak değerlendiriliyor.

Diyebilirsiniz ki, Hürriyet, ABD ile Türkiye'nin arasının bozulmaması için öyle yapıyor... Olabilir... Ama bu, Hürriyet'in, yaşadığımız karışık ve esrarengiz meselede kafalarımıza takılan soruları kısmen de olsa deşmeye çalışan tek gazete olduğunu teslim etmemizi engellememeli... (A.G.)


KKTC verdi ama kurtulamadı

Kronik Medya'da, Hürriyet'te iki hafta boyunca tam sayfa olarak yayımlanan reklamın "çok ilginç" olduğunu teslim etmiştik... Hani Kıbrıs'tan bir fotoğrafın; altında oraları gezmiş ünlü bir yabancı edebiyatçı ya da sanatçının sözlerinin; onun altında da, o gün sıra hangisindeyse, kendisine hitap edilen bir Hürriyet yazarının da KKTC'yi mutlaka seveceğine ilişkin bir ibarenin yer aldığı reklamlar...

Biz burada reklamı eleştirirken, etkisi garanti olsun diye hem "ulusalcılar"ın hassas olduğu "bölücülük"; hem de "post-modernistler"in hassas olduğu "ayrımcılık" meselelerinden yola çıkmış, şaka yollu, "Bir 'cumhuriyet'in gazeteler arasında bu derece ayrımcılık yapması doğru mu?" diye sormuştuk... Yazıyı, merak ettiğimiz bir başka soruyla bitirmiştik: "Bakalım bu metinleri kaleme alan reklam şirketi aynı yöntemi diğer gazetelerde de uygulayacak mı?"

Kronik Medya'da bu yazının çıktığı gün Hürriyet gazetesi yazarı Ali Atıf Bir konuyu köşesine taşıdı. "Atıf Hoca", "Vur vur inlesin, 'ver kurtul'cular dinlesin!" başlıklı yazısında, reklamın gelişimine ilişkin ilginç bilgiler veriyordu. Ondan öğrendiğimize göre:

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) Başbakan Yardımcısı Serdar Denktaş iki hafta önce Hoca'yı aramış. "Türkiye'de KKTC'yi haritadaki küçücük şekliyle algılayanların sayısı fazla" dedikten sonra, "bu nedenle sokaktaki insana 'minnacık bir yer, verip kurtulalım, AB'ye girelim' denince, bu söyleme inananların sayısı fazla oluyor" diye eklemiş.

Hoca, KKTC yöneticilerinin bu "rahatsızlığı"nı aktardıktan sonra, "'Rahatsızlar da ne yapıyorlar?' diyorsunuz değil mi?" sorusuyla meseleyi malûm reklama bağlıyor. Şöyle diyor:

"İki haftadır yayınlanan KKTC reklamlarındaki 'cennetle' yüzleşenlerin kolayca ve yüksek sesle 'ver kurtul' diyebileceklerini ben artık pek sanmıyorum. Tabii eğer kalpleri varsa..." (Biz mi yanlış anlıyoruz acaba, KKTC bir 'cennet' değil de çorak bir toprak parçası olsaydı, bu durumda "Atıf Hoca" ver kurtulcuları "kalpsizlikle" suçlamayacak mıydı?)

Geliyoruz asıl meseleye... "Atıf Hoca", bu "kalpsizlik" meselesinden yola çıkarak bakın nasıl bir sonuca varıyor: "Reklam işinde kalbi tetiklemek için 'süreklilik' gerekiyor yalnız... KKTC düzenli bir şekilde 'cennet'i Türkiye'ye getirmeye devam ederse, her gün 'birkaç bin taş kalpli' daha yumuşar, meraklıların sayısı artar, kimsenin şüphesi olmasın! Tebrikler KKTC hükümeti, doğru iş yapıyorsun."

Yanlış hatırlamıyorsak şu anda yedi-sekiz Hürriyet yazarı üzerinden otuz-otuz beş bin "taş kalpli" yumuşamış bulunuyor... Demek ki daha epeyce tam sayfa ilan gerekiyor... Yalnız, KKTC'nin bütçesi yetecek mi bakalım bu işe? (A. G.)


'Okur sayfası' 'çamaşırhane'yi andırıyor!

Hürriyet'te her haftabaşı yer alan "Okur Temsilcisi'ne Mektuplar " sayfasının neredeyse tamamı "N.Ç. olayı ve yorumlar"a ayrılmış. Sayfayı hatırlayan Doğan Satmış, okurlara "Hürriyet'in 1 numaralı yayın ilkesi"ni hatırlattıktan sonra şöyle devam etmiş: "Bu hafta, Hürriyet okurlarının bu konudaki lehte ve aleyhte görüşlerinin yanısıra, Hürriyet'in kadın gazetecilerinin görüşlerini okuyacaksınız."

Hadi öyleyse, okuyalım bakalım!

İlginç bir tesadüf eseri olarak, 6 Hürriyet okurundan 4'ü, N.Ç.'nin mahkemede verdiği ve "gizli" kalması gereken ifadesini yayımlayan Hürriyet'i tebrik ediyor! Hatta bu okur mektuplarından birisi şöyle bitiyor: "Hürriyet'e binlerce teşekkür."(!)

Yani özetle, "Seçme Okur Mektupları" gibi bir yayınla karşı karşıya olduğumuz muhakkak...

Gelelim "Hürriyet'in kadın gazetecileri"nin gazetelerinde yer alan N.Ç. yayını hakkında ne düşündüklerine:

Fikri sorulan 10 kadın gazeteciden sadece ikisi yayından "biraz" rahatsız olduğunu söylüyor. Mesude Erşan, "İnsan, kadın ve bir kız annesi duyarlılığıyla" baktığında "rahatsızlık" duymadığını söylediği yayınla ilgili şu eleştiriyi getiriyor: "Ancak bazı detaylardan (pozisyonlardan) rahatsızlık duydum doğrusu." Arzu Çakır da benzer bir biçimde, "Beni en çok üzen 'Pozisyonları tarif etti' başlığı oldu. Bu başlığı çirkin bulduğumu söylemeliyim" diyor.

Diğer kadın gazeteciler yayının çok hayırlı olduğu fikrinde birleşmişler. Bunlar arasında yer alan Ayşe Karasu, cesur çıkışıyla dikkat çekiyor: "N.Ç. olayının, irkiltici ayrıntıları da dahil olmak yayınlanmasını sonuna kadar destekliyorum." Gila Benyamor ise sözlerini şöyle noktalamış: "Bunları konuşmazsak, tartışmazsak hep böyle devam edecek." (Bu da bir fikir; demek sabahtan akşama N.Ç.'nin ifadesini tartışmak en hayırlısı!) Ebru Çapa'nın yayını eleştirenlere bayağı öfkelendiği seziliyor: "Bırakalım değil mi her şeyi, devekuşu gibi yaşayalım; hatta kız çocuklarını Tahtakale'de tezgâh kurup orada satalım. Ayıp, yazık, günah... Evrim bunu bir gün elbet ödetir."(!) (Çapa'nın kurduğu ilişkiler pek anlaşılmıyor ama çok öfkelendiği açık!) Şu sözlerin sahibi Emel Armutçu'yu da (N.Ç. haberini yazan gazeteci) "çok öfkeliler" sınıfına sokmak pekâla mümkün: "Türkiye'de hep böyle değil midir zaten? Çocuğu taciz etmek serbesttir, ama yazmak yasak! Kötüyse gizle. Halk bilmesin. Ama el insaf!"

Yani Hürriyet'in "Okur Temsilcisi'ne Mektuplar" sayfası öyle güzel düzenlenmiş ki, iki zararsız okur mektubu dışında sayfa çok iyi çalışıyor... "Okur sayfası" değil de, sanki kirli yayının "aklanmaya" çalışıldığı bir "çamaşırhane" karşısındasınız! (K.B.)


10 Temmuz 2003
Perşembe
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED