AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Bir telefonun farkı mı?

"Bir zamanlar biz de millet hem nasıl milletmişiz
Gelmişiz dünyaya insanlık nedir öğretmişiz"

...

"Donanma ordu yürürken muzafferen ileri
Üzengi öpmeye hasretti Garb'ın elçileri"

Bu mısralar Mehmet Akif'e ait. Onda pekçok yerde böyle, dün ile bugün arasında özlem-yakınma gel gitleri görürüz.

Acaba Osmanlı gibi bir cihan devletini kaybetmek ve en yoğun duyguları güvenlik alanına kilitlenmiş bir devlet-toplum haline gelmek nasıl bir toplumsal psikoloji oluşturmuştur, bunun siyasal alana yansımaları var mıdır, sorusunun cevabı nedir?

Mehmet Akif'in bu mısraları bu soruların cevabını bulmada anahtar niteliği taşır mı?

Mesela "yeniden büyüklük arayışı", mesela "kendisini küçük görenlere karşı öfke", mesela "dün Osmanlı'yı yoketmek için harekete geçenlerin yaklaşımını içerde politika edinenlere tavır..." , " yukardan aşağı gelen Batıcı reformlar sebebiyle devlet-toplum ilişkisinde kırılmalar..."

Bunları, Olimpiyatlar'da Türkiye'ye altın madalya kazandıran Nurcan Taylan'la ilgili bir haberi (Zaman) okuyunca düşündüm.

Nurcan podyuma çıkıyor, 105 kilo ile başlıyor. İkinci hakkında 112.5 kiloyu deniyor, kaldıramıyor. Üzgün bir halde içeri giriyor. İçeride onu bir sürpriz bekliyor. Başbakan Tayyip Erdoğan'ın telefonu. Konuşuyorlar. Gözlerinde yaşlar beliriyor. "Bana müthiş moral verdi, diyor telefonun içeriğini anlatırken. Podyuma çıktığımda gerçekten 70 milyon insanın dualarının benimle olduğunu hissettim. 112.5 kiloyu üçüncü hakkımda çok rahat kaldırdım."

Nasıl bir şey Başbakan'ın "Bütün millet arkanda. Sana dua ediyoruz" demesi ve bunun bir tür manevi dopinge dönüşmesi?

Mustafa Kemal Paşa, Çanakkale'de, "Sizi savaşmaya değil, ölmeye çağırıyorum" dediğinde, o savaşlar yorgunu askerin içinde mübarek bir damarı yakalamış ve şehitler, şehitler verilerek cephe kurtulmuştu...

Peki Mustafa Kemal Paşa, devrimler sırasında aynı sıcak karşılığı, hatta adanışı neden görememiş, hatta tepkilerle karşılaşmıştı?

Bu, bütün toplumlar için de böyle midir, yoksa işte o bizim damarlarımızda akan "Osmanlı dünyasını özleme hissiyatı" ya da "yıkılışı tetikleyen süreçle bütünleşme kaygısı"nın bir biçimde tetiklenmesi mi söz konusudur?

Düşünüyorum ki, Türkiye'de politika yapılırken, halkın gücünü birtakım hedeflere doğru sevkederken, toplum psikolojisinin derinliklerini doğru okumak gerekiyor.

Bir ara miting meydanlarında açılan pankartlara kızdığında "Tayyip Bey bu değil" diye bir yazı yazmıştım. O zaman "Gecekondulardaki iftar sofralarının Tayyip"ini hatırlatmıştım.

Geçen gün, Pamukova tren kazası olduğunda iki Tayyip çizgisi sergilendi. Birisi, "Haddinizi bilin" tavrı idi, o bence gitti, Türkiye'de zaman zaman tanık olunan "yukardan aşağı yönetimler üslubu"na monte oldu, gazeteciyi değil halkı yaraladı ve Tayyip Erdoğan yara aldı.

İkinci tavır, Tayyip Bey'in kazada kız evlatları can veren bir aileye taziye ziyaretine gidip orada Kur'an okuması ve onlarla halleşmesiydi. Aile AK Parti'li olmadığını, ancak Başbakan'ın bu tavrından çok etkilendiğini söylemişti. Bu Tayyip Erdoğan, aranan politik sima idi, çünkü toplumun gönül yarasına merhem gibi algılanmıştı.

Bütün bunlar toplum-politikacı ilişkisinin, toplumsal psikolojinin derinlikleriyle bağlantısının yansımaları...

İnsanlarla temas ediyorum ve onların dünyasında "İki Tayyip" ayrışması oluştuğunu gözlüyorum. Bir Tayyip puan kaybediyor, diğeri onu tamir etmeye çalışıyor. Acaba iki Tayyip'in birbirinin ne ettiğinden haberi var mıdır?

-IMF ne derse onu yapıyorlar!
-Hâlâ iktidar olamadılar!
Bunlar çok konuşuluyor...

"IMF" etrafında enflasyonun düşüyor olmasına rağmen borçların artması, reel faizlerin yüksekliği, işsizliğin artması, ekonomik durgunluk, maaşların adeta donması konuşuluyor...

"Hâlâ iktidar olamamak" etrafında da vetolar, meslek liseleri, bazı kritik yerlere tayinlerin yapılmaması vs... gündeme geliyor.

İşin olumsuz yanı, halkın en zayıf kesimlerinin üzerindeki yükü, baskıyı, ezilmişliği artıran bu olgu karşısında en azından telafi edici bir üslubun sergilenemeyişi, aksine "kimse yapamadı biz yaptık" edası içinde "katı gerçekleri cesaretle sunma" söylemine yönelinmesi... Belki böyle zamanlarda "Muhalefette olsaydık halkın nabzını nasıl tutardık?" yaklaşımının benimsenmesi gerekiyor. Tayyip Edoğan'da bu hassasiyetin yeterince bulunduğunu düşünüyorum. Bir telefon neleri etkiliyor. İşsizlerin, işi olup da geçinemeyenlerin, ürettiği malı masrafını karşılamayanların, gariplerin, kimsesizlerin umut bağlayacağı bir siyaset adamı olmak... Tayyip Erdoğan, böyle "Bizim Tayyip" oldu.

Osmanlı'yı kaybetme yıkımı, hücreleremizin derinliklerinde bir eziklik halinde yaşıyor. Toplumu döverek politika yapmaya kalkanlar hep kaybetti.. Aksine, onun yüreğinin derinlerindeki onuru, izzeti farkederek, onu ezilmişlik duygusundan kurtarma cehdiyle hareket ederek, onunla elele bir yamacı tırmandığını hissettirerek politika yapmak toplumdan da sıcak karşılık görüyor.


17 Ağustos 2004
Salı
 
AHMET TAŞGETİREN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED