AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Ekonomi Medyası Elini Göstermeye Başladı

Türkiye'de kamuoyu oluşturmada medya gücünün ne ölçüde etkisinin olduğunu herkes üç aşağı, beş yukarı biliyor. Bu yüzden, Türk medyasının tutum ve tavırlarındaki değişiklikler kimi zaman ilginç yorumlara sebep oluyor.

Ak Parti iktidarına karşı medyanın daha düne kadar geliştirdiği duruşu, medyanın içindekilerin de itiraf ettiği şekliyle "tanınmış mühlet" olarak nitelemek mümkündü. Ancak son zamanlarda Türk medyasında özellikle tren kazalarının ardından belli bir tavır değişikliğinin yaşandığını görüyoruz. Kazalarla başlayan "acımasız" eleştirilerin, bundan önce YÖK gibi "hassas" konularla sınırlı kalmayacağı giderek anlaşılıyor.

Eleştirilerin dozu, son zamanlara dek iktisadi ortamı olduğundan daha müspet gösteren ekonomi sayfalarında da artmaya başladı. Ak Parti iktidarı karşısında ekonomi yazarları kendi aralarında bir görev dağılımı yapmış, bunlardan önemli bir kısmı, "IMF ile ilişkiler IMF'in istediği gibi gittiği ve piyasalar rahatlatıldığı sürece" güllük gülistanlık bir manzara çizmeye yönelmiş, diğerleri ise farklı cenahlardan saldırarak hükümeti diken üstünde tutma görevini benimsemişlerdi.

Yaklaşım genel itibariyle bu tarzda olduğu için, hükümetin yaptıkları ve ekonominin gerçekleri yerine "sanal" bir ekonomi yaratılmış ve bu sütunlarda bu varsayımsal ekonomi tartışılmıştı. Ekonomi politikasının tutarsızlıkları bilinçli bir şekilde gizlenmiş, bu politikaların ne ölçüde sürdürülebileceği tartışılmamış, cari açık, bankacılık sektörü riskleri ve dengesizlikleri, kamu borcunun mevcut politikalarla indirilmesinin ancak çok uzun bir süreç sonunda mümkün olabileceği ve işsizliğin nasıl halledileceği gibi problemler hasıraltına itilmişti. Bu sütunlarda, reel faizlerin mevcut seviyesinin rasyonelliği, faiz dışı bütçe fazlasının önemi, büyümenin dizgin altına alınması, IMF programından sapılmaması gerektiği hep tartışılmış, alternatifin olmadığı kamuoyundan ziyade hükümete empoze edilmişti.

İşin ilginç yanı, bu politikanın ancak kısa vadede sürdürülebilir olduğu ortada idi. Maksat, 2004 yılı sonlarına kadar tanınmış olan "mühlet" döneminde hükümete bu yönde kontrollü bir teşvik temin etmekti. AB'den tarih alınması durumunda bu sürecin bir şekilde normalleşme sürecine gireceği, aksi takdirde, yani AB'den tarih alınmaması durumunda, bir kriz pahasına benzer politikaların gerekirse yeni bir hükümetle devam ettirilmesi umuluyordu.

2004'ün sonuna yaklaştıkça, AB'den imza konusunda hala net sinyaller gelmiyor. Tabiatıyla Türk medyası da, verdikleri "mühleti" gerektiğinde sona erdirebilecekleri bir konuma geçebilmek için eleştirilerin dozunu arttırmaya başladı. Daha düne kadar cari açığın konuşulmasını tabu yapmış kimi yazarlar, bir anda cari açık tehdidini konuşmaya başladılar. Üstelik bunu bir de hükümetin yıprandığı izlenimini oluşturarak yapmaya çalışıyorlar. Hatta şimdilerde ekonomi yazarlığına soyunmuş olan eski bir bürokrat, IMF ile stand-by anlaşmasına hükümetin yanaşmış olmasını, hükümetin bunu içinden gelen bir istekle yapmadığından hareketle eleştiriyor. Hükümetin bu önemli kararın arifesinde sivil toplumun tüm kesimlerini dinlediği süreyi bir vakit kaybı olarak algılayan bu anlayış, Türkiye'de temsile layık tek bir kesimin olduğunu varsayıyor herhalde.

Okuyuculardan gelen yığınlarca sorunun odağında ekonomide son dönemlerde yaşanan menfi gelişmeler ve bundan sonrası soruluyor. Her birine ayrı ayrı cevap veremiyoruz, bağışlasınlar. Ama şunu cevap olarak söyleyebiliriz. Ekonomide son zamanlarda menfi olarak görünen gelişmeler, en baştan beridir alkışlarla karşılanan politikaların tabii sonuçlarıdır. Baştan beridir cari açık ve işsizlik dahil olmak üzere Türk ekonomisinin başlıca sorunlarının yapısal olduğunu ve çözümün, büyümenin kontrol altına alınması ve devalüasyon gibi geçici tedbirlerle halledilemeyeceğini söylüyoruz.

Hükümet, istikrarı temin etmede sağladığı başarıyı, etraftaki bu "yönlendirici" kalemler sebebiyle uzun vadeli yapısal reformlara dönüştürmekte her geçen gün daha da gecikiyor. Sonuçta bu kalemlerin baştan beridir tanıdığı mühlet, tabii sınırlarına ulaşmaya başladı. Bugüne dek hükümeti alkışlayanların teker teker yuhalamaya başlaması, ekonomideki temel dinamiklerin değişmesi yüzünden değil. Ama maalesef, iktisatçıların çok iyi bildikleri ve "kendi kendini olduran beklenti" dediğimiz süreç, her zaman ekonomik temelleri dikkate almıyor.

Eğer Ak Parti iktidarı şimdiye kadar Türkiye'nin temel yapısal sorunlarına yönelik daha ciddi adımlar atmış olsaydı, şimdilerde Aralık sendromu ile medyadaki bu tavır değişikliğinden daha az etkilenir olacaktı. Bu yapılamamış olduğu için, maalesef hükümet de herkes gibi kendini Aralık'a bağlamış durumda.


17 Ağustos 2004
Salı
 
MELİKŞAH UTKU


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED