AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Savaşlar ve 'hurafeler'

"Ben tatildeyken" dizisinin bu son bölümünü de son günlerde Çanakkale Şehitlikleri bölgesinden gelen bazı haberler üzerine getirilen yorumları gözden geçirmeye ayıracağım.

Meseleyi biliyorsunuz; bazı gazetelerde yer alan haberlere göre, Çanakkale Şehitlikleri'nde ziyaretçilere rehberlik yapan bazı kimseler, onbinlerce şehit verilen bu savaşı tamamen "hurafeler" çerçevesinde anlatıyorlarmış. İngiliz birliklerini yutan "bulutlar", düşman mermilerini havada yakalayıp geldiği gibi iade eden "sarıklılar", Olimpiyatlar'da altın madalya alan haltercilerimizin bile altına giremeyeceği kiloları sırtlanan gaziler, vesaire...

Hikayenin devamını da biliyorsunuz: Bazı gazeteler ve köşe yazarları, Çanakkale Savaşı'nın ziyaretçilere bu şekilde bir tamamen "hurafeler" çerçevesinde anlatılmasına şiddetle karşı çıktılar... Bu yorumlara göre, bütün savaşlar gibi Çanakkale de bu "hurafeler"den arındırılmış olarak "bilimsel" bir yaklaşımla anlatılmalıydı. Çünkü "savaş sanatı"nın bu "hurafeler" ile bir arada anılması pek münasebetsiz bir girişimdı, vesaire...

Tuhaf bir eleştiri haliyle... Sanırsınız ki, bu topraklarda yaşayanlar da içinde olmak üzere dünyanın savaşmış bütün milletleri (savaşmayan da kalmadı herhalde) ölüp öldürdükleri, yenip yenildikleri savaşlarını sanki her zaman "Harb Akademileri"ndeki dersleri örnek alarak anlatıyor ve dinliyorlar. Oysa ne gezer... Dünyanın bütün savaşmış milletleri, tabii ki, savaşlarını birtakım "hurafeler"le süsleyerek anlatıyor ve dinliyorlar...

Başka türlüsü mümkün mü zaten? Dünya milletlerinin -devletlerinin arzusuna uyarak- birbirlerini yüzyıllar boyunca boğazlaması olgusunu "hurafeler"i dışarıda bırakarak anlayabilmek mümkün mü? Bu çerçevede şunu da söyleyebiliriz: Eğer savaşlara ilişkin bu "hurafeler" olmasaydı, hangi ordu cephede asker tutabilirdi? Nitekim, bizde adı olur olmaz anılan savaş teorisyeni Clausewitz de böyle düşünüyordu: Savaşta zaferin birinci şartı, savaşcıların tamamının aynı morali paylaşıyor olmalarıdır. Savaştan önce ve sonra ortada, "hurafeler"in de kuşattığı birtakım "değerler" oluşturulmuş olacak ki, (mesela) bugün Avrupa Birliği'nin adeta "etle tırnak gibi" olmuş Fransa ve Almanya'sı sadece yirminci yüzyılda birbirinin milyonlarca canını alabilsin...

Yani lafın kısası, "savaş"ı sadece "bilimsel" bir yaklaşımla anlamaya ve anlatmaya çalışmak ve savaşlara dair "hurafeler"i "çağdışı" olarak nitelemeyi bugüne kadar hiçbir babayiğit devlet-millet başaramadı. Dolayısıyla, bu işe soyunan gazete ve köşe yazarlarının gayreti de boşuna... Hem söyler misiniz; bugün Çanakkale'yi "hurafeler"den arındırmak gibi mânasız bir işin peşine düşmüş olanlar, gazetelerinde birkaç yıldır "Atatürk'ün bir tepenin yamacına düşmüş silüeti" hurafesini ballandıra ballandıra aktarmıyorlar mı? Ayrıca çok daha önemli olarak bu "hurafe", yörenin devlet adamlarının huzurunda ve mızıka eşliğinde artık her yıl kutsanmıyor mu? Hem de nasıl...

İsterseniz, "Çanakkale Hurafeleri" tartışmasında "bilimsel yaklaşım" taraftarlarına yönelik karşı-eleştirilere de kısaca bir göz atalım:

Sözünü ettiğim ve ilgimi çeken bu karşı-eleştiriler, tabii ki, düşüncelerine, görüşlerine değer verdiğim yazarlara aitti. Açıkça söylemek gerekirse, bu çerçevede bazı yazarların bazı cümleleri beni bayağı şaşırttı da. Bakın mesela, başyazarımız Ahmet Taşgetiren, 19 Ağustos tarihli yazısını nasıl bitirmiş:

"Acaba Mustafa Kemal Paşa, 'İslami enerji'si tükenmiş, dolayısıyla 'şehidlik' duygusu mevcut bulunmayan bir topluma 'Sizi savaşmaya değil, ölmeye çağırıyorum' diye seslenseydi nasıl bir tepki alırdı?

İtalyan askerleri, savaş nutukları atıp 'haydi, hücum!' diye seslenip atını süren komutanlarına 'Bravo kapitano!' diye alkış tutarmış... İçinden öyle askerler çıkaran bir topluma ne dersiniz?"

Başyazarımızın bu sözleri size de şaşırtıcı geldi mi bilemem... Bana şaşırtıcı geldi, çünkü yazılarında "barış"tan sıkça (ve de çok güzel) söz eden Taşgetiren'in "Size savaşmayı değil, ölmeyi emrediyorum!" (doğrusu böyleydi herhalde) emri karşısında bu derece heyecanlanmasının nedenini doğrusu anlayamadım. Zamanında sarfedildiği ileri sürülen bu sözler bugünün dünyasında, yani "savaş"ın bir "kötülük" olduğunun artık iyice anlaşıldığı bugünün dünyasında bizleri niçin heyecanlandırsın ki? "Ölmeyi emretmenin" bugünün dünyasında moral bir dayanağı bulunabilir mi?

Dolayısıyla, eskinin savaşlarının onlara eşlik eden "hurafeler"le birlikte hatırlanmasının devamına ben de karşı değilim. Değilim, çünkü aksi takdirde bugüne kadar hayatlarını savaş meydanlarında bırakan milyonlarca insanın hatırasına saygısızlık etmiş oluruz. Ancak herşeye rağmen, "savaşın artık imkansız" olduğunun düşünülmesi ve seslendirilmesinin entelektüel bir görev olduğunu da düşünüyorum.


28 Ağustos 2004
Cumartesi
 
KÜRŞAT BUMİN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED