AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
Y A Z A R L A R
Yoksulluğu yenmek gerek

Yoksulluk, sadece yoksulları değil, zenginleri de yakından ilgilendiriyor. Ama yoksulluğu zenginlerin çözümüne bırakmak da çok fazla kolaycılık, değil mi?! Zenginlerin vergi ve zekatlarını hakkıyla vermelerinden ve yoksulların istihdamına yönelik projeler geliştirerek işsizliğin giderilmesi yoluyla yoksulluğun azaltılmasından yoğun gündemlerle bahsedebiliriz. Fakat bunun anlamı, yoksulların girişimcilik yapamayacağı ve bir ölçüde sınıfsal yara almış bir süreci bir türlü aşamayacağımızı kabul etmektir.

İşte bu noktada dikkatleri yoğunlaştırmadan önce, Ankara Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkanı Sinan AYGÜN'den aldığım mailde vurgulanan hususlara dikkatinizi çekmek istiyorum:

"Sn. SINAV, 'Yaşanmaya Değer Ülke' başlığıyla 22 Kasım 2004 tarihinde yayınlanan yazınızı okudum. Türkiye'nin bize göre en önemli sorunlarından birini köşenize taşıdığınız için çok teşekkür ederim.

Bir yandan adaletsiz gelir dağılımı, öte yanda milli gelirin paylaşımındaki sorun, son yıllarda ardarda yaşanan ekonomik krizler, başarısız politikalar ülkemizde yoksulluğu daha şiddetli boyutlara taşırken, acil önlem alınması gereken öncelikli hale getirmiştir. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de yoksulluk ekonomi politikalarıyla ilgili bir olgudur. En belirgin olanı da vergi politikalarıdır. Bir ülkede dolaylı vergilerin oranı doğrudan vergilerden daha fazla ise, yoksulluk sınırının altına kayan insan sayısında da artış görülmesi kaçınılmazdır. Dolaylı vergi oranının yüksekliği gelir dağılımı bozukluğunun artması demektir. Toplam milli gelirin yarısını elde eden nüfusun % 20'lik kesimi ile, gelirin sadece % 5.4'ünü elde eden % 20'lik kesimin, aynı mal ve hizmeti alırken aynı vergiyi ödemesi en baştaki adaletsizliktir. Yani çaya, ekmeğe, sağlık hizmetlerine zengin ve fakirin aynı vergiye ödemesi demektir. Dolaylı vergi oranı gelişmiş ülkelerde % 30'larda seyretmektedir. Türkiye ise bu açıdan çok şanssızdır. 2000 yılında % 60 olan dolaylı vergi oranı bugün % 70'leri aşmış durumdadır.

Sizin de vurguladığınız gibi, bugün Türkiye'de her 4 kişiden biri devlet yardımına muhtaç durumdadır. Türkiye'de yatırımlar artıp, istihdam alanları çoğaltılmadığı sürece bu sayının giderek artması kaçınılmazdır. Türkiye'de sosyal dayanışmanın olması elbette sevindiricidir, ancak insanlara giyecek, yiyecek, yakacak yardımı yaparak bir ülkeyi ilerletmek sözkonusu olamaz. Bu şekilde yoksulluk da önlenemez.

Yoksulluk arttıkça kaçınılmaz olarak suç oranları da artacaktır. Emniyet Genel Müdürlüğü, 2003 yılı Ocak-Eylül dönemi ile 2004 yılı Ocak-Eylül dönemini kıyaslayan bir istatistik yayınladı. Verilere göre, 2003 yılının ilk 9 aylık döneminde 244 bin 270 asayiş olayı meydana gelirken, 2004 yılının aynı döneminde meydana gelen asayiş olayı sayısı 262 bin 589'a yükselmiş durumda. Bu olaylardan 120 bini şahsa karşı işlenirken, 142 bin 520'si ise mala karşı işlenen suçlardan oluşuyor. Bu rakamlar gerçekten hem ürkütücü hem de düşündürücüdür.

Türkiye'nin kalkınmış bir ülke olmayı, yaşanabilir bir ülke haline gelmek için hedeflemesi gerekmektedir. Bunun da öncelikli yolu istihdam alanları yaratarak, insanlara balık tutmayı öğretmek olmalıdır. Saygılarımla."

Sayın Sinan AYGÜN'e bu katkıları nedeniyle teşekkür ediyorum.

Birçok yazımda belirttiğim üzere, iktisat politikalarının yoksulluğun yokedilmesine kilitlenmesi, girişimci bireylerin önünün açılması ve gelir dağılımının mutlaka düzeltilmesi gerekiyor. Ancak hazır gelirin adil paylaşılması ve yeni gelirler oluşturulması için, istihdama yönelik yatırımların belirgin bir düzeye gelmesi şart. Bence, sadece bu çeşit önlemlerle bile Türkiye'deki yoksulluğu yoketmek mümkün değil.

Öyleyse ne yapacağız da yoksulluğu yeneceğiz?!

Kanımca, bu, bir toplumsal konsensüs sorunudur. Şöyle ki, üretmeyen, hatta ihracata hizmette bulunmayan hiçbir birey bırakmayarak, ar-ge faaliyetleriyle beslenen kaliteli üretimle dış ticaret hadlerinde olumlu gelişme sağlayıp sömürülmeyi de mümkün olduğunca engelleyerek ve mümkün olan en kısa dönemde 500 milyar dolarlık ihracat rakamına ulaşarak yoksulluğumuzu yenebiliriz. Bu şekilde fert başına düşen gelirde artış olacağı gibi, artacak olan vergi gelirleri sayesinde kamu borçlanma zorunluluğu da ortadan kalkacaktır. İşte böyle bir kalkınma düzeyi için bütün donanımımızı ayarlamalıyız. Ama mahalle ya da dünya çapında iş-üretim fikirleri ve deneyleri anaforu oluşturmadan böyle bir başarıyı yakalamayı hayal bile edemeyeceğimizi de bilmeliyiz.


6 Aralık 2004
Pazartesi
 
TAHSİN SINAV


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED