|
AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ |
| |
|
|
|
Bugünkü Yeni Şafak |
|
|
|
|
|
|
Tartışma, Enis Batur'un, "Cumhuriyet öncesindeki edebiyat Türk edebiyatı değildir, Osmanlı edebiyatıdır" sözleri üzerine başlıyor; Batur'un yanlış düşündüğünü söyleyen (bence de yanlış düşünüyor) birçok okur-yazar, bizim olan bu edebiyatı daha iyi anlayabilmemiz için, okullara (liselere) Osmanlıca dersi konulmasını öneriyor. Uygundur. Zorunlu değilse de, "seçmeli ders" olarak okutulabilir. Hatta, bu konuda ihtisas liseleri bile açılabilir. Öneriye sıcak bakanlardan biri de, bir CHP'li ağabeyimiz. Uzun yıllar partide yöneticilik yaptı. Bakanlık verilmediği için küstü, kendini bilimsel-eğitsel çalışmalara adadı. O da şöyle diyor: "Çağdaşlaşmak için kültürel sürekliliği sağlamak zorundayız. Türkiye Cumhuriyeti kültür politikalarını yeniden gözden geçirmelidir. Geçmişle irtibatımızı koparmamalıyız." İnanalım mı? Gerçekte Türkiye Cumhuriyeti kültür politikalarını gözden geçirip, geçmişle irtibat kurma cihetine gitmeli midir? Kültürel inkitaa neden olan kurumları (bir bölümü 12 Eylül'de kapatılmışlardı) bir bir elden geçirmeli, hatta "geçmişle bağ kurma" ve kültürel sürekliliği sağlama adına liselerde Osmanlıca tedrise izin verilmeli midir? Efendim? Ben inanmıyorum. Gaza gelip söylenmiş sözler olarak kabul ediyorum. Çünkü, aralarında bu değerli politikacının da bulunduğu birçok CHP'li, "geçmiş kültür"den İslam'la harmanlanmış bin yıllık birikimi değil, Yunan/Latin kültür değerlerini anlamaktadır. Klasik CHP, en çok bu nedenle "kültür" kavramına vurgu yapmıştır. İsmet Paşa "kültürel kalkınma" der mesela. Önce kültürel, sonra sınai kalkınma. Bu iki öncelik sürekli çatışıp durmuştur partide... Bir de akıllara seza bir "eğitim seferberliği" vardır. Köy Enstitüleri ve Halkevleri aracılığıyla halka Batılı kültürü götürmek, Yunan/Latin kültür değerlerini öğretmek. Çünkü, onlara göre biz, "Anadolulu"yduk, geçmişimizde Yunan/Latin kültür değerleri vardı. Klasiklerin çevirilişi buna dayandırılıyordu. Devlet Konservatuvarı'na, Devlet Tiyatro Bale ve Operası'na verilen abartılı önem bundan kaynaklanıyordu. İşte size (Attila İlhan'ın ağzından) o yıllardan bir kesit: "1943 yılının yoksul ve perişan Bahçe kasabasında, Sabah Ankara radyosunu açar, pencereden sığırın kıra dağılışını seyrederken, sabah müziği diye Fransız musette havaları, ya da Çardaş Fürstin operetinde düettolar dinlerdim. Haruniye Köy Enstitüsü'nün kız öğrencileri mandolinle bir-iki menuetto çaldılar mı, Türkiye çağdaşlaşmış oluyordu. Bunun adı İnönücülüktür, Atatürkçülük filan değil... Mustafa Kemal, Dil Kurumu'nu Tarih Kurumu'nu ulusal bilinç doğsun diye kurmuş, İnönü dönemi bu kurumları yanlış bir çağdaşlaşmanın, açık bir kültür emperyalizminin araçları haline getirmiştir..." Değerli politikacı ağabeyimiz, "geçmişle irtibatımızı koparmayalım" derken, belki de Köy Enstitüsü ve Halkevi solculuğunun revaç bulduğu Milli Şef asr-ı saadetine (!) gönderme yapıyordu. Öyle ya, geçmiş kültürümüzü "Osmanlı gericiliği" diye karalayanların başında o geliyor... ÖZÜR: Dün teknik bir karışıklıktan dolayı eski tarihli bir yazım girmiş. Müdavimlerden özür diler, beni yeni bir yazı yazma zahmetinden kurtaran (!) arkadaşlara da şükranlarımı sunarım.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |