AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
Y A Z A R L A R
AB olmazsa ne olur?

Son iki hafta içinde önce Aydın ve Nazilli'de, ardından da Simav'da "AB eşiğinde Türkiye" ve "AB ve Gençliğimiz" başlıklı konferanslar verdim. Bu arada insanlarımızla birebir sohbetler yapma imkanım oldu. Yoğun sorularla karşılaştım.

Sorulardan birisi şöyleydi:

-Acaba Türkiye AB'den tam üyelik için kesin tarih alamaz da, ilişkiler koparsa Türkiye için başka çıkış yolu var mı?

Bu sorunun bir alt yapısı olduğunu biliyordum.

Bir kere "AB olmazsa işimiz zor" biçiminde bir yargı alttan alta işlemiş ve toplumu etkilemeye başlamıştı. Bir kısım insanımız işimizin gerçekten zor olduğuna inanıyor ve AB'nin alternatifsiz olduğunu düşünüyordu. "Türkiye Ortadoğu'ya mı yönelecekti, orası bir bataklıktı ve orada çağın gerisinde kalmış ülkeler vardı. Yoksa Türkiye Amerika ile iş tutup, bölgede Amerika'nın piyonu mu olacaktı?" Bu sorular tüm AB tartışmalarında ziyadesiyle sorulmuş ve ortaya Türkiye için AB'nin olmazsa olmaz olduğu bir sonuç çıkmıştı.

Bir kısım insanımız, böyle bir sonucun farkındaydı ama, buna teslim olmak istemiyor, Türkiye gibi bir ülkenin bir farklı çıkış yolu bulunması gerektiğini, AB'ye teslimiyetin kabul edilemez olduğunu düşünüyordu, ancak farklı ihtimallere umut bağlamak konusunda müteredditti.

Görünen oydu ki bir kısım insanımız, sizin verdiğiniz onaylarla başka noktalardan yola çıkıp AB'ci hale gelmiş olmasının sağlamasını yapmak istiyor, bir kısmı ise, içine sindiremediği dayatmalar karşısında Türkiye için bir umut arıyordu.

Şu da söylenebilir ki herkes Türkiye'nin AB ile ilişkiler sürecinde demokratikleşme, insan hakları, hukukun üstünlüğü, sistemin şeffaflaşması gibi sistem planında olumlu adımlar atıldığını kabul ediyor, ancak AB'nin hem zaman zaman kabul edilemez talepleri bulunduğunu, hem de Türkiye her şeyi kabul ediyor olsa bile hala kabul edilmeme gibi bir durumun ortaya çıkabileceğini düşünüyordu. Bu soru daha çok da bu sebeple önemseniyordu.

Nasıl cevap verilmeliydi bu soruya?

Ben, öncelikle, bu tür müzakerelerde her ülkenin bir kırmızı çizgisi, olmazsa olmazlar paketi bulunması gerektiğini, ülkelerin o çizginin gerisine düşmek istemeyeceklerini ve o çizginin gerisine düşmek söz konusu olduğu takdirde kesin redler ortaya koyabileceğini ifade ediyorum.

AB ile ilişkiler çerçevesinde bazı AB talepleri kuşku uyandırıyordu. Bunlar, dost ilişkilerden öte anlam taşıyorlardı. (Kıbrıs bunun açık örneğidir.)

Böyle bir durumda Türkiye'nin mutlak rezervleri bulunması tabii idi. Ve eğer mutlak rezervleriniz varsa, onları korumak için çareleriniz olmalıydı.

Türkiye, rezervlerini koruma konusunda çaresizdir, demek aslında rezerv koymayı anlamsız kılan bir durumdu ve bunu, size kabul edemeyeceğiniz şeyleri dayatanların bilmesi halinde son derece dezavantajlı bir duruma düşeceğiniz açıktı.

Türkiye, böyle bir zaafı bulunsa bile en azından bunu dışa vurmaktan kaçınmak zorundaydı. "Kan kusarım, kızılcık şerbeti içtim derim" özdeyişi böyle durumlar içindi ve onurlu bütün ülkeler, "Bana istediğin şartı dayatabilirsin" anlamına gelen böyle bir zaafı sergilemezdi.

Kaldı ki Türkiye, AB'nin eline-ayağına düşmüş konumda bir ülke değildi.

İlişkiler ne kadar bu mecraya, yani "AB'ye üyeliği siz istiyorsunuz, siz bize üye olmak istediğinize göre bizim şartlarımıza tabi olmalısınız" mecrasına sokulmuş ise de, Türkiye'nin ilişki ağının AB ile sınırlı olduğu görüşü, bizzat AB'nin bile paylaşmayacağı bir yanılgının ifadesi idi. Çünkü Türkiye AB için önemliydi. Ve Türkiye'yi AB için "önemli" kılan hadise, Türkiye'nin jeostratejik-politik-ekonomik derinliği idi. AB'nin Türkiyesiz ulaşamayacağı bir derinlikti bu. Peki AB bu derinliği önemsiyor idi de, biz AB'siz kaldığımızda bu derinlik nereye gidiyordu?

Evet, Türkiye'nin Ortadoğu ve Avrasya'ya uzanan derinliğindeki dost ülkeler, AB ile bütünleşmiş bir Türkiye'nin bu coğrafya için çok hayati atılımlara imkan sağlayacağı düşüncesinde idiler, ama bu, "AB olmazsa Türkiye boşta kalır" yaklaşımı değildi. Belki öyle bir durumda bu coğrafyanın AB ile ilişkilerinde yaralanmalar olacak, dolayısıyla bizzat AB, bu coğrafya ile sağlıklı ilişkinin kendisine kazandıracağı imkanı kaybetmiş olacaktı.

Ortadoğu ile ilişki neden bataklık olsundu?

Avrasya ile ilişki neden negatif yorumlansındı?

Amerika hem Ortadoğu'da, hem Avrasya'da zemin aramaktaydı.

Rusya Avrasya'da yeniden güç arayışındaydı. Demek bu coğrafya, elini dokunanın yandığı bir coğrafya değildi. Zorlukları yok muydu, elbet vardı, ama Türkiye için derin bir akraba dünya idi bu coğrafya... Hiç tereddüt etmeden söylenebilirdi ki, Amerika da, Avrupa da, bu coğrafya ile ilişki kurmak zorunda ise, bunu, Türkiye olmadan yapamazlardı. Türkiye olmadan, Irak olmadan, Suriye, İran, Asya ülkeleri olmadan bu coğrafya ile ilişki kurmak... Bu mümkün mü idi?

Evet hazır lokma yoktu... Ama AB inin sunacağı lokma hazır mı idi? Ya da AB'nin lokması, bir zehiri de birlikte yutmayı empoze edecek kadar görkemli miydi?

Evet, bunlar böyle olmamalıydı...

Bir kere Türkiye, "Ben her şeye rağmen kendi ayaklarım üzerinde duracak güce sahibim" diyebilmeliydi. Ve ardından da, beslendiği hinterlandın hiçbir dünya gücünün ihmal edemeyeceği bir derinlik - genişlik oluşturduğunu dünyaya anlatmalıydı.

Ensenizi sunarsanız şaplak vuranlar her zaman bulunuyor. Türkiye asla öyle bir ülke görüntüsü vermemeli. Sözün özeti bu.


7 Aralık 2004
Salı
 
AHMET TAŞGETİREN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED