|
AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ |
| |
|
|
|
Bugünkü Yeni Şafak |
|
|
|
|
|
|
17 Aralık tarihi yaklaştıkça Avrupa Birliği'nin Türkiye'nin önüne koymaya çalıştığı kartlar daha bir sıklıkta masanın üzerine konuyor. Avrupa Birliği üyeleri ve kurumları Türkiye ile ilgili beklenti ve isteklerini, bir bakıma fırsat bu fırsattır diyerek, birbiri arkasına sıralamakta adeta yarışa girmiş gözüküyorlar. Türkiye ile Avrupa Birliği üyeleri arasında bir sinir harbi cereyan ediyor. İster istemez Türkiye kendini savunma pozisyonunda hissediyor ve bir bir masanın üzerine konulmaya çalışılan kartlara karşı argümanlar geliştirmekle meşgul. Türkiye nerede ise yarım asra varan bu süreçte verilmiş sözlerin ve taahhütlerin tutulmasını beklerken Avrupa Birliği üyeleri Türkiye'nin önünü kesmek için yeni engeller icat etmektedirler. Bütün bu sürecin özünde taraflar arasında ciddi bir "güven sorunu"nun ve "psikoloji"nin gizli olduğunu görmemiz gerekiyor. Anlaşılan o ki ne Türkiye Avrupa Birliği (AB) üyelerine ve kurumlarına, ne de AB üyeleri ve kurumları Türkiye'ye güvenmektedirler. Bundan dolayı da karar verme öncesinde yapılabilecek her şeyin yapılması, işlemlerin tamamlanması ve sorunu yaratacak noktaların kalmaması gerektiği düşüncesiyle bununla ilgili kartlar birbiri arkasından açılmaktadır. Türk kamuoyunda AB'nin Türkiye'ye karşı objektif davranmayacağı, Türkiye'yi AB'ye almamak için işi yokuşa sürmeye çalıştığı ve çifte standart uyguladığı yönünde hakim bir kanaat mevcut. Türkiye ta başından beri Batı'ya yönelmiş durumda, "muasır medeniyet" olarak tanımladığı Batı medeniyetiyle bütünleşmek için bütün imkanlarını seferber etmiş bulunmakta ancak Batı'ya karşı sağlıklı bir güven ortamı oluşturulmuş değil. AB'nin Türkiye'den istediklerinin bütün aday ülkeler için aranan şartların aynı olduğunu düşünenlerin oranının yüzde onların bile altında olması bu güvensizliğin açıkça dışa vurulmasından başka bir şey değil. Türkiye'nin AB üyelerine ve kurumlarına güven duyamamasının pekçok tarihi, kültürel, sosyal ve siyasal sebebi var. Öncelikle bu güvensizliğin iyi anlaşılması gerekiyor. Bunun tersi de şaşırtıcı değil. AB üyesi ülkelerin kamuoylarının da Türkiye'ye güven duyma noktasında ciddi sorunlar yaşadıkları görülüyor. Özellikle Osmanlı Devleti dönemi, Viyana'ya kadar gidilmiş olması gibi hususlar ister istemez Türkiye sözkonusu olduğunda bakışların buralara yönelmesinde etkili oluyor. Aslında Batı'nın genel olarak Batı dışı dünyaya karşı belli bir bakışı ve yaklaşımı var. Bugün Türkiye konusunda AB'nin bundan bağımsız davranması ve olumlu bir çizgiye kayması kolay olmuyor. Batı için Türkiye her zaman "öteki" olmuştur. Şimdiki asıl mesele Batı'nın "öteki" ile birlikte yaşamaya ne kadar hazır olduğu ve ne kadar bunu başarabileceğidir. Bunu hep birlikte göreceğiz. Bütün bu gelişmeler bizim Batı'yı tanıma noktasında ne kadar yetersiz olduğumuzu ortaya koyduğu gibi Batı'nın da Türkiye'yi tanıma konusundaki yetersizliğini göstermektedir. Avrupa Parlamentosu Başkanı'nın Türkiye ziyaretlerindeki konuşmalarında bunun çarpıcı örneklerini gözleme imkanı bulduk. Mesela basın toplantısında kullandığı "Kürdistan" kavramının yarattığı hassasiyet ve aldığı eleştirileri tahmin etmesi bile imkansızdı. Türkiye şartlarını düşünmeden kullandığınızda sıradan bir kavramlaştırma olan bu sözcüğün Türkiye şartlarındaki anlamı ve yol açtığı hassasiyetler özel bir önem kazanmaktadır. Yine bu çerçevede Türkiye'ye ikide bir Kıbrıs konusunu dayatmanın ve Rum yönetimini tanıma noktasında fedakarlık beklemenin bir çizgisinin olduğunu bilmek gerekiyor. Kıbrıs konusunda Türkiye'nin 1955'lerden bu yana izlediği politikanın nasıl haklı gerekçelere dayalı olduğuna Batı'yı inandıramadığımız gibi Batı da Kıbrıs konusundaki yanlışlarını ve yanlı tutumunu sorgulayabilmiş değildir. Bütün bu son anda kartların masaya sürülmesi eylemleri ciddi bir güven bunalımının hâlâ devam ettiğinin kanıtı olarak değerlendirilmelidir. Türkiye AB gibi yeni bir dünya ile bütünleşmeye çalışırken elbette geleneksel politikalarını gözden geçirmek ve yeni şartlara göre yeni politikalar belirlemek zorundadır. Ancak AB için Türkiye'nin her şeyden vazgeçeceği ve her şeyin kendisine dayatılabileceği düşünülmemelidir. Türkiye bu süreçte geleneksel Lozan söylemini, Patrikhane, Ermenistan vb. konulardaki politikalarını gözden geçirmek zorunda kalacağını bilmek zorundadır. Güven bunalımının aşılabilmesi için öncelikle tarafların birbirini tanımaları ve tezlerini karşı tarafa anlatmaları için bir çaba içerisine girmeleri gerekmektedir. Güven bunalımı devam ettiği müddetçe bu tür son anda kartları masaya sürmelere daha çok şahit oluruz.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |