|
AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ |
| |
|
|
|
Bugünkü Yeni Şafak |
|
|
|
|
|
|
hiçbir şey kaçmıyor!
Önce Zaman gazetesinden Hamdullah Öztürk'ün "Fethullah Gülen'in kaynakları" başlıklı yazısınının ilk paragrafını aktaralım: "Günlerdir internette dolaşan bir mesaj vardı. Sayın Fethullah Gülen'in yıllar önce yayımlanmış makalelerinden birinde geçen bazı cümlelerin, merhum Şemsettin Günaltay'ın 'Zulmetten Nura' adlı kıymetli eserindeki cümlelerle benzerliği konu ediliyordu bu mesajda. İnternetle yoğun bir şekilde ilgilenenler bilirler, sanal ortamda her yazı yazılıp çiziliyor." İsterseniz şimdi de, Öztürk'ün sözünü ettiği ve Hürriyet'in pazar günkü sayısında Murat Bardakçı'nın kendisinden hareketle bir tam sayfa yazı döşendiği söz konusu "mesaj" hakkında biz ne biliyoruz, onu aktaralım: "Mesaj" başında kısa bir mektupla birlikte geçen hafta içinde bize de ulaştırıldı. İsmi cismi belli olan bir kişi tarafından. Fethullah Gülen ve Şemsettin Günaltay'a ait iki makale arasındaki "hısımlık"tan öte yakın ilişki gerçekten bizim de diktatimizi çekti. Makalelerden seçilen bölümler birbirini çok hatırlatıyordu doğrusu... (Daha doğrusu, kronolojik olarak sonra gelen makale, ilkini çok hatırlatıyordu.) 'MESAJ' HÜRRİYET'TE... Neyse, "mesajı" alıp bir kenara koyduk. Hatta mesaj sahibine mesajı aldığımıza dair bir mesaj da biz yolladık. Hem de şöyle bir not ile: "Çok enteresan doğrusu; ne yapacağımızı bilmiyoruz." Sonra (günlerden pazar) bir de baktık ki, aramızda hakkında konuştuğumuz "mesaj" (yani söz konusu metinler) Hürriyet'te Murat Bardakçı'nın sayfasına yerleşivermiş! Üstelik gazete -bu keşfe özel bir önem verdiğinden olacak- Bardakçı'nın "Fethullah Gülen, İsmet Paşa'nın son başbakanından çok fazla etkilenmiş" başlıklı değerlendirmesini baş sayfadan girmiş. Bardakçı'nın yazıp çizdikleri malum; onun sayfası bir "Okur Mektupları Sayfası" olmadığından, tabii ki bu değerlendirme de orijinal bir buluş olarak sunulmuş. Bardakçı, Fethullah Gülen ve Şemsettin Günaltay'ın metinlerini karşılaştırmaya koyulurken, (tabii ki!) internet yoluyla eline geçen "mesaj"dan hiç söz etmiyor. Tahmin ettiğiniz gibi, o bu karşılaştırmayı tamamen okumalarından hareketle yaptığını açıklıyor! Yani kendi sözleriyle şöyle: TAMAMEN KENDİ 'OKUMA'LARINDAN... "Hafta içinde Fethullah Gülen'in son kitaplarından birini, 'Buhranlar Anaforunda İnsan'ı okumaya başladım ama daha ilk sahifeden itibaren 'Ben bu cümleleri bir yerden hatırlıyorum' dedim, düşündüm ve buldum: Fethullah Gülen'in makalelerden oluşan kitabının ilk kısmı, 1949'un 15 Ocak'ı ile 1950'nin 22 Mayıs'ı arasında başbakanlık yapan, İsmet Paşa'nın ve tek partili dönemin son başbakanı olan tarih, ilâhiyat ve ahlâk konularında çok sayıda eser veren bir zamanların çok önemli bir bilimadamının, Şemsettin Günaltay'ın 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Türk toplumunun düşünce yapısını derinden etkileyen 'Zulmetten Nura' isimli gayet meşhur kitabı ile neredeyse kelime kelime aynıydı." Evet görüyorsunuz; Bardakçı'nın bu son buluşunu, sadece ama sadece mutlu bir tesadüfe borçluyuz... Bardakçı, hafta içinde Fethullah Gülen'in "son kitaplarından birini" okumaktadır ve önündeki metin ona aniden Şemsettin Günaltay'ın gayet meşhur bir metnini hatırlatmıştır! Hamdullah Öztürk, bu tesadüfü çok güzel ifade etmiş doğrusu: "Bu arada ilginç bir tevafuk! Gerçekleşti. Sayın Murat Bardakçı da bugünlerde Fethullah Gülen Hocaefendi'nin 'Buhranlar Anaforunda İnsan' adlı, Sızıntı dergisinde yayımladığı makalelerinden derlenen kitabı okuyormuş...." AYNI 'PARÇA'LAR Bardakçı'nın iki makaleden "fazla etkilenme"ye örnek olarak seçtiği bölümler de (ne hikmetse!) Öztürk'ün internette dolaştığını söylediği "mesaj"da yer alan bölümlerden ibaret. Bunun böyle olduğu da şuradan malum: Bize kısa bir mektupla birlikte ulaştırılan karşılaştırmalı bölümler, son iki alıntı harıç, Bardakçı'nın yazısında da aynen mevcut. Dolayısıyla, bize ulaştırılan metinde yer almayan ama Bardakçı'nın yazısında kullanılan bu son iki bölüm bizzat Hürriyet yazarı tarafından mı keşfedildi, yoksa internette dolaşan "mesaj"ın bazı versiyonlarında bu bölümler de yer alıyor muydu, doğrusu orasını bilmiyoruz. Eğer gerçek birinci ihtimal dahilinde ise birbirini hatırlatan bu iki bölümü makalelerden çıkartan Bardakçı'ya bravo! Ama durum sanki ikinci ihtimal dahilinde gibi görünüyor, çünkü bize ulaşan mektubun sonunda şöyle bir cümle de yer alıyor: "Bu şekilde 7 paragraf daha devam ediyor." Ayrıca unutmadan şu hususu da belirtelim: Bardakçı'nın kendi keşfiymiş gibi sunduğu bu "benzerliği" bize hatırlatan okurumuz, alıntıların sonuna eklediği nottan açıkça anlaşıldığı gibi hem kitap dünyasına çok yakın hem de "ironi"si güçlü bir kimse. Okurumuz, "Merhum Ş. Günaltay'ın falanca yazısı kısmen değiştirilerek ve kısaltılarak kullanılmıştır' notu iliştirilemez miydi?" diye sorduktan sonra "ilham kaynaklarını" açık yüreklilikle ifade etmenin güzel bir örneği olarak Şeyh Galip'in Hüsn-ü Aşk'ının sonuda eklediği şu beyiti aktarmayı da unutmamış: "Esrarını Mesnevi'den aldım / Çaldımsa miri malı çaldım." Birkaç söz de Hamdullah Öztürk'ün yazısı hakkında: Murat Bardakçı'nın önündeki ekrana düşen bir "mesaj"ı babasının malı gibi kullanmış olması (araya tabii ki Şemsentin Günaltay hakkında bir çerçeve yazı yerleştirerek!) ayrı bir hikaye... Ama Zaman yazarının bu iki makale arasındaki müthiş "benzerliği" çok daha ikna edici biçimde açıklaması gerekmez miydi? Tamam, Öztürk'ün de belirtiği gibi Fethullah Gülen'in külliyatı hakkında yazanlar Şemsettin Günaltay'ın etkisinin açık olduğunu belirtmeyi unutmamışlar. Ama bu kadarı yeter mi? Günaltay'ın makalesinden özellikle bazı bölümlerin altında bir başka imza bulunan bir başka metne olduğu gibi aktarılmış olması kayıtsız kalınabilecek bir davranış mıdır? Tamam, Fethullah Gülen pek çok yazısında "nakilcilik" yapmamaktadır; ama bilmiyoruz, makalesinden nakil yapılan Şemsettin Günaltay hayatta olsaydı buna rıza gösterir miydi? (K.B.)
'Macera turu'ndaki Türkiye molası Engin Ardıç'ı kızdırdı...
Rahmi Koç'un "tam teşekküllü" bir yatla "macera turu"na çıkacağı yönündeki haberlere medyada ayrılan yer konusunda birşeyler söylediğimizi hatırlıyorsunuzdur... Bütün gazetelerde sayfalar dolusu çıkan "büyük işadamından maceraya merhaba" methiyeleri karşısında kaleme aldığımız o yazılarla bir anda "köyün delisi" durumuna düşmüştük ama neyse ki, iki gündür "köyün iki delisi" var artık: Akşam'dan Engin Ardıç, Koç'un "memleket özlemi"ne dayanamayıp uçağa atladığı gibi Türkiye'ye gelmesi üzerine "Gelmeseydiniz Rahmi Bey" başlıklı bir "Engin Ardıç yazısı" kaleme aldı. Bu yazıdan birkaç bölüm: Rahmi Koç, rahmetli babasının 'oğlum tutumlu ol, gereksiz para harcama' öğütlerine boş verip teknesiyle Atlantik'i aştığında onu çok takdir ettik. Sonra, holdingin yönetimini devredip dünya gezisine çıkınca daha da çok sevindik: Helal olsundu, adam parayı pulu boşvermiş, kendi 'hobisini' yaşıyordu... Ancak Rahmi Bey bu işin suyunu çıkardı. Tekneyi Karayip Denizi'nde San Martin adasına bağladığı gibi uçağa atlayıp gelmiş, önce Afrodisias'ta bir konser izlemiş, sonra da İstanbul'a uçup Nevizade meyhanelerinde dostlarıyla 'hasret gidermiş'. Bir buçuk ay sonra San Martin'e dönecek, geziye kaldığı yerden devam edecekmiş. Bunu daha önce de yapmıştı. Yapar yapar, keyif de onun, para da. Fakat o zaman, ya bunu bir 'macera' olarak görmek ve kendini kandırmak yanlış, ya da, holdingin reklamlarını alıp para kazanacağız diye bu kadar abartmak. (Sakıp Sabancı öldüğünde de Türk basını çok çok üzülmüş gibi yapmamış mıydı para uğruna?) Rahmi Bey, dalgalarla boğuşacak, batacak çıkacaksınız ki bu iş gerçekten macera olsun. 'Tam teşekküllü cankurtaran teknesi' dümen suyunda geliyor, önde de tanker yavrusu bir kılavuz, o dünya turunu balıkçı Temel de yapar. 'Ülkenizi çok özlediğiniz için' ara verdiğinizi söylemişsiniz, özleyeceksiniz, çatlayacaksınız, yılmayacaksınız ki bu işin anlamı olsun. Böyle sıkıyı görünce atlayıp gelmeli geziyi, vaktim olsa ben de yaparım. Üstelik yirmi-otuz bin dolara da getiririm, zengin olmak şart değil. Yaşınız ilerledi, gerçi dinç ve sporcu adamsınız ama böyle tehlikelere göğüs gerecek haliniz kalmamış olabilir tabii. Vallahi benim de yok artık. Ama işte o zaman da, diyelim bir Thor Heyerdahl, sazlardan yaptığı ilkel Kon Tiki teknesiyle Pasifik aşıp birşeyleri kanıtlar, biz de Monte Carlo'nun La Condamine limanında Baron Ott şarabını soğutup kendimizi kandırır, ya da Barcelona limanında Los Caracoles lokantasına yazılıp paellaya yumuluruz. O kadarını şu maaşımla ben de yapıyorum.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |