|
AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ |
| |
|
|
|
Bugünkü Yeni Şafak |
|
|
|
|
|
|
Bu yazıyı okuduğunuz saatlerde AB'nin Türkiye ile ilgili kararı resmen açıklanmış olmasa da belli olacağına göre, yarından (bugün) ve öbürgünden (yarın) söz etmenin pek bir anlamı olmasa gerek. O nedenle artık 18 Aralık sonrası önem taşıyor. Geçmişte Gümrük Birliği müzakerelerini Türkiye adına yürütmüş olan ve AB'yi çok iyi bilen emekli büyükelçi Cem Duna Radikal'de Neşe Düzel'in sorularına yanıt verirken bugün ve yarın için şunları söylüyor: "Sancılanacağız. Bir sevineceğiz, bir üzüleceğiz. Ama bütün gürültü patırtıya rağmen mutlu sona ulaşacağız. Biz, 17 Aralık'ta sevineceğiz, ama sonra hep beraber üzüleceğiz. Çünkü müzakere süreci çok zor olacak!.." Önce sevineceğiz, sonra da üzülmeye başlayacağız. Denilecektir ki, üzülmeye başlayacağımız bir sürece ulaşmak için niye böyle can attık, çaba gösterdik? Tabii Cem Duna 'üzülmek' derken, hep söyleyegeldiğimiz, meseleye gerçekçi bakan herkesin anlatmaya çalıştığı bir gerçeklilikten söz ediyor. Bu süreçte, şimdiye kadar AB yolunda yapılan değişimler, yapılacak değişikliklerin yanında devede kulak kalmaya mahkum. O nedenle, yapılan değişikliklerle yetinmekten yana olanlar ya da "bu değişiklikler nasılsa kolay kolay uygulanamaz, burası Türkiye" diyen odaklar fena halde yanılıyor. Buna rağmen -tabii Cem Duna gibi gerçekçi ve değişim yanlısı olanları tenzih ederim- sağda solda yazan bazı mütekait elçiler, hâlâ "bu işin olamayacağını, Türkiye'nin tarih alması durumunda başlayacak müzakere sürecinde yapamıyacağı şeyler olduğunu" söylüyorlar. Düne kadar bu işin asla olamayacağını da yazıyorlardı. Şimdiye kadar bunların hiçbir öngörüleri gerçekleşmiş değil. Salmaya çalıştıkları korkuları belli bir tutucu kesim dışında pek dinleyen kalmadı. Buna rağmen şimdi onlar için çok daha uygun bir sürece girdiğimiz de muhakkak. Sürecin her kesiminde Türkiye'nin niçin hiçbir şey yapmaması gerekeceğini bol bol anlatacaklar ve yine korku salmaya çalışacaklar. İşte Cem Duna "üzüleyeceğiz" derken belki de bunları kastediyor olmalı. Yapılmak istenen değişimlere belli kesimlerin karşı çıkışları bu sefer çok daha sert ve kesin olacak. AB'ye karşı çıkıp, "bağımsızlığımız elden gidiyor" diyenlerin sesleri daha fazla duyulacak. Başka kimler üzülecek? Duna daha ziyade serbest rekabetten ve dışa açılmaktan zarar göreceğini düşünenlerin bu sınıfa gireceğini anlatıyor. Söz gelimi kokoreç satışlarının bile bir standarda kavuşacağını söylemek gerekiyor. Tabii ki bu işten en basit hijyen kurallarına bile boş verenlerin zararlı çıkacağı ve sonuçta yine onların üzüleceği muhakkak.. Duna, bazı kesimlerin ilk başta zarara uğrayacakları endişesi ile yapılacak değişikliklere karşı direneceklerini söylerken şu örneği veriyor: "Gümrük Birliği müzakerelerini yürütürken benim için otomotivciler, 'Batıyoruz. Bu büyükelçi vatan haini. Bu adam ülkeyi satıyor' demişti. Şimdi otomotiv sektörü 10 milyar dolar ihracat yapıyor." Duna'ya göre AB'yle yeni süreçte hizmetlerde ve tarımda büyük sıkıntılar yaşanacak. Ekonominin yüzde 58'ini oluşturan hizmetler sektörü de disiplin altına girecek. Tarım da aynı şekilde değişecek." Duna, girilecek süreçte yüksek sesle dile getirlecek bazı itirazlardan örnekler veriyor: "Hayatımızın her alanı bu süreçte etkilenecek. 'Bu AB nereden çıktı?' itirazları yükselecek. Mesela THY, 'Ben iç pazarımı kimseye açmam' diyecek. Ama açmak zorunda kalacak. Yeni düzende Akbank'ın rakibi artık Yapı Kredi değil Deutschebank olacak." Ve ister istemez sürecin başlarında menfaati bozulanların sesleri çıkmaya başlayacak. Yükselen sesler bir süre mütekait diplomatların ekmeklerine yağ sürecek. Hatta zaman zaman, "Biz dememiş miydik" türünden yazılar döşenip sık sık 'AB sürecinin memleketi sömürge haline getireceği' uyarısında bulunacaklar. Bu nedenlerle olsa gerek Cem Duna 17 Aralık'tan sonra yaşanacak süreçin çok daha sancılı olacağını söylüyor. Hatta ilk başlarda AB üyeliğine ilişkin halk desteğinin de düşeceğini tahmin ediyor. "Bu müzakere sürecinin çok iyi yönetilmesi gerekiyor. Türkiye bu süreçte AB'nin birçok gerçeğiyle karşılaşacak. Şu anda Türkiye'de toplumun yüzde 70-75'i AB üyeliğini destekliyor. Önümüzdeki dönemde bu destek düşecek. Çünkü AB, hayatımıza yeni disiplinler getirecek. Bundan, sokaktaki Türk olumlu ya da olumsuz etkilenecek." Bu noktada Neşe Düzel'in sorusu işin püf noktasını işaret ediyor: "Türkiye, AB standartlarında bir bürokrasiyi ve bir hukukçu kadrosunu yaratabilecek mi?" Esas sorun bu. Mesela, Kızıltepe katliamı benzeri olayların yaşanmaması için AB standardında kaymakamlar, savcılar, yargıçlar, polisler gerekli. Duna bu konuda umutsuz değil: "Yetişmesi gerekiyor. Bakan açıkladı. Adalet Bakanlığı'nda yabancı dil bilen 41 uzman var. Oysa Türkiye'de 10 bin savcı ve hâkim bulunuyor. Bunların AB hukuku standardında hukukçu olabilmesi için çok ciddi bir eğitimden geçirilmesi gerekiyor." Bu yola girdiğimize göre bizim de umutsuz olmamamız gerekiyor. İlk başlarda üzülsek de yolun sonunda yine sevinmek var. Cem Duna Neşe'ye bunu söylemeyi unutmuş…
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |