AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
K R O N İ K  M E D Y A
'Korku filmi' haberlerinde
birileri unutulmuş gibi

Ancak, olaya geniş biçimde yer veren gazete haberlerinde sanki bir husus "unutulmuş". Bu tür olaylara ilişkin haberlerde karşımızda bulduğumuz bazı "karakterler"den nedense hiç iz yok... Hatırlayın; umuma açık mekanlarda "Galada dehşet" gibi bir olay yaşanacak da, gazeteler söz konusu mekanların sahiplerini ya da işletmecilerini hemen o an ifşa etmeyecek?

Ülkenin bütün büyük gazetelerinin baş sayfalarının neredeyse tamamını "Galada dehşet"e tahsis etmesinin "normal" bir durum olmadığı aşikar... Ancak bu arada kimsenin hakkını da yemeyelim; televizyon ekranlarının olayı sıcağı sıcağına ekranlarına taşırken sıkça tekrarladıkları (tabii ki galası yapılan filmin içeriğini de hatırlatarak) "sabotaj ihtimali"ne gazetelerin hiç mi hiç yüz vermemesi de takdir edilecek bir durum doğrusu... Demek ki, ülkenin yazılı medyası, "görüntülü" olanından (hele de Habertürk!) daha serinkanlı...

Gazeteler "Büyü" adlı filmin galasının yapıldığı sinema salonlarının kısa sürede dumanaltı olmasına ilişkin haberler açısından çok zengin. Gazeteler olaya ilişkin bol da fotoğraf kullanmış; özellikle de (sayıları az da olsa) olay yerinde karşılaşabildikleri "ünlüler"in fotoğraflarını. Ancak, olaya geniş biçimde yer veren gazete haberlerinde sanki bir husus "unutulmuş". Bu tür olaylara ilişkin haberlerde karşımızda bulduğumuz bazı "karakterler"den nedense hiç iz yok... Hatırlayın; umuma açık mekanlarda "Galada dehşet" gibi bir olay yaşanacak da, gazeteler söz konusu mekanların sahiplerini ya da işletmecilerini hemen o an ifşa etmeyecek?

Oysa görüyoruz ki, "Galada dehşet" haberlerinde "dumanaltı" olan "G-Mall" adlı merkezin sahibi ve bu merkezde yer alan sinema salonlarının işletmecilerinin kimler olduğuna dair en ufak bir bilgi yok. Oysa olması gerekmez mi? Ucuz atlatılan olay madem ki salonlarda olağanüstü bir durum halinde açılması gereken kapıların açılmaması, alınması gereken önlemlerin alınmış olmamasından kaynaklanıyor, yüzlerce insanın hayatını tehlikeye atan bu şartların sorumlusu olması gereken "sorumsuzlar"ın adlarının da anılması gerekmez mi? Ama (ne hikmetse) anılmıyor...

Biz dünkü gazetelerde konuya ilişkin tek bir haberle karşılaştık. Sabah gazetesinin iç sayfalarının birinde yer alan şu haberle: "G-Mall'ın sahibi Hüsnü Özyeğin: Çok üzgünüm".

İsterseniz haberi okumayı sürdürelim: "İstanbul'un gözde alışveriş merkezlerinden Gmall'ın sahibi Fiba Holding Yönetim Kurulu Başkanı Hüsnü Özyeğin, olayın hemen ardından yangın yerine gelerek yetkililerden bilgi aldı. SABAH'a açıklamada bulunan Özyeğin, 'Çok üzgünüm. Aldığım ilk bilgilere göre, sinemanın işletmecisi Büyü filminin galası için zeminden başlayarak üst kata kadar, plastik malzemelerden bir dekor yapmış. Bu dekor mumlarla süslenmiş. Aslında Gmall'da bir yangından öte, mumların tutuşturduğu plastik malzemelerin yaydığı duman etkili olmuş."

Hüsnü Özyeğin, G-Mall'ın "tüm işletme ve yangın ruhsatlarının" mevcut olduğunu da hatırlatıyor. Özyeğin, sinemalarda yeterli yangın çıkışları olmadığı yolundaki iddialara da şu yanıtı vermiş:"Bildiğim kadarıyla tüm sinema salonlarının yangın çıkış kapıları var. Ama burada bu çıkış kapılarının kilitli olduğuna dair duyumlar aldım. Doğru mu değil mi araştırıyorum. (...) Bina açısından bir eksiklik olduğu kanısında değilim. Ama işletme yönünde bir eksiklik söz konusu ise, bunun mutlaka takipçisi olacağım."

Yanlış anlaşılmasın; "Galadaki dehşet"in sorumluluğunun Hüsnü Özyeğin'in sırtına yüklenmesi gerektiğini filan söylediğimiz yok... Ama takdir edersiniz ki, ortada, özellikle gazetelerin olaya yaklaşımı açısından "teâmül"e uygun düşmeyen bir yan da var: Bir merkezde bulunan 7 sinema salonu kısa sürede "dumanaltı" oluyor; seyirciler can havliyle kendilerini "yangın" kapılarına atıyor; söz konusu kapılar kilitli olduğundan açılamıyor; sinemaların da içinde bulunduğu merkezin sahibi olayın hemen ardından yangın yerine gelerek "yetkililerden bilgi alıyor"; ve (Sabah hariç) gazetelerde merkezin sahibinin adı bile geçmiyor...

Hatırlamaya çalışın; gazeteler benzer olaylarda bu konuyu böyle sessizce mi geçiştirirdi? (K.B.)


Tahminimizi söylüyoruz: 'Önce vatan...'

Akşam'ın bazı yeni yazarlarının adları üzerinden ahlakçılık yaparak belden aşağı vurmayı bile göze alan kimi eleştiriler, gazetenin yeni genel yayın yönetmenini kızdırmış görünüyor. Serdar Turgut dünkü yazısında Akşam'ın çizgi değiştirdiği yönündeki iddialara karşılık, logosunu (bile) değiştirmeye karar verdiklerini yazdı...

Akşam gazetesi genel yayın yönetmeni Serdar Turgut dün (13 Aralık) ilginç bir yazı kaleme aldı. Konu, iki yabancı gazetede yayımlanan "Kürtler ne istiyor?" bildirisinde imzası bulunan Akşam gazetesi köşe yazarı Ahmet Tulgar...

Turgut, "Ben Ahmet'in yerinde olsaydım o imzayı kat'iyyen atmazdım" başlıklı yazısının girişinde, Tulgar imzadan önce bir "arkadaş" olarak kendisine danışsaydı ona söyleyeceklerini şöyle anlatıyor:

"Çok sevdiğim Ahmet Tulgar bana Leyla Zana ve arkadaşlarının yabancı gazetelere verdiği ilana imza atacağını söyleyip sonra da bu konudaki fikrimi sorsaydı ona 'sakın ha yapma bunu' derdim. Asla yanlış anlamayın, kimsenin siyasi tavrına ve aktivitelerine karışmak gibi bir niyetim yok. Ancak Ahmet Tulgar bu olayı benimle bir arkadaş olarak tartışmak isteseydi, açıkça söyleyeyim, onu engellemeye çalışırdım. Çünkü, benim, bu gazetenin Genel Yayın Yönetmeni olarak değiştirmeyeceğim tek ilkem, Türkiye ile ilgili her meseleye 'ÖNCE VATAN' diyerek bakmaktır."

Turgut'a göre, Tulgar, metni imzalayarak "Türkiye karşıtı oyunun bir parçası olduğunu göremeden davranmış"tır... Ve bunun nedeni, Tulgar'ın "yürekten, adeta kanıyla" yazan bir yazar olmasıdır. Şöyle ki:

"Ahmet'i yakından tanıdığım için, imzasını verirken olayın farklı boyutlarını aklına bile getirmediğine inanıyorum. Onun yazılarını okuyorsanız, her yazısını, konu ne olursa olsun, tamamen yüreğini açarak ve adeta kanıyla yazdığını hissetmişsinizdir. Ben eminim ki o, soğuk bir gecede fakir bir Kürt çocuğunu sokakta gördüğü anda o imzayı da gidip atan bir yazar...

Onun bu duyarlılığını ben çok seviyorum ve aslında, yazılarında ruhunu bize bütün samimiyetiyle açması da müthiş birşey. Fakat yine de, bizler, vatanımız üzerinde oynanan oyunların ortaya çıktığı, kartların tek tek açılmaya başladığı bu günlerde, duygularımızın manipüle edilmesi konusunda çok dikkatli olmalıyız."

Turgut, Tulgar'ın metni imzalamasını "gereksiz ve yanlış" bulduğunu da ekledikten sonra, yazısını şöyle bitiriyor:

"Öyle görülüyor ki, AKŞAM'ın yeni yönetimi ve yazarları aleyhinde daha çok konuşulacak, çok laf edilecek bundan böyle. Varsın olsun... Ben kendi adıma konuşayım: Bu süreçteki dalgalanmalardan hiç etkilenmem ve sallantıya da kapılmam. Çünkü, üzerinde 'Önce Vatan' yazılı bir kayaya bağlamışım kendimi, yerimden bile oynamam. Tüm arkadaşlarıma da bunu yapmalarını tavsiye ediyorum. Biz bu gazetenin logosunda da değişiklikler yapacağız; orada ne yazacağını da göreceksiniz. Belki bu değişikliklerden sonra, her fırsatta bize bulaşmaya çalışanlar da susarlar."

Biz, "Her fırsatta Akşam'a bulaşmaya çalışanlar"ın yazılarından bazısını okumuştuk. Gerçekten de tatsız-tuzsuz-haksız yazılardı çoğu... Kimi, Akşam'ın bazı yeni yazarlarının adları üzerinden ahlakçılık yaparak belden aşağı vurmayı bile göze almıştı. Ama yazıların temel noktası, Akşam'ın "ulusalcı" çizgiden uzaklaştığı yönündeki iddialardı...

Anlaşılan gazetenin yeni yayın yönetmeni çok rahatsız olmuş bu tür yazılardan... Gazetenin logosundan gerekli cevabı vererek bu tür sesleri susturmaya çalışması, rahatsızlığının düşündüğümüzden de fazla olduğunu gösteriyor...

Biz tahminimizi söyleyelim: Yazı içinde verilen tüyolardan anladığımıza göre, "Akşam" logosunun altında kısa bir süre sonra "ÖNCE VATAN" yazacak... (A.G.)


16 Aralık 2004
Perşembe
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED