|
AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ |
| |
|
|
|
Hatırlanacak olursa dünkü yazımda, çevirisine yönelik eleştirilerime cevaben sayın Ruşen Sezer'in kaleme alıp Cumhuriyet'in Bilim-Teknik ekinde yayımladığı cevabî yazıyı ayrıca değerlendireceğimi söylemiştim. Fakat yazıma ulaşabilmeyi başarabilmiş okurlarımdan, (belki garip gelecek ama özellikle Cumhuriyet gazetesini takip eden okurlarımdan) öyle mektuplar aldım ki neredeyse 'çeviri' meselesini bir kenara bırakmayı bile düşündüm. Hele hele içlerinden bir tanesini anmadan geçemeyeceğim; zira düşüncelerine özenen, düşünmenin hakkını verip onları bir kuyumcu hassasiyetiyle işlemekten kaçınmayan bir okurun, düşüncelerini ifade etmekteki titizliği ile Türkçesinin o şaşırtıcı kusursuzluğu karşısında saygıyla eğilerek okuduğum mektubundan bazı satırları sizlerle de paylaşmaktan kendimi alamadım. "Tarafsız olamayız ama hiç değilse dürüst olabiliriz" demeyi başarabilmiş bir okurun yazdığı şu satırlarla, lütfen yazma titizliğine eş bir okuma titizliğiyle buluşmayı deneyiniz: - "Sorun, yazma bilgisini aşan yaşama bilgisini elde etmektir." "Albert Camus"nun "Defterler 1"den alıntıladığım bu cümle son derece sade bir hayat dersidir ve bizde de benzeri pekçok deyiş bulmak mümkündür. Yazarımız değil ama yazanımız çok! 'Bilim Teknik' konseptine pek de denk düşmeyen bir yazının böylesi bir gazete ekinde neden yer aldığını -nedenini doğru dürüst anlatmak varken- ifade etmek amacıyla kaleme alan gazete çalışanının, bir 'bilim' ekine yaraşacak yalınlıkta ve dürüstlükte gerçek bir girizgâh yerine kişisel husumetini teğelleri görüne görüne ve üstüne üstlük gerçek imza sahibinin yazısına da gölge düşürecek şizofren bir metin 'attırmasına' kim onay verir? Sadece form itibarıyla 'metin' denilebilecek bu kelimeler yığınına sadece ve sadece editoryal anlamda onay veren bir sorumlu var mıdır? Bilimselliklerinden taviz vermeyeceklerini her fırsatta yineleyen dergi yöneticileri sözkonusu giriş yazısının 'bilimsel' bir polemik için başlangıç teşkil ettiğini umarım düşünmüyorlardır. Ama ben o giriş yazısını okuduğumda şöyle düşünmekten kendimi alamadım: "Modernizmde insan demek küçük burjuva demektir"; yazanı da, yazarı da, bilim adamı da... Brecht'in kulaklarını çınlatarak... 'modernizm'i ben ekledim; kalanı Brecht'indir. 'Küçük burjuva'nın vazgeçilmez ve dayanılmaz özelliklerini de sayın Ruşen Sezer'in yazısını sunmak için 'bilimsellik' dahil pekçok değeri istismar etmekten çekinmeyen, 'yazar' değil, ismini saklayan 'yazan'ın ezbere bildiğinden adım gibi eminim. Anlayamadığım şu: İyi kötü yazma bilgisini edindiği halde yaşama bilgisinden kendisini alıkoyanın ne olduğu?... Müminler de, "Tanrısız müminler' de aynı gemide, aynı denizde yol alıyor. Mesele, hayatın bilgisinden, sanatından, hikmetinden ve irfanından ne kadar nasiplenebildiğimizdir." Cumhuriyet gazetesinin üslub üreticileri, bu değerlendirmeyle birlikte karşılıklarını almış bulunuyorlar. İmdi, sayın Sezer'in yazısıyla da ilgili birkaç şey söylemek isterim. Sayın Sezer, "Ayetullah" terkibini, "Tanrının Tansık İmi" gibi bozuk ve zevksiz bir sözcük öbeğiyle Türkçeleştirmek bir yana, "Allah'ın Ayeti" gibi lafızlarına hiç dokunmaksızın sadece Türkçe isim-tamlaması haline getirseydi bile eleştirilerimde ısrar ederdim. Meselâ "Tanrının Tansık İmi Hatemî" demek ne kadar yanlışsa, "Allah'ın Ayeti Hatemî" demek de o kadar yanlıştır. Lütfen.... Bu öyle Öztürkçe taraftarlığı-karşıtlığı gürültüsü altında saklanacak zaaflardan değil. Hakikaten anlamakta güçlük çekiyorum, "İşin ucunu biraz kaçırıp abartmışım galiba" demek, bu kadar mı zor? Çevirinizde olduğu gibi cevabî yazınızda da sık sık 'merca-i taklid' diye yazıyorsunuz. Dikkat etseydiniz eleştirimde usulca bu ifadeyi 'mercî-i taklid' haline getirdiğimi farkederdiniz. Ayrıntılara nasıl ineyim, işaretimi bile anlamıyorsunuz. Çaresizim. "Evrenseller" örneğinde hata ettiğinizi kabul ve itiraf ediyorsunuz. Peki bu hakşinaslığı mümkün kılan ne? Elbette 'küllîler'in yanısıra 'tümeller' sözcüğünün de zikredilmiş olması. Hakşinaslığınızın miktarını artırmak için, benim her terimin Türkçe karşılığını önermem veya bu işin sanıldığı kadar kolay olmadığını her defasında açıklamam mı gerekiyor? Bence gerekmiyor, iyiniyet yeterli. 'Anlaşkı' diye bir Mantık terimi yok! Uydurulmak istenmiş ama uydurulamamış! Karşılık bulmak, yani uydurmak (uygun hale getirmek) işi çok zordur, çaba ve birikim ister. Osmanlıca ve Arapça bilmemeniz, yanılgılarınızın miktarını artırıyor. Eh bir de "özgün Türkçe" kullanmak gibi ideolojik tafraları ciddiye almış bulunmanız, sizi, en azından "daha makul" bir Türkçe kullanmaktan alıkoyuyor. Üstüne üstlük eleştiri sahibi, "Dücane Cündioğlu isimli bir şahıs" da (!) olunca, nefsinizi savunmanız kolaylaşıyor. Lütfen siz şu samimi tavsiyemi ciddiye alın da zor olanı yapın: Yeniden düşünün! Sizi özensiz bir mütercim olarak görmüyorum. Sorun bir tek bilgi eksikliği ve donanım yetersizliği. Bunu da gayet tabii buluyorum; çabayla, çalışmayla telafi edilebilir. Meselâ ben hâlâ eksiklerimi, yetersizliklerimi telafi etmek için çabalıyorum. Bu ayıp değil! Bu sözleri sizi incitmek maksadıyla değil, sözü kısa kesmek, örnekleri artırmamak için böyle söyledim. O halde Tanrı'dan umut kesmemeli, Tanrı'nın ve umud'un hakkını vermeli! Not: Bugün saat: 15:00'te Beşiktaş'ta Kitap Fuarı'nda dostlarla birlikte olacağız. Yağmur yağıyormuş, ıslanabilirmişiz! Umurumda mı sanki? Yağmuru asıl biz ıslatacağız.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |