AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

K R O N İ K  M E D Y A
Siz kendi 'gazetecilik
günahı'nıza bakın...

Irak Araştırma Grubu Başkanı ve CIA Özel Danışmanı Charles Duelfer, 17 aylık çalışmanın sonunda hazırlanan raporu açıkladı: "Bu ülkede kimyasal silah bulunduğuna dair hiçbir kanıt bulamadık..." Sabah gazetesi bu haberi "esprili" bir başlıkla verdi: "Günahını almışlar..." Aynı Sabah, Powell'ın BM'deki "İşte Saddam'ın kimyasal silahları" sunumunu hiçbir kuşku payına yer vermeksizin "SADDAM'A SUÇÜSTÜ" sürmanşetiyle duyurmuş, böylece bugün temelsiz olduğu kesinlikle açığa çıkan bir propagandanın parçası olmuştu...

Sabah gazetesindeki (8 Ekim) "GÜNAHINI ALMIŞLAR" başlıklı haber "Saddam Hüseyin'in kitle imha silahı olduğuna dair herhangi bir kanıt bulunamadı" cümlesiyle başlıyor, daha sonra şöyle devam ediyordu:

"Dünya gündemine oturan bu şok açıklama, Irak Araştırma Grubu Başkanı ve CIA özel danışmanı Charles Duelfer tarafından çarşamba günü yapıldı. Araştırma Grubu'nun hazırladığı raporu, Amerikan Senatosu Silahlı Kuvvetler Komitesi'nde açıklayan Duelfer, Irak'ta araştırma yapan uzmanların, bu ülkede kitle imha silahı üretildiğine dair kanıt bulamadıklarını belirtti. Duelfer, Saddam'ın, 1991 sonrasındaki Birleşmiş Milletler denetimi sürecinde, kimyasal ve biyolojik silahlarla bu silahların üretimine yönelik altyapıyı imha ettiğini ve nükleer silah üretme programını durdurduğunu kaydetti. Araştırma Grubu'nun 17 aylık çalışmasının ürünü olan bin iki yüz sayfalık rapor, başkanlık seçimlerine bir ay kala ABD Başkanı George Bush'u dünya ve Amerikan kamuoyu önünde zor durumda bıraktı. Bush, söz konusu rapora rağmen, 'Teröristlerin kitle imha silahlarını ele geçirebileceğimiz her yere dikkatlice bakmamız lazım' diyerek, bu silahların varlığına olan 'inancını' yineledi..."

TV SUNUMUYLA 'İKNA' OLMAK!

Biliyorsunuz, ABD Başkanı Bush'un Irak'a düzenlediği seferberliğin "meşruiyet gerekçesi"ydi bu: "Saddam'ın kimyasal silahları var ve her an ülkemize bir kimyasal saldırı olabilir..."

Saldırıdan 1.5 ay kadar önce, Şubat 2003 başında ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell tarafından BM Güvenlik Konseyi'ne sunulan "kanıtlar", dünya televizyonları gibi Türk televizyonları tarafından da naklen yayımlanmıştı... Ertesi gün Türk basınında kanıtları "fena bulmayanlar" da vardı, "içi boş" diyenler de... Ama "Saddam'a suçüstü" sürmanşetiyle "kanıtlar"ı "kaya gibi" bulduğunu demeye getiren Sabah bütün refiklerinden ayrılıyordu...

Sabah'ın manşetinin bu yönde olacağı, "naklen yayın"ın hemen ertesinde CNNTürk'ün "neşeli" stüdyosuna bağlanan genel yayın yönetmeni Ergun Babahan'ın sözlerinden belliydi... O gün şöyle yazmışız Kronik Medya'da:

"Colin Powell'ın 75 dakika süren konuşmasını tamamlamasından hemen sonra, CNNTürk'te program yapmakta olan Mehmet Ali Birand, bazı gazetelerin genel yayın yönetmenlerine bağlanarak, 'kanıtların kendilerini ikna edip etmediğini' sordu... Kendisine soru yöneltilenlerden biri de Ergun Babahan'dı... Babahan'ın cevabına geçmeden önce şunu söyleyelim: Ancak uzmanların, o da 'analiz ettikten sonra' değerlendirebilecekleri bir konu hakkında, olan biteni binlerce kilometre uzaklıkta televizyondan izleyen bir gazeteci nasıl konuşabilir? Gazetecinin görevi bu mudur? Onun görevi, bu değerlendirmeyi yapabilecek olanlara mikrofon tutmak değil midir? Dolayısıyla diyoruz ki, her şeyden önce Birand'ın soru yöneltmek için seçtiği kişiler yanlıştı... Gelelim Babahan'ın cevabına... Babahan, kanıtların kendisi için 'ikna edici yönde' olduğunu söyledi Birand'a. Peki, gazetesi ertesi gün nasıl yansıtacaktı Powell'ın konuşmasını? Babahan, buna da kesin bir cevap verdi: 'Powell'ın konuşmasının ikna edici olduğunu Ertesi gün tam Babahan'ın söylediği gibiydi Sabah... Gazetenin sürmanşeti şöyle dizayn edilmişti: "Powell, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde teknolojik şov yaptı... SADDAM'A SUÇÜSTÜ... ABD Dışişleri Bakanı, Irak'ın silah denetçileriyle işbirliği yapmayıp denetimden kaçtığını uydu fotoğrafları ve ses kayıtlarıyla anlattı..."

PROPAGANDANIN PARÇASI

Dikkatli okurlarımız, "Irak seferberliğinin meşruiyet gerekçesi"nin fos çıktığına ilişkin her yeni haberde, geriye dönüp büyük basının nasıl "kuşku"yu tümden elden bırakıp Amerikan savaş propagandasının gönüllü bir parçası olduğunu bir daha, bir daha hatırlattığımızı fark etmişlerdir... Keza bunu özellikle Babahan ve Sabah üzerinden göstermeyi tercih ettiğimizi de...

Bunun sebebi, o günlerde Sabah'ın bizi çok şaşırtmasıydı... Babahan, yazdığı birkaç yazıda, yaklaşan şeyin bir petrol savaşı, ABD'nin bölgeye nizam verme savaşı olduğunu söylemiş, kalan her şeyin bu işin bahanesi olduğunu savunmuştu.

İşte bu nedenle, ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell'ın 5 Şubat'ta Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ne sunduğu ek kanıtlar listesiyle ilgili olarak, Babahan'ın CNNTürk'te "sıcağı sıcağına" yaptığı değerlendirme ve ertesi günkü Sabah'ın hali bizi çok, ama çok şaşırtmıştı...

Bizce Sabah'taki meslektaşlarımız "Günahını almışlar" diye esprili başlıklar atacak yerde o dönemde kendilerinin "gazetecilik günahları"nı gözden geçirseler, hepimiz için daha hayırlı olur... (A.G.)


'Neslihan dayısını yıllarca baba bildi' mi?

Yukarıdaki başlıkta karşınıza çıkan soru cümlesini bizim icat ettiğimiz anlaşılıyordur.

Yoksa, Milliyet'in arka sayfa manşetine çıkardığı "Neslihan dayısını yıllarca baba bildi" ifadesi, kendinden çok emindi...

Öyle bir haber ki, başlığını kendisi de unutmuş!

Milli voleybolcu Neslihan'ın "anne-babası bildiği kişilerin öz dayısı ve yengesi olduğunu" öğrendiğinin bildirildiği cümleyi takip eden cümle de şöyle: "Neslihan'ın Eskişehir'deki yakınları ise voleybolcunun gerçeği çocukluğundan beri bildiği ve babasını reddettiğini söylüyor".

Peki bu durumda, yani "Neslihan'ın yakınları"nın konuya ilişkin açıklamaları bu yöndeyken ve Neslihan konuya ilişkin hiçbir açıklama yapmamışken, Milliyet gazetesi Neslihan'ın dayısını yıllarca babası bildiğini nereden biliyor?

Cevabı çok basit: Milliyet tabii ki bu konuda hiçbir şey bilmiyor!

Peki Milliyet'in bu aceleciliğinin nedeni ne? Hiiiiç! Nedensiz bir telaştan ibaret...

Gazetenin Neslihan'ın nasıl olup da dayısının nüfusuna geçtiğine ilişkin verdiği bilgi de ilginç: "Neslihan'ın babası Kazım Kurutepe'nin eşi 1983'te doğum yaparken öldü. Olayın şokunu üzerinden atamayan...."

Bu da haddinden fazla "dolaylı" bir habercilik dili değil mi?

"Neslihan'ın babası Kazım Kurutepe'nin eşi..", yani lafın kısası "Neslihan'ın annesi"!

Bütün bunlar tabii ki, "haber icat etme"nin doğurduğu sıkıntılardan başka bir şey değil...

Yahu size ne, bize ne? Başka işiniz kalmadı mı? (K.B.)


Şişli'de ikamet eden Vatan'a göre Sarıgül işi bitirdi bile!

Birkaç yıl önce, yani Medyakronik'in hayatta olduğu günlerde, Sabah gazetesinin Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül'e neredeyse haftanın her günü "gül" sunması dikkatimizi çekmiş ve "Ne iştir bu!" diye sormuştuk. Sabah gazetesi o dönemde henüz Beşiktaş Belediyesi sınırları içine taşınmamıştı. Sabah gazetesi o dönemde, bugünkü Vatan gazetesi gibi Şişli Belediyesi sınırları içinde ikamet ediyordu...

Neyse, lafı fazla uzatmadan (zaten bütün bunları niçin hatırlatıyoruz ki!) geçenlerde (4 Ekim) Vatan gazetesinin yan manşetine kurulan bir haberden söz etmeye başlayabiliriz: Gazete, bir araştırma şirketinin "Sarıgül mü Baykal mı?" şeklinde özetlenebilecek önemli bir konuda yaptığı araştırmanın sonuçlarını duyuruyor: "SONAR araştırma şirketi 1522 kişiye bu soruyu (Sarıgül mü Baykal mı?) sordu. Yüzde 60.4'ü 'Sarıgül' dedi".

Araştırma sonuçları sadece Baykal için değil, CHP genel başkanlığı için aklınıza gelebilecek her isim için bir felaket niteliğinde...

Biraz tuhaf ama, denekler "CHP Genel Başkanı olarak Baykal'ı mı yoksa Sarıgül'ü mü görmek istersiniz?" sorusunu tam olarak anlayamadıklarından olacak, cevaplar arasına bu iki isimden başkalarını da sokuşturmuşlar. Ortaya şöyle bir tablo çıkmış: "Mustafa Sarıgül: %60.4 / Deniz Baykal: % 13.3 / Kemal Derviş: % 1.4 / Celal Doğan: % 0.4 / Fikri Sağlar: % 0.4 / Diğer: 2.8 / Fikri yok: % 21.3"

Biraz önceki soru bu kez Baykal'ı dışarıda bırakarak sorulduğunda çıkan sonuçlar da çok moral bozucu doğrusu. Sarıgül bu kez % 69.1'i yakalıyor. Böyle bir tablo karşısında Deniz Baykal ve İsmail Cem arasında gelişen işbirliği çabasının ne derece anlamsız kaçtığına varın siz karar verin... Araştırma sonuçlarına göre Baykal ve Cem'in genel başkan adayı olarak vatandaşlardan gördüğü teveccühün oranı toplam olarak yüzde 14'ü ancak buluyor... Yani özetle, Mustafa Sarıgül'ü bugünden başlayarak CHP Genel Başkanı olarak kutlamaya başlayabiliriz..

Vatan gazetesi yan manşetten duyurduğu bu araştırma sonuçlarının güvenilirliğini araştırmayı da ihmal etmemiş. Ancak işin biraz kolayına kaçmış: Çünkü, gazetenin yayımladığı araştırma sonuçlarını, söz konusu araştırmayı yapan araştırma şirketinin yönetim kurulu başkanı değerlendiriyor.

SONAR'ın yönetim kurulu başkanı Hakan Bayrakçı iddialı konuşuyor: "Kim hangi şirkete güveniyorsa bu araştırmayı ona yaptırsın ama sonuç değişmez". Bayrakçı, gazetenin kendisine yönelttiği "Daha önceki araştırmalarınız isabetli oldu mu?" gibi "ballı" sorulara su gibi cevap veriyor. Ancak Bayrakçı'nın "Ama bu, 'Anketi Mustafa Sarıgül mü yaptırdı?' eleştirilerini de beraberinde getirmeyecek mi?" şeklindeki soruya verdiği cevap o kadar açık değil doğrusu. Bayrakçı bu soruya ilişkin şunları söylüyor: "Ayrıca iddia edildiği gibi bir araştırma kimin için yapılsa, bu, sonuç o kişinin ya da kurumun lehine çıkacağı anlamına gelmez." Ama bu kez belki de bir tesadüf olmuş ve belki de Sarıgül'ün yaptırdığı bu araştırmadan araştırmayı ısmarlayan kişi birinci olarak çıkmış...

Bayrakçı'nın araştırmasından birinci çıkan kişi hakkında düşündüklerini de aktaralım: "Sarıgül benim ve benim gibi düşünenlerin üzerinde popülerlik kazanmış." Her ne ise de işte sonuç ortada.... Sarıgül, "eksi artı olarak 2.44 hata payı" ile sonuç veren bir araştırmada deneklerin yüzde 60'ndan fazlasının oyu ile CHP'nin yeni genel başkanı artık...

İstersiniz bu sonucu bir kenara not edelim, sonra işimize yarayabilir... Bu sonuçların Şişli'de ikamet eden Vatan gazetesinde yan manşetten duyurulduğunu da not etmeyi unutmayın... (K.B.)


OKUMA PARÇASI
Medyakronik
29 Ağustos 2001

Kolay yoldan 'vefakâr'lık

Sabah gazetesinin Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül'e özel bir sempatisi olduğundan birkaç kez söz etmiştik. Bildiğiniz gibi, bu "sempati" gazetenin Şişli belediyesi sınırları içine taşınmasıyla çok belirgin bir hal almıştı.

Sabah'ın bugünkü (29 Ağustos) sayısında yine "sempatik" bir haber var:

"Vefakâr Şişli"(!)

Peki Şişli niçin "vefakâr"? Çünkü, Sarıgül'ün girişimiyle, Garih'in cenazesi henüz kalkmadan, "Teşvikiye Caddesi"nin adı "Üzeyir Garih Caddesi" olarak değiştirilmiş. Gazeteye göre, "duyarlılığı için" Başkan Sarıgül'e teşekkür eden Şişlililer, şöyle diyorlarmış: "başkanımız ne kadar vefalı bir kişi olduğunu aldığı bu örnek kararla gösterdi. Kendisini ve Belediye Meclisi üyelerini yürükten kutluyoruz." Başkan Sarıgül de bir açıklama yapmış. "Sayın Üzeyir Garih'in adını, İstanbul'un en hareketli ve kendisinin çok sevdiği caddelerden birine verdik" diyor. Ancak biz yine de Garih'in, mümkün olup da kendisine sorulabilseydi, İstanbul'un adıyla oynanmamış bu sayılı caddesinin eski adıyla anılmasına devam yönünde fikir beyan edeceğini sanıyoruz….

Sabah'ın "Vefakâr Şişli" başlıklı haberine Sarıgül'ün Belediye Meclisi'nde oy kullanırken çekilmiş bir fotoğrafı da eşlik ediyor.

Görüyorsunuz… Bir "Başkan"ın sevilmesi ve "vefakâr" olarak anılması ne kadar kolay. Elinizin altında nasıl olsa bunca cadde ve sokak var… Ayrıca, Üzeyir Garih Caddesi'nde de size "sempati" besleyen bir gazeteden mahrum da değilsiniz.


10 Ekim 2004
Pazar
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED