|
AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ |
| |
|
|
|
Aleviler ve Kürtler, AB ne derse desin, 'azınlık' değiller ülkemizde, peki de, 'ne' onlar? AB raporunda en fazla tepki çeken ayrıntı, Türkiye'de 'Lozan-dışı azınlıklar' bulunduğuna dair satırlardı; raporu hazırlayanlar kimi kast ettiklerini de açıkça yazmışlardı: Aleviler ve Kürtler... Resmî kesimlerden gelen tepki sebebiyle, AB Komisyonu, raporun ilgili yerinde değişiklik yapmış ve Kürtler o müdahaleyle 'azınlık' olmaktan çıkıp 'toplum' haline gelmiş. Aleviler ise raporda 'Müslüman azınlık' olarak kalmaya devam ediyorlar... Konu üzerinde düşünmeye başlamadan önce bir gerçeği bilmek gerekiyor: 'Azınlık', hem yansıttığı içerik hem de uygulamaya dönük bir gerçeklik olarak, öyle anılan kişilere zorluklar yükleyen bir kavramdır. Müslümanların 'azınlık' olduğu ülkelerde başlarına gelenleri hepimiz görüyoruz, biliyoruz. Uluslararası anlaşmalara ve dış müdahalelere rağmen, 'azınlık' konumundaki insanlar veya gruplar, dünyanın her yerinde kendilerini huzurlu hissetmezler. Bu bakımdan, AB raporunda 'azınlık' olarak anılmaya, Alevi çevrelerinden gelen, Kürt örgütlerinin yönelttiği itirazlar yerindedir. 'Azınlık' statüsüne sahip olmak kimse için arzulanabilecek bir durum değildir çünkü. Lozan'da bugünküne benzer baskılarla Türkiye'de yaşayan gayr-ı müslimler 'azınlık' olarak kayda geçirilmişti; o günden sonra daha önce yaşamadıkları türden sıkıntılarla karşılaşmaya başlamaları 'azınlık' statüsüne rağmendir. Türkiye'de 'azınlık' olmanın zorluklarını yeni yeni arkada bırakmaya hazırlanıyoruz; görüyorsunuz, o da ne kadar güç oluyor... Kürtler ile Alevilerin 'azınlık' statüsüne sahip olmaları onlara herhangi bir üstünlük sağlamayacak, tersine toplumun bütünü içerisinde taşıdıkları 'eşit' kimlik zedelenebilecektir. Yapay ve zorlama kimlikler dayatılarak yeni statüler oluşturmak yanlıştır. Bu sadece bize özgü bir durum da değil. Devletler oluşurken kurucu iradenin içerisinde yer almış etnik ve dinî gruplar başka ülkelerde de 'azınlık' kabul edilmezler. Sayılarının Katoliklerden daha az olduğu Avrupa ülkelerinde Protestanlar 'azınlık' sayılıyor mu meselâ? Ya da tersi? İspanya'da Katalanlar, Basklar var, bunlar otonom bölgelerde yaşıyorlar, ancak 'azınlık' statüsü söz konusu değil onlar için... Türkiye'de de dinî anlayışı farklı, ya da etnik kökeni değişik unsurların 'azınlık' olarak tanımlanmaları hiç doğru olmaz. Ne kendileri açısından doğru bu, ne de ülkemizde uygulanan sistem buna müsait. Sistemle oynayarak yapılacak değişiklikler, ne kadar ihtimam gösterilirse gösterilsin, bugünkünden daha ileri bir düzenlemeye geçit vermeyecektir. 'Azınlık' iyi bir statü değil, bu yüzden Lozan'ın 'azınlık' diye andığı gayr-ı müslim toplulukları bile bu statüden çıkarmak gerekiyor. Bu tamam. Ancak, Aleviler ve Kürtler 'azınlık' değillerse onları 'ne' saymamız gerekiyor? Bu soruya, "Ben Hz. Ali'yi en az Aleviler kadar severim" tepkisiyle mukabele etmek, ya da "Kürtler birinci sınıf vatandaşlarımızdır" hazır cevabını sunmak da mümkün; ancak, bu yaklaşımlar da, şu yakınlarda tanık olunduğu gibi, yeni tepkilerle karşılaşıyor... Bu sorunun esas cevabı bir süre öncesine kadar heyecanla tartıştığımız halde şimdi hatırlamakta zorlandığımız 'anayasal vatandaşlık' kavramında yatıyor. Türkiye Cumhuriyeti'nin bütün uyruklarını 'vatandaşlık' bağı birbirine irtibatlıyor; devlet de uyruklarının tümüne, aralarında herhangi bir ayırımcılık yapmaksızın, eşit muamele etmekle yükümlü. Uygulamada varolan farklılıklar o bağı zayıflattığı için zaman zaman sorunlar yaşandığı bir gerçek. O sorunların ortadan kaldırılması ise farklılıkların sistem tarafından da tanınmasından geçiyor. Hiçbir etnik grup veya dinî cemaat lehine/aleyhine ayrımcılık yapmayan ve varsa o ayırımcılıkları ortadan kaldırmayı görev bilen bir devlet anlayışı, AB'nin 'azınlık' bastırmasından daha etkili olacaktır. Bunun yolu devletin iyi niyetle herkesi dinlemesinden geçiyor.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |