AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
K R O N İ K  M E D Y A
Yavuz Donat'a [bu kez!]
teşekkür borçluyuz

Donat, söz konusu yazısına şöyle başlamış:"Malatya'da iki heykel var. Biri Atatürk heykeli. Hürriyet Parkı (eski İnönü Parkı) ile Orduevi'nin bulunduğu yerde. Diğeri İsmet İnönü'nün heykeli. Belediyenin önünde." Bizi burada ilgilendiren Atatürk heykeli. Bu heykel hakkındaki bilgileri de Donat'tan alalım.

Bugüne kadar Malatya'ya yolumuz düşmedi. Birkaç güzel davet de aldık ama bir türlü kısmet olmadı...

Şimdi bakıyoruz (ve düşünüyoruz) da, yanlış yapmışız doğrusu. Giderek canlanan bu şehrimizi de gezmeli, görmeli, tanımalıymışız..

Şimdi durduk yerde bu sonuca nasıl, neye bakarak (ve düşünerek) mi vardık?

Tabii ki Yavuz Donat'ın (Sabah) geçenlerde köşesinde ("yarım sayfasında" demek daha doğru olur herhalde!) yayımladığı fotoğrafı gördükten sonra.

Donat, söz konusu yazısına şöyle başlamış:

"Malatya'da iki heykel var. Biri Atatürk heykeli. Hürriyet Parkı (eski İnönü Parkı) ile Orduevi'nin bulunduğu yerde. Diğeri İsmet İnönü'nün heykeli. Belediyenin önünde."

Bizi burada ilgilendiren Atatürk heykeli. Bu heykel hakkındaki bilgileri de Donat'tan alalım:

"Atatürk heykelinde bir de 'genç' var. Gencin elinde bayrak. Atatürk, elini gencin omzuna koymuş. Bu heykelde genç 'çıplak'. Ancak 'önü' yaprakla kapatılmış."

Evet, Malatya'ya gitmesek de görmesek de, bu "genç" heykelini bizde sayfada yer alan fotoğraftan olduğu gibi temaşa edebiliyoruz.

İşte zaten bize "Bugüne kadar ne büyük yanlış yapmışız da Malatya'ya gitmemişiz!" dedirten de bu "genç" heykeli...

Önümüzde duran bu "Atatürk ve Genç" heykeli gerçekten inanılmaz bir şey... Sadece "sanatsal" açıdan değil; çünkü biliyorsunuz, Türkiye'yi baştan sona donatan heykellerin çok büyük bölümü bu açıdan "inanılmaz" (yani yapılamaz-dikilemez, anlamında) nitelikte olduğu için işin bu faslını uzatmaya gerek yok.

Malatya şehir merkezinde Hürriyet Parkı'nı süsleyen "Atatürk ve Genç" heykelini "bambaşka" yapan özelliği "Genç"in tasarlanışında ve geçirdiği "evrim"de...

Yavuz Donat (bu kez!) hayırlı bir iş yapmış ve başta Recai Kutan olmak üzere bazı üçüncü kuşak Malatyalılardan "Atatürk ve Genç" heykelinin tarihini öğrenmiş.

İnanılmaz bir hikaye... İnanılmaz olduğu kadar da "öğretici" bir hikaye... Özellikle de "Türkiye Cumhuriyeti Tarihi"ni daha yakından tanıyabilmek açısından çok öğretici....

Sözü yine Donat'a bırakalım:

"İlk yapıldığında heykeldeki gencin önü 'açıkmış.' Yaşlı Malatyalılar anlattılar. Malatyalı kadınlar, meydandan geçerken heykele bakıp, şöyle derlermiş:

-Uy anaaa. Bu da ne böyle? Ayıp ayıp... Edep yeri görünüyo... Anaaa... Giyicek don mu bulamamış?.. Vay başımıza gelenler.

Yine yaşlı Malatyalılar anlattılar:

-Heykeldeki gencin önü daha sonra hükümet kararıyla yaprakla örtüldü."

İşin bu son faslına ilişkin olarak Donat ile Recai Kutan arasında geçen soru/cevabın bir bölümü de şöyle:

"- Ne oldu? / - Kırdılar. / -Neyi kırdular? / -Şeyi işte canım. / - Heykeli mi? / - Hayır hayır... Heykele kimse elini sürmedi... Gencin önünü kırdılar. / - Erkeklik organını mı? / - Bana söyletme şimdi... Maalesef öyle oldu... Onu kırdılar. / -Neden? / - Gelip geçen kadınlar görüyordu... Vış, bu da ne böyle diye tepki gösteriyorlardı. / - Kim kırdı? / - Kıranlar bulunamadı. / - Sonra? / -Sonra hükümet karar aldı... Heykelin önü büyük bir yaprakla kapatıldı."

Söyleyin şimdi, bundan güzel bir hikaye olur mu? Böyle güzel bir hikaye olur da, ülkenin mizahçıları buna (bir zamanlar Sovyetler Birliği'ndeki muhalif mizahçıların yaptığı gibi) kayıtsız kalabilir mi?

"Atatürk ve Genç" heykelinin 1950 öncesi yapılıp dikildiğini de hatırlattıktan sonra gelelim işin tahliline:

Bize sorarsanız, bu heykelin tarihinin bir mizahçı eliyle hikayeleştirilip "1000 Temel Eser" arasına sokularak öğrencilerimizin hizmetine sunulmasında büyük yarar vardır, deriz. Büyük yarar vardır, çünkü Cumhuriyet'in 60 yıl öncesinin Malatyasında başlatmış olduğu "rönesans"ı bu hikayeden daha iyi hiçbir eser açıklamayamaz.

Düşünebiliyor musunuz, sen kalk 60 yıl öncesinin Malatyasının meydanına "Davut"tan esinlenmiş (!) çirkin mi çirkin bir çıplak genç heykeli yerleştir!

Bu 'rönesans" girişimi ne tür bir amaç taşıyordu acaba? Meydandan gelip geçen Malatyalıların "Haa evet, rejim gerçekten değişmiş!" diye haykırmalarını sağlamak mı? "Cumhuriyet"in basit bir tarifinin sunulması mı? Yoksa, Malatyalılar ne kadar "Vış" ya da "Uy anaaa!" da dese, onlara "Canınız isterse, bundan sonra şartlar böyle!" mesajını vermek için mi?

Madem lafı uzattık, o halde bu heykelle ilgili önerimizi de söyleyelim:

Kaldırın bu heykeli bir an önce... Baştan ayağa (çizme) giyinik bir halde duran Atatürk'ün yanından çekin alın o 'önü" bir yaprakla kapatılmış çıplak "Cumhuriyet Genci"ni...

Yanlış anlaşılmasın aman; Michelangelo'nun "Davut"una tabii ki evet, ama bu tatsız tuzsuz "Genç"e tabii ki hayır!

İlk fırsatta Malatya'da olacağımızı da hatırlatalım. Bakalım, belki kaldırılmadan yetişebilir ve bu "sanat eseri"nin aslını temaşa etme şerefine erişebiliriz...

Zavallı Malatyalılar, ne eziyetler çekmişler de haberimiz yokmuş... Donat'ın gazeteciliği (bu kez!) bayağı işe yaradı... (K.B)


Reyting birincisini toplumsal bilinçaltımız mı belirliyor?

Toplum bilinci diye bir şey olduğuna göre, büyük ihtimalle toplumsal bilinçaltı diye bir şey de vardır. Eğer öyleyse, bizim toplumumuzun bilinçaltı da epeyce eğlenceli olmalı. Birileri böyle bir belgesel hazırlasa, seyretmekten zevk duyardım. Ama hiç kimsenin bu işe soyunacağını zannetmiyorum. Çünkü hiçbir toplum ruh röntgeninin çekilmesini istemez. Başka bir deyişle toplumlar böyle şeylerden huylanır. Düşünün; Can Tanrıyar ile Petek Dinçöz'ün özel hayatlarının fotoğraf albümünden devşirdikleri bir programın bu kadar çok izlenmesinin toplumsal bilinçaltındaki kaynağını aramaya çalışırsanız neyle karşılaşırsınız!.. Herkes gibi ben de bu lüzumsuz ilginin bilinçaltımızın neresinden fışkırdığını bilmek istemem. Bilirsem, hem bu toplum içindeki yerimi kaybedebilirim, hem de muhtemelen kendimle canciğerliğimi...

Yine de toplumsal bilinçaltının televizyon izlerken nasıl yönelimler içinde olduğunu şu an bildiğimden daha fazlasıyla bilmek isterim. Mesela son haftalarda Show TV'de yayınlanan "Emret Komutanım" dizisinin yayınlandığı gün reyting sıralamasında birinciliği kimseye kaptırmamasının esbab-ı mucibesini merak etmiyorum desem yalan söylemiş olurum. Aslında bu konuda kendimce bazı fikirlerim de var tabii... Benimkiler uzman görüşü sayılmaz ama yine de onları sizlerle paylaşmak isterim. Bir kere toplumumuzun bireylerinin (Erkin Koray'ın 'Kızları da alın artık askere' şeklindeki talebi kabul görmediğine göre, elbette sadece erkek olanlarının) büyük ekseriyetinin hayatındaki en uzun süren sosyal tecrübe askerliğidir. Çünkü askerlik zorunludur. Yoksa bu kadar uzun süren bir sosyal tecrübeyi edinmeyi hiçbir insanımıza kabul ettiremezdiniz. Zorunlu olan her şeyde olduğu gibi kuzu kuzu edinilen bu tecrübe, tabiatıyla en uzun süre anlatılabilir hatıra demetini de elimize tutuşturur. Herhangi bir şehrimizdeki herhangi bir kahvehaneye adımınızı atsanız, orada pineklemekte olan insanlarımızdan en az birinin o sırada askerlik hatıralarından birini anlatmakta olduğunu rahatlıkla müşahede edebilirsiniz. Bu böyledir. Emret Komutanım dizisinin erkek nüfusumuzun askerlik hatıraları havuzundan Ertem Eğilmezvari tekniklerle damıtıldığını düşünürseniz, her hafta reyting birincisi olması sizin için daha az şaşırtıcı olabilir.

Ancak bu tezim kadınlarımızın neden bu diziye ilgi gösterdiğini açıklamıyor. Öyle ya, sadece erkeklerin izlediği bir dizinin reyting listesinin tepesine demir atması pek kolay değil. Toplumsal bilinçaltımızdan çok daha kapsayıcı bir sebep bulup çıkarmak zorundayız. Bu konuda benim naçizane bir fikrim olduğunu söylemek isterim. Zannımca demokrasi tarihimizi bir tür "aç-kapa" ritmine alıştıran darbe geleneği de bu dizinin bu kadar yaygın biçimde izlenir olmasını sağlayan bilinçaltı unsurlarından biri... Hem de güçlü bir unsur... Nihayetinde biz demokrasi tarihimizin büyük bir bölümünde siyasetçisinden muslukçusuna, mühendisinden fırıncısına, overlokçusundan futbolcusuna uzanan bir toplumsal yelpazede vatandaşlık görevlerinin ilk sırasına bu iki kelimeyi söylemek maddesi oturtulmuş bir halkız. Bu sebeple tam zamanında koltuğumuzda yerimizi alarak adı "Emret Komutanım" olan bir dizinin karşısında esas duruşumuzu göstermek borcunda hissediyoruz kendimizi. Yani ekranda "Emret Komutanım" başladığında biz de toplum olarak ictima vaziyeti alıyoruz. Dedim ya uzman değilim, sadece bu toplumun her bireyi kadar tecrübeliyim o kadar! (G.Ö)


16 Ağustos 2005
Salı
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
G. Özcan


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu
Online İlan

ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Sağlık | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED