T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 6 ARALIK 2005 SALI | ||
|
İstanbul'un bir ilçesinde, cami yapılmasını istemeyen bir grup güruh ellerinde pankartlarla sokağa inmiş. Elbette ki, bir cami yapmakla bu ülkenin veya o ilçenin sorunlarını halletmiş olmuyorsunuz, olamazsınız. Asıl üzerinde durulması ve derin derin düşünülmesi gereken mesele, bu ülkede, ilk kez, aylarca süren bir tartışmadan sonra bir grup güruhun cami yapılmasına karşı çıkmasıdır. Cami, yalnızca bir bina değildir. Cami, çok güçlü bir semboldür. Bu toplumun müslüman kimliğinin en köklü, en doğrudan, en vazgeçilmez sembollerinden ve göstergelerinden biridir. Gerekçesi ne olursa olsun, cami yapımına karşı çıkmak; caminin sembolize ettiği anlam dünyasına, kültüre, medeniyete ve bütün bunların kaynağı olan İslâm'a karşı çıkmak demektir. Bu toplumun Müslüman kimliğine, kültürüne, tarihine karşı çıkmak demektir. Caminin yeri veya başka bir nedenle cami yapılmasına itiraz edenler, neye itiraz ettiklerini bilmiyor olabilirler mi, acaba? Bu ne anlama geliyor, öyleyse? İslâm tarihi boyunca, ürettiğimiz medeniyetin en görkemli, en anlamlı cami mimarisine imza atmış bir toplum, böylesi bir harekete, böylesi bir hakarete nasıl soyunabilir? Mesele sadece cami meselesi de değil. Helal gıda konusunda, içki konusunda da "vayy, nasıl olur da laik bir ülkede içkiyi yasaklarsınız, helal gıda gibi bir şeyi dayatmaya kalkışırsınız?" diye bangır bangır bağırıyor, sömürgeci kafalı sözümona Türk medyası? Bu nasıl bir şey? Nasıl böyle bir şey yapabilir böylesine muhteşem bir cami mimarisini; mükemmel bir ahlâk, toplum, adalet, dayanışma, yardımlaşma, paylaşma, diğergâmlık ve kardeşlik düzenini ve düzeneğini; iyililikte yarışma, kötülüklerden arınma ve arındırma geleneğini ve medeniyetini dünyaya armağan etmiş bir medeniyetin çocukları nasıl olur da bu muhteşem hayat ve dünya anlayışına kem gözle bakabilir oldular; ellerinin tersiyle itmeye kalkışabildiler? Türkiye, tehlikeli bir sürece doğru hızla sürükleniyor: Türkiye'de bir birinden ürken, korkan, birbirine kuşkuyla bakan iki millet oluşturuluyor. Önce ülkenin kurumları laikleştirildi. Şimdi de toplum laikleştirilmeye çalışılıyor. Bu toplumun laikleştirilmesi, bu toplumu ayakta ve hayatta tutan en güçlü bağın çözülmesi demektir: Bu bağ, İslâm'dır. Bu toplumun İslâm'la ilişkilerinin sakatlanması, zayıflatılması, aksine laik kimliğin güçlendirilmesi, bu toplumun Batılıların kölesi olmasıyla ve bütün iddialarını yitirmesiyle sonuçlanacaktır. Bu toplum, Müslümanlığı terk edemeyeceğine; Müslümanlığı terk ettiği zaman, yaşamasının bir anlamı kalmayacak, bu dünyaya kendine özgü iddialar ve projeler sunamayacak; sadece Batılıların yüzyıllardır hedefleri şey, gerçekleşmiş olacak; dışardan yenemedikleri, dize getiremedikleri ve teslim almadıkları bu toplumu, içerden teslim almayı başarmış olacaklar. Müslüman bir toplumun içinde laik bir toplum çıkarılması, bu toplumun içinden çıkamayacağı, üstesinden gelemeyeceği büyük fitnelere, fesatlara, kargaşalara ve -Allah korusun- çatışmalara sürüklenmesi demektir. Bu toplum laikleştirildikçe, bu ülkedeki bütün etnik kimlikler, bağımsızlık gibi seküler ideallerin ve rüyaların peşinde koşuşturacak; bu konuda laik Batılılar tarafından fena halde kışkırtılacaklar ve kullanılacaklardır. Bu ülkenin yöneticilerine sesleniyorum: Bu toplumu daha fazla Müslümanlaştırmak yerine, daha fazla laikleştirmeye çalışmak, bu ülkede iki milletin zuhur etmesiyle sonuçlanacaktır. Bu durum, bu ülkenin ve toplumun yeniden tarih yapabilecek gücü, kuvveti, kudreti, ruhu, heyecanı, iddiayı, ideali ve rüyayı tümüyle yitirmesiyle ve bu milletin tarihe veda etmesiyle sonuçlanacak, son derece tehlikeli bir teşebbüstür. Bu ülkeyi seviyorsanız, yapılan yanlışlıktan derhal dönün lütfen!
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |