T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 18 ARALIK 2005 PAZAR | ||
|
Bir dairenin üst noktasından aşağı doğru inen yaya "kavs-i nüzul" (iniş yayı); alt noktasından üstteki başlangıç noktasına doğru çıkan yaya ise "kavs-i uruc" (çıkış/yükseliş yayı) denir. Dairenin üst noktasında Hz. Hakk'ın, alt noktasında Hz. İnsan'ın bulunduğunu farzedersek, "Hepimiz O'ndan geliyoruz; dönüşümüz yine O'nadır!' işaretinin mânâsını teşkil eden şekli, sanırım böylelikle göz önüne getirmiş oluruz. Hazret-i İnsan (İnsan'ın mertebesi), inişin sona erdiği, yükselişin ise başladığı noktada yer alır. Yeryüzünde içiçe gemiş hâleler halindeki madenler, bitkiler ve hayvanlar âleminden sonra gelen hâlenin sahibi olan hazret-i insan, cemadatın, nebatatın ve hayvanatın da sahibidir; dolayısıyla biraz taş, biraz çiçek, biraz da hayvandır. Taayyünâtı itibariyle mertebesi diğer mertebeleri içerir. Taşlarla konuştuğunu hatırlamayan insanoğlu, bitkilerin sesini dinlemeyi unutalı çok oldu; hayvanlarla alâkasını kesmekle kalmadı; varlığa tahammülsüzlüğü yüzünden insanlık kıyısından da uzaklara sürüklendi. Günümüzün insanı yönünü tayin edemediği için yükselemiyor. Dairesini tamamlayamıyor. Bu yüzden özgürleşemiyor; özgürlüğün "daireyi tamamlamak" demek olduğunu ise aklına bile getirmiyor. Dairenin, gönlün terbiyesiyle tamamlanacağı muhakkak iken, kayb olan ve edilen için üzülmekten kendini alamıyor. Ölümden korkusu bu yüzden. Yaşamı yitireceği korkusuyla yüreği büzüşüyor, sıkılıyor ve 'bun' alıyor. İnsan niçin 'bun' alıyor? Gerçekte mâlik olmadığı bir şeye mülkiyet iddiasında bulunduğu için. Özünü bilmekten korktuğu için, insan, ölmekten de korkuyor. Evet, öleceğini bilmekten de, ölmekten de korkuyor. 'Bun' alımı da bundan. İnsanoğlu kendi gerçeğinden kaçtıkça, kendini gerçekten de 'var' zannettikçe, 'bun' almaktan aslâ kaçınamaz. Bunama yaşlıların değil, yüreği büzüşmüş olanların ve adına 'dünya' denilen düşte düşün yorumundan habersiz bir biçimde uyuklayanların yazgısı. Uyuyanların değil, uyuklayanların alnındaki işbu yazgı, 'bun' almaktan ibaret. Hiçliğin zirvesinde varlığın tadını çıkarmak varken, kayb olacak ve edilecek bir gerçek sanısıyla şimdiden karalar bağlamak, tamıtamına bir kâbus. Vâ esefa ki onlar bu yüzden bir düşten değil, bir kâbustan uyanmak zorunda. Martin Buber'nın I AND THOU adlı eserini İngilizce'ye çeviren Walter Kaufmann'ın bu çeviriye yazdığı girişte, Goethe'nin çağdaşlarından William Blake'e ait şöyle bir dörtlük yer alıyor. To see a World in a Grain of Sand
Aşağı-yukarı anlamı şu: Görmek bir dünyayı bir kum taneciğinde
Gönlünü terbiye etmemiş olanlar için bir ânın içinde tüm zamanı ve bir elde tüm mekânı hissedebilmenin ne denli güç olacağı malum. Lâkin biraz çabayla hiçliğin kıyısından varlığa el sallamak, hiç de öyle imkânsız değil. Tohumda ağacı, ağaçta tohumu (birlikte çokluğu, çoklukta birliği) görme becerisini kazanmış ustalarımızın bize verdiği dersin değişmez konusu, her inişin bir de çıkışı olduğu idi. Onlar indiklerine peşiman olmadıkları gibi, yükselmekten de korkmadılar. Çünkü ustalarımız nezdinde ölüm firakın (ayrılmanın) değil, visalin (buluşmanın) adıydı bir zamanlar. Gölgeden gölgenin sahibine dönüş, korku doğurmadığı gibi, hüzne de yol açmaz; başka bir nedenden dolayı değil; sadece ortada kayb olan ve edilen bir 'şey' bulunmadığı için açmaz. Bir edebiyat tarihçisi, sanatta başarının, "yenginin, yenilginin itirafıyla kazanıldığı bir savaş"tan ibaret olduğunu (a war in which victory comes throug the confession of defeat) söylemiş. Hâl bu ise, şimdiden bir kenara not etmek zorundayız: Yaşamak da bir sanattır.
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |