T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
D Ü Ş Ü N C E   G Ü N D E M İ 16 ARALIK 2005 CUMA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

YÖNETEN:
Yusuf KAPLAN


BİR YÜZLEŞME, DİYALOG VE TOPARLANMA ÇAĞRISI...

Batı uygarlığının geliştirdiği meydan okuma, bütün kültürlerin varlığını ve varolma imkânlarını tehdit ve tahdit etti. Bugün kullandığımız bütün kavramları ve kurumları yalnızca Batılılar üretiyor. Bu, diğer kültürlerin ve medeniyetlerin yaratıcılıktan yoksun olmalarıyla değil, Batı uygarlığının geliştirdiği küresel saldırıyla ilişkili bir durumdur.

O yüzden tek tip bir kültür, insan ve toplum modelini bütün dünyaya dayatan Batı uygarlığının bu saldırısı Batı'daki düşünürler tarafından da ürküntüyle karşılanmıştır. Büyük yapısalcı antropolog Levi-Strauss'a, "kurtarılması gereken, kültürlerin çeşitliliğidir" çığlığını attıran şey işte bu saldırıdır.

Bu meydan okumaya direnme ve güçlü bir medeniyet tasavvuru önerme imkânına yalnızca İslâm'ın sahip olduğu artık bütün dünyada fark edilmiştir. Japonya, liberal-kapitalist paradigma tarafından yutulmuştur. Şimdi aynı cendereye Çin gir(diril)miş durumdadır.

İslâm dünyasının hem Batı'dan gelen meydan okumayla, hem de İslâm medeniyeti tarihiyle ve pratiğiyle yüzleşmesi ve hesaplaşması, Müslümanların yeni bir medeniyet tasavvuru ve sıçraması geliştirebilmelerinin ön şartıdır. Bunun için, İslâm'la ve hâkim Batı kültürüyle bugüne kadar kurduğumuz reaksiyoner (nesneleştirici ve ötekileştirici), dolayısıyla yüzeysel ilişkilerin terk edilmesi ve 732. vuslat yılında saygıyla andığımız Hz. Mevlânâ'nın pergel metaforunu işleterek daha derinlikli, daha kalıcı, daha umut ve ufuk vaat edeci çift yönlü bir temasın kurulması gerekiyor.

İslâm dünyasının yaşayan en büyük düşünürlerinden Hasan Hanefi, bu sürecin ilk adımına dikkat çeken özlü bir makalesiyle bugünkü düşünce gündemimize konuk oluyor: Arap dünyasının sol kökenli düşünürlerinden olan ve İslâm düşüncesinin canlandırılmasına -sorunlu da olsa- takdire şayan katkılar yapan Hanefi, düşünce gündemimize aldığımız makalesinde, İslâm dünyasının siyâsî, kültürel ve entelektüel bir canlılık üretebilmesi için bütün tarafları "diyalojik bir konuşma"ya ve "birleşmeye" davet ediyor. Hanefi'nin makalesinin İslam Özkan'ın çevirisiyle sunuyoruz...
(YUSUF KAPLAN)


Uyanış ve diyalog sürecinde
Kültür, siyaset ve medya

Önerdiğim aktif siyaset anlayışı, kültürümüzü duygusal ve tepkisel yaklaşımlara düşmekten, kahve kültüründen, yeni ibadet biçimlerinden, iş adamı /kapitalizme bağımlılık/tüketim kültürü gibi yeni hayat modellerinden, televizyon dizilerinden, ticari reklamlardan, içeriksiz ve bağnaz gazetecilik kültürünün doldurduğu siyasi boşluğa düşmekten koruyabilir.

  • Prof. Dr. HASAN HANEFİ
    Siyaset bazen; akademik bir çalışma yürüten veya derin bir ilmî araştırma içinde olan seçkinlere ait, belirli alanlarda çalışan (stratejik) araştırma merkezlerindeki uzmanların bilimsel incelemelerinde görünür. Bu tür bir inceleme, (sadece) sahibini hoşnut etme [kaygısı taşıyan] bir incelemedir; yazar böylelikle ilmî kudretini, bilgisinin enginliğini, belirli alanlarda ne kadar derinleşebildiğini, teorik konularda ne kadar gözüpek olduğunu ispatlar. O, bilim adamıdır, gazeteci değil; araştırmacıdır sadece aydın değil. Sanki, siyasetten kaçmak için bilimin ardına sığınır, pratiğe dönük çalışmalardan kaçmak için teorik analizin arkasına gizlenir. [Ona göre] âlim başkadır, direnişçi / savaşçı başka. Ve böylelikle bilim adamıyla siyasetçinin eylemleri arasındaki kutuplaşma gerçekleşir. Birincisi, eylemsiz bilimdir (amelsiz ilim), ikincisiyse bilimsiz eylem (ilimsiz amel)... Bilim araçtır, eylem ise amaç. Bu nedenle kadîm bilginler, araçsal bilgiyle amaçsal bilgiyi birbirinden ayırmışlardır. Mağrip'te araçsal bilimler, amaçsal bilimden önce geliyorsa, Maşrık'ta (Arap vatanının doğusunda)ki kültür de amaçsal bilgiyi araçsal bilginin üstünde tutmaktadır.

    KÜLTÜRÜN ÖNCELİĞİ

    Siyaset bilimi, siyaset felsefesinin birincil kaynağını oluşturur. Siyaset felsefesi ise siyasî pratiğin temelidir. Siyaset felsefesiyle, halka yönelik siyasal pratik arasındaki bağı kuran siyasal kültürdür. Siyaset bilimi nasıl siyaset felsefesine dönüşüyorsa, aydınlara göre, siyaset felsefesi de sıradan bir insan açısından siyasal eyleme dönüşebilir. Düşünsel kaygılarla siyasal kaygılar arasında fark yoktur.

    Bizim ulusal bilincimizde siyaset kültürdür, kültür de siyaset... Arap/İslâm ülkelerinde siyasal partiler; liberal, ulusalcı, sosyalist ya da İslâmcı ideolojilere sahip partiler, aslında siyasal kültüre ilişkin yönelimlerdir. Çağımızın olay ve krizlerine, mevcut durumumuz üzerinde etkisi hala süren kadîm gelenekle olan bağımızla bakarsak, olayları Arapların ve Müslümanların geçmişi, halihazırı ve geleceği arasındaki kültür penceresinden görmüş oluruz.

    İnsanlar, siyasetle (siyasal eylemle) ve Irak'a yönelik Amerikan saldırısı ya da Filistin'e yönelik siyonist saldırı gibi devasa olaylar üzerinden harekete geçebilirler. Ancak onlar, aynı zamanda kültürel geleneği savunma amacıyla da harekete geçmektedirler. Bu nedenle yeni siyasal yaklaşım, halkları bilinçlendirme, onları, bozgun, acziyet, atalet, tefekkür ve eylem gibi olgulara karşı ilgisizlik psikolojisinden kurtarmak şeklinde olmalıdır.

    Bu tarz bir siyasal analiz, kültürümüzü duygusal ve tepkisel yaklaşımlara düşmekten, kahve kültüründen, yeni ibadet biçimlerinden, iş adamı /kapitalizme bağımlılık/tüketim kültürü gibi yeni hayat modellerinden, televizyon dizilerinden, ticari reklamlardan, içeriksiz ve bağnaz gazetecilik kültürünün doldurduğu siyasi boşluğa düşmekten koruyabilir.

    Önceleri, siyasal kültür, Modern Arap/İslâm uyanışının taşıyıcısıydı. Buradaki gazetecilik de haber gazeteciliği değil köşe yazarı gazeteciliğiydi. Siyasal kültüre ilişkin kavgaların bir çoğu, gazeteciliğin devleti belirleyen bir güç haline gelmesinden önce, gazete sayfalarında yaşanır; büyük düşünürler, edebiyatçılar ve siyaset bilimciler bile bu savaştan geri durmazlardı. Bu tür bir gazetecilik, yönetimlerin acziyetiyle halkların pasifliğini aşma kudretine sahip ikinci bir Arap/İslâm uyanışını tekrar başlatabilir. Böylece Batı'nın mutedil ve rasyonel toplum tipini tek başına temsil etme iddiası ortadan kalkmış ve böylelikle siyasi boşluk doldurulmuş, ve hatt-ı harekâtımız kıvamını bulabileceği doğru bir yola girebilme imkânına kavuşmuş olur.

    DİYALOG YOKSA, DIŞARININ MÜDAHALESİ KOLAYLAŞIR

    Aynı şekilde, yeni kültürel yönelim, hiç bir faydası olmayan kısır çekişmeler ya da ötekini yoksayan acımasız kavgaların yerine, Arap/İslâm topraklarında farklı siyasî yönelimler arasında genel bir diyaloğun başlamasına vesile olabilecek güçtedir.

    Diyalog önce içte yaşanmazsa, dışarıyla diyalogta sıkıntılar yaşanır. İçerde, kendi aramızda ortak hedefler konusunda mutabakatın sağlanmasını mümkün kılacak bir diyaloji arayışını belli bir kıvama ulaştırmadan dışarıyla diyalog kurularak gerçekleştirildiği düşünülen ilişkiler, dışarının kendileriyle diyalog kurulan aktörler eliyle içeriye müdahalesini davet eder ve kolaylaştırır. Genelde İslâm-Avrupa ve İslâm-Amerikan ilişkileri, özelde ise Arap-İsrail barış görüşmelerinde karşımıza hiç hesap edemediğimiz engeller ve sorunlar çıkmasının nedenleri burada gizlidir. O yüzden, Arap görüşmecinin dışardan biriyle yaptığı görüşmede, elini güçlendirecek ulusal bir mutabakat oluşması için öncelikli olarak birbirimizle karşılıklı diyaloğa girmenin zemininin oluşturulması şarttır.

    DİYALOG, İSLAM'A AİT

    Teorik siyasî inceleme, güvenliğin emniyet aygıtına terkedildiği Arap/İslâm coğrafyasında, hâlâ halledilmemiş bir sorun olarak karşımızda duran ulusal güvenlik hususunda başarıya imza atabilir. Güvenlik kültürü, siyasî güvenliğin sağlanmasında bir araçtır. Siyasî kültüre ilişkin akımlar (siyasî partiler), kendilerini şeffaf bir şekilde yapılandırıp meşru çerçevede ifade edebilselerdi, siyasî hayatta şiddet aracılığıyla kendilerini duyuran ve ulusal güvenliği tehdit eden yeraltı örgütlerine dönüşmezlerdi. Ulusal diyalog, eskilerin geleneğidir. Örneğin Ali b. Ebu Talip kendisine isyan edenlerle diyaloğa girmiştir. "Diyalog" sözcüğü, görüş alışverişinde bulunmak ve şûrayı gündeme getirmek anlamında Kur'ânî bir lafızdır. Allah (c.c.), İblis'le, yaratıcı tarafından kendisine üstün kılınan insanı saptırmak için zaman istediğinde ve itirazda bulunduğunda onunla diyaloğa girmiş, itirazını dinlemiş ve şeytandan Adem'e secde etmeyi niçin reddettiğini izah etmesini istemiştir.

    DIŞLAYICI DEĞİL KUCAKLAYICI

    Ötekini dışlayan siyasî görüşlerin yönetimde belirleyici olması, yarım asır boyunca sosyal hayatımıza hâkim olan kültürel diyalogsuzluğun içerde kardeş kavgası, dışarda hezimetlerle sonuçlanmasına neden oldu: Haziran 1967 yenilgisi, 1975'te başlayan Lübnan İç Savaşı, 1979 İran-Irak Savaşı, 1991 İkinci Körfez Savaşı, Cezayir'de 10 yıldır süren iç savaş vb.. Artık kalemin kılıca üstün gelmesinin, aklın şiddeti mağlup etmesinin ve hikmetin iradeye baskın çıkmasının zamanı gelmiştir. Her gurubun hakikati kendi tekelinde tuttuğu tek boyutlu bir toplum olma suçlamasını kendimizden ancak bu şekilde bertaraf edebiliriz. Bunu yapmadığımızda Batı, medeniyet yarışında tek başına kalır, Batı tarzı demokrasiler ise bir yönetim tarzı olarak ön plana çıkan siyasi ve düşünsel çoğulculuğa dayalı olgun ve rasyonel toplum olması iddiasını sürdürmeye ve bize karşı övünmeye devam eder.

    Son yarım asırda kaybettiklerimiz, dışarıyla herhangi bir kapışma yaşanmadan önce kendi iç sorunlarımızın çözülmesi şartıyla bize yeniden dönebilir. Eski Haçlı seferlerine karşı direnişi sırasında Selahaddin Eyyubi böyle yaptı. Bu, devletin çökmesine seyirci kalan [Mısır eski hidivlerinden] Muhammed Ali'yle, Cemal Abdünnasır'ın yapmadığı bir şeydir. Bu nedenle Nasır'ın Arap milliyetçiliği ve sosyalizm şeklindeki tercihleri, kapitalizm ve yerellik şeklinde karşıtlarına dönüşmüştür. Sözkonusu diyalog, 19. yy.'daki Arap/İslâm uyanışının ilk ışıklarından bu yana uygulanmaya çalışılan, ancak halkla diyaloğa değil de seçkinlerin kendi arasındaki diyaloğa dönüşen bir olgudur.

    İKİNCİ UYANIŞA DOĞRU...

    Bu nedenle, son 50 yılda yaşadığımız sıkıntıları yok etmek, her zamanki gibi arabayı atın önüne koymak yerine bu kez atı arabanın önüne koyabilmek için seçkinlerin kendi aralarındaki diyaloğu bu kez tüm tarafların katıldığı ulusal bir diyaloğa ve mutabakata dönüştürmemiz şarttır. Şayet bu yüzyılın ilkyarısında biz, Arap/İslâm uyanışına özgür düşünceli aydınlarla ve ikinci yarısında da Özgür Subaylar* la başladıysak, ikinci uyanışa da kültürle siyaseti kendi bünyesinde toplamayı başarmış, düşünsel kaygıları ulusal kaygılarla harmanlamayı becerebilen, siyasî kültürle halka hitap eden vatansever aydınlarla başlamamız çok daha fazla imkan dahilindedir. İşte bu süreçte, siyaset ve kültüre canlılık ve hayatiyet kazandıracak medyaya çok büyük görevler düşmektedir.

    * Özgür subaylar oyarak bilinen ve Mısır'da krallık yönetimine son verip cumhuriyet yönetimine geçişi askeri darbeyle sağlayan askeri bürokratik elit (ç.v.)

    Geri dön   Yazdır   Yukarı


  • ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar
    Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
    Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi