T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 23 ARALIK 2005 CUMA | ||
|
Türkiye'de elitlerin ve yazar-çizer takımının Türkiye-AB ilişkilerine ilişkin yaptığı hemen tüm "açıklama", "yorum" ve "analiz"ler son derece sığ ve yüzeysel bir görünüm arzediyor. Türkiye'nin; AB'ye girip girmemesi konusunda geliştirilen abartılı korku veya abartılı hayal ve ümitlerden çok, Türkiye elitlerinin, yazar-çizer takımının sergilediği zihinsel / entelektüel çöküntü, sığlık, ufuksuzluk ve sefaletten korkulması gerekiyor. AB ile ilişkilerimize dair yapılan olumlu ve olumsuz yorumların ortak mantığı, panik psikolojisini esas alıyor. AB'ye karşı çıkanlar da, AB'yi destekleyenler de panik psikolojisi ile hareket ediyorlar. AB'ye karşı çıkanlar, AB üyeliğinin Türkiye'nin millî birliğini, bütünlüğünü, üniter devlet yapısını tehlikeye girdireceğini temel alan bir panik psikolojisi ile soruna yaklaşıyorlar. Ama asıl kaygıları, daha fazla demokrasi ve özgürlük taleplerinin şu anki hegemonya, otorite ve çıkarlarına zarar vereceği korkusudur. AB'den yana olanların geliştirdikleri temel argümansa şu: Türkiye'de demokrasi, özgürlükler vesaire ülkedeki bazı güç ve çıkar odaklarının vesayeti altında. Türkiye, ancak AB'ye girerse bu vesayetten kurtulabilir ve normalleşebilir! Bu panik psikolojisi, Türkiye'nin dışardan yapılacak müdahalelerle normalleşebileceği ve kurtulabileceğini varsayıyor! AB'ye ihtiyatlı yaklaşan elitler, hegemonyalarının sürmesi için Türkiye'nin Batı yörüngesinden asla çıkmaması gerektiğini; AB'ye iyimser yaklaşanlarsa Türkiye'nin sözümona evrensel Batılı değerlerini benimsemesi gerektiğini vurgularken her iki taraf da kurtuluşu aynı yerden, yani Batı'dan bekliyorlar! Oysa, bu tam bir çıkmaz sokaktır: Kendimize olan güvenimizi yitirdiğimizin ve her hâlükârda Batı'ya teslim olduğumuzun bir göstergesidir. Oysa, Türkiye, AB'ye (ve ABD'ye) mecbur ve mahkum değil; aksine AB (ve ABD) Türkiye'ye mecbur ve mahkum. Avrupa için de, Amerika için de Türkiye, aslâ kendi haline bırakılmayacak ve Batı yörüngesinin dışına itilemeyecek kadar jeo-stratejik, jeo-politik, jeo-ekonomik ve jeo-kültürel öneme, hayatiyete ve potansiyele sahip bir ülkedir. Avrupa'nın da ABD'nin de istedikleri ve aslâ vazgeçemeyecekleri şey şu: Türkiye, her ne suretle olursa olsun Batı yörüngesinde kalmak zorundadır. Bu, AB'ye girmek biçiminde de olabilir; ABD'nin bölge için geliştirdiği stratejileri, projeleri ve politikaları benimsemek şeklinde de. Samir Amin, Wallerstein, Baudrillard ve Bourdieu gibi düşünürler, Avrupa'nın da, ABD'nin de temel kaygılarının, Batı-dışı toplumlarda demokrasinin, insan hak ve özgürlüklerinin hâkim kılınması değil; belki bu yolla kendi hegemonyalarını, sömürülerini sürdürmek olduğunu söylüyorlar. Ama toplumsal dinamiklerin "merkez"e doğru yürüyüşünden korkulduğu için kuruluşu yine kölecesine Batılıları(n proje ve stratejilerini) izlemekte aramak ya da bu toplumun kurtuluşunu, kendi iradesini harekete geçirebilmesinin yolunu dışarda geliştirilen projelere endekslemek Türkiye'yi aslâ salim bir yola veya düzlüğe çıkarmaz. Türkiye'nin içinde bulunduğu cendereden kurtuluşu, ancak ve ancak derin ve zengin, kültür, tarih ve medeniyet tecrübesinin sunacağı imkân ve dinamiklerinden yola çıkarak gerçekleştirilmesi mümkün olabilecek bir şeydir. Öbür türlüsü hem ham hayalden ibarettir; hem de bugüne kadar olduğu gibi bugünden sonra da bizi her daim panik psikolojileriyle, vaziyeti kurtarma politikalarıyla hareket etmeye sürükleyecek ama sonuçta Türkiye'ye pahalıya patlamaktan ve zaman kaybettirmekten başka bir işe yaramayacak çıkmaz bir sokaktır.
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |