AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
Y A Z A R L A R
Bir "Anne!" iniltisi…

Bu gün belki çok daha fazla şey bulabiliriz ağlamaya bahane olacak. Bir vitrinin pervazından sızan solgun bir neon ışığı bile ağlatabilir insanı. Cadde kenarına rüzgârın sürüklediği birkaç kuru yaprak, bir köşedeki çer çöp, bir kaldırımın her nasılsa yamuk döşenmiş bir parkesi, evet, o bile, insanın içine bir hüzün çökeltebilir. Daha insan yüzlerine değinmiyorum. O yüzlerde görünen melankolinin sözünü etmiyorum. O melankoliyi gizlemek için o yüzün üstüne geçirilen boyaları, vernikleri, çeşit çeşit gölge oyunlarını da es geçiyorum. Elindeki paketi kaptırmamak için göğsüne bastırarak bir kaldırımdan ötekine kaçan insanın yaşadığı panik havası ne kadar acıklıdır! Çocuğunu kalabalık bir caddede, servis aracına bindirmek ve bir ân önce onu evine ulaştırmak isteyen annenin o anda çocuğuna duyduğu koruma hissindeki rikkat ne kadar burkuntu vericidir.

Bütün bu incitici, insanın içini alt üst eden hüzün ve kahır karmaşası, ilk göz yaşını o mağarada oluşturdu. O mağara: Sevr! O göz yaşı yalnızca bir yılan ısırığının verdiği acı yüzünden dökülmüyordu; o göz yaşı, evrenin efendisinin (sav) mübarek başının kendi dizinin üstünde dinleniyor olmasının getirdiği dayanılmaz rikkatin ve onur duygusunun bir nişanesi olarak da süzülüyordu. Süzülüyor ve evrenin efendisinin yanağına düşüyordu. Zaten o değil miydi: "Ağlayabilenler ağlasın, ağlayamayanlar ağlar gibi dursun!" diyen? Onun mesleğinden ve meşrebinden gelenler daima hilm, rıfk, rikkat, merhamet, şefkat ve bütün bunları özünde barındıran sürekli hüzne gark olmuş bir yaşantıyı sürerler. Gözyaşının ıslattığı kuru toprağı çapalarlar.

O türbe ne arıyordu bu koca kentin en civcivli trafiğinin orta yerinde? Orada nasıl koruyordu kendini? Pervasız. Umursamaz. O öyle duruyor, ama onun yanından yolu geçenler, orada, bir serçe kuşunun hıçkırığını andıran ciklemesini işitiyorlar. Kim bilir belki onun tarafından buralar da ziyaret edilmiştir. Ve o serçenin hıçkırığı andıran ciklemesi onun ziyaretinin hatırası adına sürüp gitmektedir. Ama bütün bunların üstünden yüzyıllar geçti. Her şey geride kaldı. Şimdi biz, burada, ondan geride kalanların hayaletine bakıp ağlıyoruz.

Bütün bu dolambaçlı laflar sözü ona getirmek için… O: Ebulleys Kavşenci.. Acıklı bir ses duysa ağlardı. Bir gün de, bir mezarlıktan geçerken, bir kabrin kenarına ilişmiş bir kadının ağzından, şu iniltiyi duydu: "Anne!" Yürüdü, uzaklaştı ve saatlerce, günlerce kalbini yakan hasret ateşini üzerinden atamadı. (Necip Fazıl, Halkadan Pırıltılar, s. 202). O "Anne!" iniltisi yüzünden kendini yitirdi. Üstadın yorumu çarpıcıdır: "Senden uzak kalan, tesellisini hasret yaşlarında bulur; düşünelim, ya seni bulan ne olur?" diyor. Gene onun cümlesini tekrarlarsak "göz yaşının değeri ve pahası, ağlamaktan lezzet bulmaktadır" deriz.

O günden bu yana bin yıl geçmiş. İnsana öyle geliyor ki, o kabrin toprağı hâlâ o "Anne!" iniltisiyle sarsılıyor ve Ebulleys Kavşenci hâlâ o iniltiyle bağrını dövüp duruyor.


9 Ekim 2005
Pazar
 
RASİM ÖZDENÖREN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu
Online İlan

ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi
Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon
Ramazan | Arşiv | Bilişim | Dizi
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED