AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
Y A Z A R L A R
Çift taraflı önyargılar

Son zamanlarda bana bir haller oldu; elime tarihle ilgili bir kitap geçtiğinde içim dışıma çıkacak gibi oluyor. "Eğer" diyorum kendi kendime, "İçinden veya çok yakından tanığı olduğum nice olay, gazetelere yansıdığı gibi tarihe geçecekse, gelecek nesillerin hali harap..."

Geçmişte durum daha da vahimdi. Sözgelimi, Amerikalılar, ülkelerinin 12 yıl boyunca tekerlekli sandalyeden yönetildiğini öğrenemediler... Gazeteciler bu 'gerçeği' yazmadı çünkü.

Bugünün dünya şartlarında böylesine bir 'perdeleme' ya da 'karartma' yapmak çok zor. Bu sebeple, dünyanın her tarafında, yakışıklı erkeklerle güzelce kadınlar politikada daha başarılı olmaya başladılar. Bugünün görselliğe olağanüstü önem veren medyasının tercihi yüzünden, hemen her eğilimden yakışıklı veya güzel siyasîler, ülkelerinde ön saflara geçmeye başladı. Bir şikâyetim yok; tam tersine, güzel, akıllı ve yakışıklı insanların ön plana çıkmaları beni daha da mutlu ediyor...

Mustafa Müftüoğlu, vaktiyle, tarihimizin sayfalarında keşfe çıkar, bulduğu yamultulmuş gerçekleri sergileyen yazılarını ara ara 'Yalan Söyleyen Tarih Utansın' başlığı altında kitaplaştırırdı. O başlığı taşıyan ciltlerin sayısı belki 10'u bile bulmuş olabilir. Resmî tarih kitaplarının 'ak' dediğinin aslında öyle olmayabildiğini bugün çok daha kolay öğrenebiliyoruz... Yerli-yabancı üniversitelerde yapılan tezlerden, yerli-yabancı tarihçilerin eserlerinden çok daha dengeli bir tablo elde edilebiliyor bugün...

Benim kast ettiğim çok daha farklı bir durum; gerçeğin gazetelerde bilerek-isteyerek yanlış yazılması, televizyonlarda görüntüler eşliğinde çarpıtılması... Önyargılar, tarafgirlik, hakkaniyetten uzaklık, küçük politik kaygılar, günü kurtarma veya reytingi yükseltme amaçlı haber ve yorumlar eşliğinde gerçek ortadan kayboluyor. Mini mini ayrıntılar bilinemediği için ortaya sürülen kaba saba bilgi kırıntıları, olayları olduğundan çok farklı görmeye yol açıyor.

Kültür bakanı Atilla Koç'un başına gelen bunun küçük bir örneği. İşin doğrusu şu: Bir dost ülke devlet başkanı, "Bütün sakal-ı şerifler sizde, Ramazan ayı şerefine, son günlerde bizde de ziyaret yapılabilmesi için, birini birkaç günlüğüne ödünç verebilir misiniz?" ricasında bulunuyor. Devletin müzelerinde kayıtlı bulunan Mukaddes Emanetler Türkiye sınırları dışına ancak Bakanlar Kurulu kararıyla çıkabiliyor. Ricayı kolayından yerine getirmenin tek bir yolu var: Câmilerdeki sakal-ı şeriflerden birini göndermek... Eyüp Camii'ndeki sakal-ı şerifin bu amaçla kullanılabileceği anlaşılıyor; ama bir sıkıntı var: Kılıfı çok mütevazı... Sorun, işin ustasına yaptırılan bir muhafaza ile çözülüyor...

Bakan bu noktada devreye giriyor. "Dost ülkeye göndermeden önce muhafazayı bana gösterin" titizliği bürokratların işgüzarlığına kurban oluyor. Muhafazayı herkesin dikkatini çekecek bir yeşilli-kırmızılı bohça içerisinde havaalanına getiriyor bürokratlar. Sonrasını biliyorsunuz zaten...

Bu anlattığımda 'kutsala saygısızlık' söz konusu mu? Ancak, Atilla Koç, tarihe, "Kutsal emanetlere saygısız kültür bakanı" olarak geçecek... Hem de her sayfalarında 'kutsala saygısızlık' yapan gazeteler yüzünden...

Önyargılar yalnızca tek taraflı değil. Hükümette de, bazı konularda aculluk yapıldığı için, farklı türden önyargılarla hareket edildiğini görüyorum. Körfez'den gelen veya getirilmek istenen sermayeye birileri 'yeşil sermaye' adını koyuyor ve bunu 'tehlikeli' buluyor ya, bizimkiler de onu gerçekten 'dinî' hassasiyet ile eşleştiriyorlar...

Yirmi yıldan fazla oluyor. O sıralar çalıştığım Devlet Planlama Teşkilâtı'nda (DPT), Müsteşar Yusuf Özal, Körfez ülkelerinden birinin yöneticisinin de akrabası olduğu öğrenilen birine mihmandarlık görevini bana vermişti. O zâtın başkanlığındaki heyetle, havaalanında karşılayıp yine oradan uğurlayana kadar, tam beş günü birlikte geçirdim. Gelenlerin bir şirketleri ve şirketin de çeşitli ülkelerde lüks otelleri vardı; niyetleri İstanbul'da da öyle bir otele sahip olmaktı...

Kendilerini görüştürdüğüm dönemin Hazine Müsteşarı, konukların geleneksel kıyafetlerine bakıp, "Bizim de istediğimiz sizin gibi Müslüman kardeşlerimizin ülkemize gelmesi" dedi ve ekledi: "Batı'dan otel için gelen yatırımcılar, hesaplarını, 'Kumarhaneden ne gelir, ne kadar içki tüketilir?' sorularının cevabı üzerine kurarlar... Oysa siz başkasınız..." O cümleyi duyunca kendimi tutamayıp güldüğümü hatırlıyorum. Çünkü, bizim heyet, bir gece önce, benim kulak hizamda, İstanbul otelinin kumarhanesinden ne kadar kazanacaklarını, içki gelirlerinin tabloyu nasıl etkileyeceğini hesap etmişlerdi...

Her agelli-kefiyeliyi câmiye götürme huyumuzdan vazgeçelim... Bizim heyet, henüz şarkıcı olmamış Sibel Can'ın raks ettiği Caddebostan Maksim'i tercih etmişti o zaman...

Tarihle başlayıp Sibel Can'a geldik. Kusura bakmayın.


11 Ekim 2005
Salı
 
TAHA KIVANÇ


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu
Online İlan

ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi
Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon
Ramazan | Arşiv | Bilişim | Dizi
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED