AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
Y A Z A R L A R
Öyle değil mi Lordum?

‘Dinî duyarlılık’ konusunda hep sınıfta kalmış medyamız birdenbire hidayete erince şaşıranlar... Defalarca fırına verilmiş iddiaların tozlu raflardan indirilip ekrana ve manşete taşınması karşısında dili tutulanlar... Yetkililerce en titiz biçimde ele alınmasını arzu etse de, daha önce yerel tedbirler yeterli olmuş bir hastalığın bu kez Türk ekonomisini sarsacak denli medyada büyütülmesini yorumlamakta zorlananlar... Lord Peter Wimsey’in zekâsını sizler için devreye sokmuş bulunuyorum.

Lord Peter Wimsey, İngilizlerin ünlü cinayet romanları yazarı Dorothy L. Sayers’in kahramanı. BBC televizyonu romanların bazısını 1987 yılında dizileştirmişti. Lord Peter rolünü Edward Petherbridge’in oynadığı dizi bu türün başarılılarından sayılabilir. Başkalarının doğal karşılayıp aldırmadığı ayrıntılardır Lord Peter için önemli olan; ‘olgu’ diye önüne konulandan kuşku duyar, farklı gibi görünen ipuçlarını birbirine bağlayarak sonunda mutlaka doğruya ulaşır...

Birbiri ardına patlayan ‘Sakal-ı Şerif’, ‘Kanal-7’ye saldırı’ ve ‘kuş gribi’ olaylarını Peter Wimsey yöntemiyle irdelemeye başlayınca bunların bayağı uzun sürebilecek bir gerilla savaşının öncü saldırıları olduğu kanaatine vardım. Dün burada okudunuz. Lord Peter’in yöntemiyle ulaştığım teoriye göre, bu saldırıları başlatanlar Ak Parti hükümetini 2007’ye vardırmama hesabında. Diziyi bu tez aklımda olarak izlerken, ekrandaki Lord Peter’in, kulağıma, “Tam bu sırada ANAP’ın grup kurmasını unutma” diye fısıldadığını da duyar gibi oldum.

Erkan Mumcu’nun ANAP’ı ‘kalıcı’ bir parti halinde oluşturulmuyor dikkat ederseniz, sanki seçime kadar yürütülecek bir misyonun sahibi olacak biçimde yapılandırılıyor... Sol muhalefet CHP’nin yapmaktan âciz kaldığını ANAP’la başarabilme umuduyla...

Olan-biteni bir merkezî planlama eseri, bir kurgu olarak görmeye başlayınca itirazlarla karşılaşılması doğaldır. “Sakal-ı Şerif aslında medyatik bir oyun mu?”, ya da “Kuş gribi mahsus mu büyütüldü?” diye sorup bunları ‘2007 sendromu’ ile irtibatlayınca da öyle oldu. Bazı dostlar itirazlarını hemen sıraladılar: “Olaylarda başı çeken medyanın patronu bu hükümet sayesinde varlığını dörde katlamadı mı? Medyada hemen herkes 3 Ekim’i başardığı için AKP’ye medyun-u şükran değil mi?”

Ciddi itirazlar bunlar...

Gerçekten de medya dahil her alanın büyük patronları bu hükümetin sağladığı güven ve istikrar ortamından olağanüstü çıkar sağladılar. Bedava denecek fiyatla aldıkları ve çok düşük değere satmaya râzı oldukları bankalar milyar dolara gitti... Borsa tavan yaptı, tabii şirketler de... Dün 1 değerinde olan patronlar, bugün en az 4 misli zengin... İnsan, altın yumurtlayan tavuğu keser mi?

Hele Ak Parti o çevrelerin taraftarı olduğu AB yolunda en kararlı adımları atan, CHP’nin “Gitme” dediği 17 Aralık zirvesinden müzakere tarihi alan, yine CHP’nin “Sakın ha!” uyarısında bulunmasına rağmen müzakere sürecini başlatan parti iken? Daha ne isteyebilir patronlar, ya da onları harekete geçirenler?

Bu sütunu sürekli takip edenlerin, bizde olup bitenleri iki katmanda ele aldığımı ve yerel veya ulusal görünen nice uygulamayı dışarıyla irtibatladığımı bilirler. Sözgelimi ‘başörtüsü yasağı’ bize özgü gibi görünürken, “Yasağın kökü dışarıda örgütlerle irtibatı var” diye yazan benim. AB konusu da öyle.

Türkiye’de kökü dışarıda bazı örgütler Türkiye’nin Ak Parti eliyle AB’ye girmesini istemediler; bunu sağlamak için içte ve dışta ellerinden geleni yaptıklarını biliyorum. Frank Gaffney’i ve çetenin öteki üyelerini hatırlatmam gerekir mi? Ancak, en az onlar kadar güçlü ve en az onlar kadar dışarıyla irtibatlı başka örgütler de, AB’ye doğru yürüyüşün özellikle Ak Parti ile olmasını istiyorlardı. Eğer, 3 Ekim’de müzakereler başlamasaydı ilk tezin sahipleri hükümetin ömrünü kısaltacak girişimlerini hemen başlatacaklardı. Ancak, ikinci grubun tezi üstün geldi.

Şimdi durum biraz farklı ve bu yüzden de öncekinden daha tehlikeli. Şimdi, “Ak Partiyi güçlendirir, müzakereler başlamadan ömrünü sona erdirelim” diyenler ile, “Müzakere sürecinin Ak Parti eliyle başlaması daha iyi” diyenler artık birlikte hareket edebilecek durumda. İki grubun çatışması Ak Parti’ye manevra alanı bırakıyordu; ikisi birleştiğinde o alan fena halde daralmış olacak... Hükümetin işi gerçekten zor.

3 Ekim sonucu önemliydi, ama o dönemeç aşıldı. Patronların değerine değer katan istikrar ise Ak Parti’nin iktidardaki ömrünü uzatmaya da yaradığı için bazıları açısından eskisi kadar önemli değil artık. Ak Parti’yi zora düşürmek, hükümetin ömrünü kısaltmak ve 2007 öncesinde işi bitirmek istiyor onlar...

Bu defa da, içte ve dışta bu arzuya râm olanlar olduğu gibi, bunu benimsemeyen ve Türkiye’nin yoluna Ak Parti ile devam etmesini doğru bulanlar da var... Hangi tezin başarıya ulaşacağını izleyeceği politikalarla Ak Parti belirleyecek...

Öyle değil mi Lord Wimsey?


18 Ekim 2005
Salı
 
TAHA KIVANÇ


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu
Online İlan

ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi
Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon
Ramazan | Arşiv | Bilişim | Dizi
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED