|
|
|
Bugünkü Yeni Şafak |
|
|
|
|
|
|
Star TV'yi Aydın Doğan'ın satın aldığı bir an için aklımdan çıktığı için, "Deşifre" adlı programda gösterilen görüntülerin televizyon kanalının adının açıkça talaffuz edilerek CNN Türk'ün haber saatinin yarısı işgal etmesi karşısında bayağı şaşırdım doğrusu... Bir an için "Ne güzel, haber söz konusu olunca kanallar arasında geçerli olan 'rakibinin adını asla anma!' kuralı yıkıldı nihayet" diye düşünmedim de değil. Söyledim ya, Star TV'nin Aydın Doğan tarafından satın alındığı bir an için aklımdan çıkmıştı. "Deşifre" adlı programda nelerin deşifre edildiğini bölük pörçük hatırlar gibiyim. Benzerlerinde olduğu gibi bu programda da "gizli kamera" tabii ki kullanılıyordu.. Ve tabii bazı "mozayiklenmiş" yüzler ve izleyenlere "Vay canına!" dedirten açıklamalar da yer alıyordu. (Bu ülkede artık kimsenin "Vay canına!" diyerek şaşkınlığını ifade ettiği bir olay kalmamış olsa da!) İşte, izleyicilerine olayların "perde arkasını" açıklamayı kendisine misyon edinen bu program sonunda "Malatya Çocuk Yuvası"ndaki "işkence" görüntülerini de önümüze getiriyordu. Büyük bir habercilik doğrusu, Allah kendilerinden razı olsun... Daha nice "deşifre" edilecek olaylara... "Deşifre"nin önümüze getirdiği görüntüler karşısında yazılı basının sergilediği tepki de pek muhteşemdi. Kimi hızını alamayarak "Ellerin kırılsın" diye beddua ediyor, kimi "İşte onlar" diyerek dayakçı okurlarına "bakıcı anneler"in televizyonda mozayiklenmiş yüzlerini açık seçik olarak sunuyor, kimi ise söz konusu "yuva"lardan sorumlu bakanın olayın ardından nasıl üzüldüğünü anlatıyordu... Bir büyük gazetenin konuya ilişkin attığı şu manşetin altını ayrıca çizmek gerekir sanıyorum: "Ya evlerdeki işkence odası". Yani: Ya evlerde dayak yiyen çocuklar, onlardan ne haber? İsterseniz şimdi de, bu haber bombardımanından uzaklaşıp "Malatya olayı"nı doğru dürüst nasıl anlayabiliriz, onu konuşalım: Olayın "teşhisine" yönelik dile getirilen iki temel tepki de yerinde değildir. Bir kere, ülkemizde çocukların evlerde bol miktarda dayak yemeleri, şiddete maruz kalmalarının "Malatya olayı" ile hiçbir ilgisi yoktur. Yoktur, çünkü adlarından da belli olduğu gibi bunlardan birincisi anababaların yönetiminde olan "ev", diğeri ise devletin yönetiminde olan "yuva"dır. Dolayısıyla ülkedeki her evin değil 1/3'i hepsinde "dayak" olsa bile, bu uygulamanın "yuva"ya taşınması kabul edilir bir şey değildir. Çünkü herşeyden önce, bu yuvalarda çocuklarının bakımı ve eğitimiyle ilgilenen personel -kendilerine yanlış larak "bakıcı anne" deniyor olsa da- çocukların "anne"si ya da "baba"sı değildir. (Dolayısıyla, "bakıcı anne" sıfatının kullanılmasından hemen vazgeçilmelidir. 30 çocuğun tek bir insanı "anne" diye çağırmasından manasız bir şey olabilir mi?) Olayın teşhisine yönelik ikinci tepki, yani müdüründen başlayıp bakanına kadar bu kurumlardan sorumlu kişilerin dile getirdiği "Ne yapalım ki elimizde yeterli uzman kadro yok ve ayrıca işten uzaklaştırdığımız dayakçılar mahkeme kararı ile kuruma geri dönüyor" anafikirli ikinci tepki de yerinde değildir. Bu mazeret karşısında sadece şu söylenebilir: Uzman kadro yoksa yetiştir; idare mahkemeleri dayakçıları görevlerine iade ediyorsa o zaman da ilgili yasal düzenlemeleri yap... "İktidar"ın ağlama duvarı olmadığını hatırlatmaya gerek var mı? (Bu konuda beklenen açıklama şudur: "Bu konuda gereken neyse yapacağız, yeni önlemler alınması gerekiyor. Bu amaçla yasal düzenleme gerekiyorsa onu da yapacağız." Abdullah Gül.) On yıl kadar önce bir "yetiştirme yurdu"nun "koruma derneği"nde görev aldığımda SHÇEK bünyesinde yer alan bu ve benzer kurumların maddi sıkıntı içinde olmadıklarına bizzat şahit olmuştum. (Mesela ilgilendiğim kurumun soğuk hava depolarında bekletilen ve bir türlü tüketilemeyen tonlarca eti vardı.) Buralardaki sorun tabii ki, yetişmiş elaman eksikliği ve bunun da arkasında yer alan yönetim anlayışının "sakatlığı" idi. Bir ülke düşünün ki lise ve üniversite mezunları işsizlikten kırıldığı halde yuva ve yetiştirme yurtlarına eleman yetiştirmekle görevli Sosyal Hizmetler Yüksek Okulu gibi bir kuruma sadece tek bir üniversitesinde (Hacettepe) yer açılmıştır. Bu okulun mezunları da tahmin ettiğiniz gibi "uzman" olarak atanmaktadırlar.. Peki ya ara kadroları yetiştirecek, onlara hiç değilse bir iki yıllık bir öğretim sonrasında gerekli formasnu sağlayacak olan kurumlar? Benim bildiğim kadarıyla (bazı kız meslek liselerinin barındırdığı bir iki birim dışında) bu öğretim kurumlarından eser yoktur. Bakın mesela "Deşifre"nin deşifre ettiği dayakçı "bakıcı anneler"in durumuna: Tutuklananlardan Şefika Solmazgül, "hem annelik, hem bakıcılık hem de çocukların ve yuvanın temezlik işlerini yaptak"tan sorumlu olduğunu söylüyor. Solmazgül, yaklaşık 8-9 aydır yuvada görevli. "Gülpa Temizlik Şirketi"nde temizlik işçisi olarak asgari ücretle çalışıyormuş. Bakın, "Malatya Çocuk Yuvası"nda da işler "özelleştirilmiş"; çocuk bakımı bir temizlik şirketine, temezlik şinketi de işi asgari ücretle çalıştırdığı bir kadına devretmiş... Görüyorsunuz durumu; çocuk bakımında bile "taşeron" kullanıyor sonra da taşeron şirketin asgari ücretle çalıştırdığı iki çocuk annesi Şefika Solmazgül'e gerektiği gibi bakım hizmeti vermediği için "Ellerin kırılsın" diye beddua ederek kendimizi avutuyoruz. Bu gidişle işlerin düzelmesini daha çook bekleriz... (Bir tahmin sadece: "Taşeron"a havale mekanizmasının söz konusu görüntülerin "Deşifre"ye ulaşmasında da bir yararı olmuş mudur acaba? Eğer durum böyle ise aferin taşeronçuluğa!)
|
|
![]() |
Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon Ramazan | Arşiv | Bilişim | Dizi |
© ALL RIGHTS RESERVED |