AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
K R O N İ K  M E D Y A
Formula 1 hakkında
rivayet muhtelifti

Geçen "Kronik Medya"da Formula 1'e ilişkin köşe yazılarından alıntılarla bir "potpürü" sunmaya çalışacağımıza söz vermiştik. Hürriyet'te Bekir Coşkun, Hadi Uluengin, Ege Cansen, Vahap Munyar, Milliyet'ten Hurşit Güneş, Güneri Civaoğlu, Can Dündar, Radikal'den İskender Oruoba bakın neler yazmışlar Formula 1 hakkında, hep birlikte okuyalım....

"Kronik Medya"nın geçen sayısından sözümüz vardı: Formula 1'e ilişkin köşe yazılarından alıntılarla bir "potpürü" sunmaya çalışacaktık. İşte o malzeme:

"Doğrusunu isterseniz herkes mutlu. Halkımız henüz anlamadığı ve bilmediği bir şeyden dolayı çok mutlu. Trafik tıkandığı için piste doğru koşarken TV'lere görüş bildiren vatandaşlarımızın sadece 'Müthiş...' demeleri bundandı. İstanbul sosyetesi mutlu oldu. Ki F 1 resepsiyonuna katılan hanımlar, 'Şoförler nerede?' diye pilotları sordular..." (Bekir Çoşkun, Hürriyet)

Bekir Çoşkun gibi düşünmeyen Hürriyet yazarları da vardı. Mesela Hadi Uluengin "Formula 1 ayranı" başlıklı yazısına şöyle başlıyordu: "Yine sefilleri oynamak damarı kabaran bizim aklı evveller, 'Formula !' yarışı düzenlenmasine, 'ayranı yok içmeye, taht-ı revanla gider şaapmaya' diye kara çalıyor. Ben hemen bir başka atasözüyle taşı gediğine yerleştirdikten sonra, sadede geçiyorum: 'Kaz gelecek yerden, tavuk esirgenmez'!"

Uluengin ve Jakobenizm

Uluengin'in yazısında dikkatimizi çeken en önemli husus, yazarın Formula 1 karşıtlığını (gülmeyin!) "Jakobenizm"den yana olmakla bir tutmaya kadar götürmesiydi! Mesela şu sözleri: "Ve tabii, alaturka 'Şark kaderciliği'nin alafranga 'dayatmacı Jakobenizm'e boca edilmesiyle oluştuğu için de, deyimin tama anlamıyla bir 'hilkat garibesi'dir."

Ne yapalım, öyle olsun bakalım....

Bir başka Hürriyet yazarı, Vahap Munyar'ı İTO Başkanı Murat Yalçıntaş'dan aldığı şu "Formula 1 tarifi" için kutlamak gerekiyordu:

"Yalçıntaş, 'Formula 1 ruhu'nu üç maddede özetliyor:

- Bu öyle bir yarış ki, insanın bedenini zorluyor.
- Aynı şekilde insan beyni müthiş zorlanıyor.
- 7 düvelden insanı modern Babil Kulesi'nde buluşturup, kardeşlik havası yayıyor."

Yaysın bakalım....

'Neden İstanbul'da yapıldı' tepkisi

İki "ekonomi yazarı", Hürriyet'ten Ege Cansen ve Milliyet'ten Hurşit Güneş de birer yazılarını İstanbul Grand Prix'sine ayıran yazarlardı. Ege Cansen, Formula 1'in bir ayağının İstanbul'a taşınmasını en sert eleştirenler arasındaydı. Şu satırlara bakın:

"Gazetelerde okuyorsunuz değil mi? Bütün dünya bize hayran. Biz de bize hayran olanların budalası gibi onları ağzı açık dinliyoruz. Öyle bir 'Formula 1' pisti yaptık ki, dünya bize hayran kaldı. (...) Dünyayı hayran bırakmakta üstümüze yok doğrusu. İspatı ortada: Son kullanım tarihi geçmiş şöhretler hurdalık derecelerine göre yüz binlerce dolar alıp 'Size hayran kaldık' diyorlar. Ben de o kadar para alsam, ben de enayiliğe hayran kalırdım doğrusu. Meme dekoltesi derinine açık 70 küsur yaşındaki Sofia Loren'e 'bizden ödül alsın diye' zannedersem 200 bin dolar ödenmişti. Düşünün; herkes ödül almak için para ödemeye hazırken, sıra bizim ödülü almaya gelince üstüne para istiyor. Ama haklılar! O kadar yolu tepip Türkiye'ye geliyor ve basın mensupları önünde 'Size hayran kaldık' diye rol kesiyorlar. Az zor iş değil bu doğrusu."

Ege Cansen'in Formula 1'in "finansmanı"na ilişkin şu eleştirileri de dikkat çekiciydi doğrusu: "Formula 1 denilen otomobil sirki Türkiye'de de şov yapsın diye Hazine'den hasılat garantisi veriyoruz. Üyelerin kanunen ödemeye mecbur olduğu aidatla zenginleşen 'yarı-kamu' tüzel kişiliğine sahip olan Ticaret Odası'nın kasasını bu iş için boşaltıyoruz. Pek tabii 30 milyon dolara biter diye başlanılan projeyi 220 milyar dolarla bitirmemeyi de başararak. Olsun helal olsun!"

Peki ya Formula 1'in "Türkiye'nin tanıtımı"na sağladığı büyük yarar?

Ege Cansen yine: "Bütün bu zararına projelerin 'ister inan, ister inanma' süper bir getirisi var: Türkiye'nin tanıtımı. Bu konuda atılan palavralar, artık komik hale geldi. Efendim danyada 2.5 milyar kişi televizyonlardan 'Formula 1'i izlemiş ve anında 'Böyle Formula 1 düzenleyen ülkeye gitmek vaciptir' deyip, ülkemize gelmek için seyahat acentelerinin önünde kuyruğa girmiş. Ancak otellerimiz dolu olduğu için gelemiyorlar. Gelemeseler de olur; bize hayran düştüler ya!"

Hurşit Güneş'in Formula 1 hakkında dile getirdiği eleştiriler çok daha ılımlıydı. Güneş, her ne kadar "Önce şu reklam meselesini netleştirmek gerek. 1.5 saat boyunca seyirciler piste, arabalara ve pilotlara baktılar. İstanbul'a değil! Malezya'da F1 seyredip de Malezya'ya giden ben görmedim. Kısacası, durumu abartmayalım; ortada 8 milyar dolarlık bir reklam falan yok!" diye yazmasına ve İTO Başkanı'nın Formula 1'in sağlanan gelire ilişkin verdiği rakamları abartılı bulmasına rağmen meseleyi yine "tatlıya" bağlıyordu:

"Nihayet, 160 milyon dolar belki 20-30 yılda karşılanacaktır.Ama dışsallıklar hesaba katıldığında bu rakam koca Türkiye için devede kulaktır. Keşke başka örnekler de yaratabilsek de İstanbul şenlense!"

Civaoğlu olaya 'duygusal' bakıyor

Bir başka Milliyet yazarı, Güneri Cıvaoğlu, tahmin ettiğiniz gibi, konuya "ekonomi"nin penceresinden değil -tabir caizse- "duygusal" açıdan bakıyordu. Cıvaoğlu, Formula 1 ile Türkiye'nin yakaladığı şansı çok değerli buluyor ama özellikle AB ilişkileri çerçevesinde bunun yetersizliğine dikkat çekiyordu. Daha neler mi yapılmalıydı? Cıvaoğlu sıralasın:

"Elbette sadece Formula 1'in İstanbul ayağı 'tek belirleyici' etken olamaz. Ama... Başka projeler çekmecelerde kalmayıp hayata geçirilse ve karar verecek olanlar yoğun mesaj adresleri haline getirilseydi, Formula 1'in İstanbul ayağı ile muhteşem bir gala gösterisi yapılmış olurdu.. Örneğin... Bütün yaz boyu Ege'nin dantela gibi işlenmiş, yeşille mavinin dudak dudağa geldiği koylarında AB'nin kanaat önderleri konuk oldular mı? Türkiye'nin büyük işadamlarına ait yatlarda, kuğu gibi yelkenlilerde birkaç hafta geçirmeleri, çok şeyi değiştirirdi. Türkiye'nin pırıl pırıl sularında kulaç atmak, altın güneşiyle ısınmak, taze balıkları ve rakısıyla keyif yapmak... Ya da... İstanbul Sanat Festivali'ni Aya İrini'de konserlerle yaşamak... Efes'te akşam güneşini, Nemrut'un zirvesinde gün doğumunu izlemek... Kapadokya güzellekleriyle büyülenmek... Antalya sahil şeridi boyunca gerçekleşen turizm mucuzesini görmek... Atatürk'ün laik Türkiyesi'ni algılamak... Bunlar yapılsaydı, tanıtım süreci Formula 1'in İstanbul ayağıyla taçlandırılırdı."

Cıvaoğlu gerçekten güzel tasvir etmiş yapılması gerekenleri... AB'nin ileri gelenleri ne düşünür bilemeyiz ama açıkçası bizim de "ağzımız sulandı"! Bu arada aklımıza geldi: Ege Cansen bu önerileri nasıl karşılar acaba?

Şimdi de sıra geldi Formula 1'i konu edinen farklı iki yazıdan kısa alıntılara. Bu yazıları da Milliyet'ten Can Dündar ve Radikal'den İskender Oruoba kaleme almış. Dündar, Formula 1 dolayısıyla, Milan Kundera'nın bir romanından (Yavaşlık) "hız"a ilişkin bir pasaj aktarıyor. Aruoba ise, belli ki hakkında laf ettiğimiz yarışı iyi bilen-tanıyan birisi olarak önemli tespitler yapıyor. Önce Dündar: "Romanın girişinde motosikletinin üzerine yumulmuş bir insanın korkusuzluğunu sorgular Kundera... İnsanoğlunun korkusunun kaynağı gelecekte, yarın endişesindedir. Motorcu ise sürerken geçmişten ve gelecekten kopmuş, 'o an'a tutunmuştur. Artık eşi dostu, çocuğu umurunda değildir. Romanın ilerleyen sayfalarında başta bir tespit ışıldar:

'Sokakta yürüyen bir insan bir şey hatırlamak istediğinde yürüyüşünü yavaşlatır. Buna karşın az önce yaşadığı kötü bir olayı unutmaya çalışan insan, bulunduğu yerden hemen uzaklaşmak istiyormuş gibi elinde olmadan yürüyüşünü hızlandırır.'

Bir başka deyiyle; 'Hatırlamak için yavaşlar, unutmak için hızlanırız.'

Belki de ondandır hıza bunca sevdalanmamız..."

Şimdi de Aruoba: 1"(...) Türkiye'ye uygularsak 300 milyon dolar harca, pist yap, 10 milyar dolar kap! Bu hesap yanlış çünkü Formula 1 yayın hakkını alan TV istasyonlarında, yarışın yapıldığı ülke, tanıtım maksadı ile 1 saniye bile gösterilmez. Start ile başlayan yayın, yarış, ödül töreni ve kazanan pilotlarla yapılan söyleşi ile biter. Kendinize bir sorun, herhangi bir yarışın nerede olduğunu TV seyrederken anladınız mı? (Morte Carlo hariç, çünkü o yarış şehrin içinde) Fransa Grand Prix'si hangi şehirde yapıldı? Dağda mı, deniz kenarında mı? Grand Prix'sini seyrederek Malezya'yı ne kadar tanıdınız veya Bahreyn'i? Motospor ile reklam yapacaksanız ya otomobilin üzerine malınızın markasını yazacaksanız ya pistin etrafına reklam tabelaları koyacaksınız ya da yayının arasında reklam filmi göstereceksiniz. F1'in ülkemize çok ciddi bir prestij getirdiği kesin, 'Türkiye' imajına ciddi katkıda bulunduğu da kesin! Seyretmeye gelen yabancılar nezdinde ciddi bir tanıtım oluştuğu da kesin, ancak kaç paralık olduğu zor hesap edilir!" (K.B.)


Sağ üst köşeye bayrak asmak kolay!

Biz her işi için ya sadece gösterişindeyiz ya da kolayına kaçıyoruz. Bir 30 Ağustos daha geçti, ekranların kahir ekseriyetinin Zafer Bayramı kutlaması haber bültenlerinde yer alan rutin bayram protokolü haberleri ve ekranın sağ üst köşesine konan bayraklardan ibaret kaldı. Milli duygularımızın dışa vurumu konusunda oldukça garip davranan bir topluluk olduk. Eskiden hatırlıyorum, zafer bayramlarında şehir merkezleri trafiğe kapatılır, Kurtuluş Savaşı'nı sembolize eden kıyafetlerle resm-i geçitler yapılır, hatta canlandırmalarla o günün hissiyatı izleyen topluluğa yeniden yaşatılırdı. Özellikle Kurtuluş Savaşı gazilerinin o zamandan kalma silahlarıyla kalabalığın önünden geçişleri sırasında duygusal anlar yaşanır, gözler yaşarırdı. Şahsen benim bir çocuk olarak ilgimi en çok çeken anlar, resm-i geçitin o anları olurdu. Hamasi nutuklarla, bacak kadar çocukların hançerelerini yırtarak okudukları abartılı şiirlerle pek o kadar ilgilenmezdim. Gazilerimizin sessiz ve vakur yürüyüşleriyle, mikrofon parçalama, anfi patlatma yarışına giren hamaset nutukçuları arasında derin bir fark gözlemlerdim. Şimdi sayıları da üzücü bir biçimde azalan o gazilerin tavrı, duruşu, hissiyatı kaybolmaya yüz tutmuş, hamaset ve şov sahiplerinin tavrı bütün milli kutlamalara yayılmış gibi geliyor bana. 30 Ağustos gecesi 00.01'de ekranların sağ köşelerine bayraklar takıp, 31 Ağustos gecesi 00.00'da kaldırmak suretiyle Zafer Bayramı kutlamayı hem yöntem olarak, hem de hissiyat olarak ciddi bulmuyorum.

Kanalların 30 Ağustos günü programlarına dakika dakika baktım, yetinmeyip gece boyunca da zaplaya zaplaya bütün kanalları dolaştım. TRT devlet televizyonu olmanın da bir gereği olarak günün mana ve önemine uygun bir mönü hazırlamıştı. Onun dışında özel yayın sayabileceğimiz tek istisna atv'nin Ahmet Okur'un yönetmenliğini yaptığı ve geçen sezon sinemalarda da gösterilen "Son Kale Çanakkale" isimli dramatik belgesel gözüme çarptı. Neden Zafer Bayramı'nda Çanakkale belgeseli sorusunu hiç sormuyorum, malum elde fazla malzeme yok!

İşte bu son cümleye mim koyuyorum: "Elde malzeme yok!" Ama neden? Tıpkı çocukluğumun kürsü hamasetçileri gibi lafı her geldiğinde milli duygular konusundaki engin hassasiyetlerini sıralayanlar, hatta yaptıkları hamasi vatanseverlik edebiyatıyla toplumun bazı kesimlerini anlaşılmaz biçimde taciz edenler, üç beş kuruşlarını bu işlere ayırıp birkaç zengin belgesel, üç beş Kurtuluş Savaşı konulu dizi çekmiyorlar. Konu ilgilerini mi çekmiyor, izlenebilir mi bulmuyorlar, yoksa "prime time"larına mı kıyamıyorlar? Zafer Bayramı'nı ekranın köşesine bayrak asarak ve her yıl tekrarlanan bayram kutlamaları haberleriyle geçiştirmek kolay. Zor olan işin cilasıyla uğraşmak yerine, yeni kuşaklara bir milletin istiklali uğrunda verdiği topyekün kurtuluş mücadelesini anlatacak programlar, belgeseller, diziler, filmler çekmekte... Bugünkü haliyle kanallar "dostlar alışverişte görsün"den öteye geçecek bir yaklaşım sergilemiş olmuyorlar. Tıpkı maçlardan önce (özel maçlardan bile) tribün kararıyla hep bir ağızdan İstiklal Marşı okuyup, sonra da rutin tribün edebiyatına (!) geçmek gibi bir şey bu yapılan... Ekranın sağ üst köşesinde ay yıldızlı bayrak, geri kalan kısmında tabiri caizse full tele vole! (G.Ö)


1 Eylül 2005
Perşembe
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
G. Özcan


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu
Online İlan

ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Sağlık | Arşiv
Bilişim
| Dizi |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED