AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
Y A Z A R L A R
"Gündemde 'din' var": Yerinde bir başlık denilebilir

Gazetenin biri Başbakan Erdoğan'ın ABD ziyaretini "Gündemde 'din' var" başlığıyla haber yapmış... Washington, "Diyanet İşleri Başkanlığı'nın martta yayımladığı 'İslam dininin Allah katındaki tek din olduğu' hutbesi ve Devlet Bakanı Mehmet Aydın başta olmak üzere bazı hükümet yetkililerinin misyonerlik faaliyetleri adı altında Hırıstiyanlığa yönelik eleştirilerinden rahatsız"mış. Ayrıca "Ruhban Okulu" meselesi de hatırlatılacak konuların başında geliyormuş...

"Gündemde 'din' var": Zaten söyler misiniz, sadece ABD ziyaretinin gündemi mi, ülke gündeminin neredeyse tamamınında da "din" yok mu? Cumhurbaşkanı seçiminden, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün kendisi ve eşi hakkında "Sabetayist olabilir" iddiasını ortaya atan Yalçın Küçük'e gönderdiği "Bu külliyen yalan iddialar sizin gibi bir bilim adamına yakışıyor mu?" mealindeki mektubuna kadar gündemizde hep "din" yok mu?

Peki o zaman bir kez daha soralım: Bu ülkenin, Başbakanının ABD ziyaretinden cumhurbaşkanı seçimine kadar hemen hangi işi söz konusu olursa olsun gündeminde her zaman niçin "din" var?

Sanırsınız ki bu ülkede "ladini" olarak nitelenebilecek herhangi bir özerk alan ve de dolayısıyla tartışma konusu ile karşılaşmak imkansızdır. Katolik İspanya, İtalya ya da Fransa'nın "gündeminde" din yokken, hatta son olarak Ipsos adlı kuruluşun yaptığı araştırma sonuçlarına göre 10 kişiden 9'unun "dinin kişisel yaşamlarında önemli olduğunu" belirttiği ABD'nin gündemine "din" bu derece damgasını vurmuyorken, bizde durum niçin böyle?

Cevaplanması kolay olmayan bir soru. Sorunun cevabı -muhakkak ki- bu ülkede yaşayan insanların ABD'kilerden ya da İspanya'dakilerden çok daha "dindar" olmalarından kaynaklanmıyor. Cevap -tabii ki- ülkedeki dindar insanların varlığından değil, aklından hiç geçmemiş olsa da "din"i ülke gündeminin birinci maddesi olmaktan bir türlü çıkaramayan siyasal iktidarların yanlışlarından hareketle verilmeye çalışılmalıdır. Şu tespitin doğruluğuna sizin de katılacağınızı sanıyorum: Seksenini devirmiş olan cumhuriyetin "laikleştirme" politikası başarılı olmamış ve "ladini" alanlar olması gerektiği gibi özerkliklerine kavuşamamıştır. Haksız mıyım; yoksa 2005 yılında ülkenin Başbakanının ABD'ye yaptığı bir ziyaret "Gündeminde 'din' var" başlığıyla haber olabilir miydi?

Türk heyeti "Washington"un Diyanet İşleri Başkanlığı'nın hutbesine ilişkin kendisine yönelteceği sorunun altından kalkabilir mi? Bence kalkamaz; Kalkamaz çünkü "Washington"un aklı (ne kadar dindar olursa olsun) bu konuda verilebilecek herhangi bir cevabı anlamaya, daha doğrusu makul bulmaya müsait değildir... "Washington" tabii ki, kendi ülkesinde faaliyet gösteren onlarca Kilise'den benzer "hutbeler"in yükseldiğini biliyor ve anlıyordur. Ama "hutbe"ye ilişkin sorusu karşışında had safhada bunalmış olan misafir heyetin en iyi ihtimalle "Ama bizde ruhban sınıfı ve de Kiliseler yoktur, kusura bakmayın ama laik cumhuriyette durum böyle!" şeklinde formüle edeceği bir cevabı "Eyvallah" diyerek sineye çekmesi imkansızdır.

Görüyorsunuz değil mi? Fransa'nın izinden gidip anayasasına "laiklik" ilkesini yerleştiren 80 yaşındaki Türkiye Cumhuriyeti'nin dünyanın belki de en kolay sorularından birisi karşısında içine düştüğü çaresiz durumu görüyorsunuz değil mi? Ayrıca unutmayalım: Benzer bir soru ile sadece "Washington"da değil, "laik Fransa"nın başkenti "Paris"te karşılaşıldığında da sonuç farklı olmayacaktır.

Tanınmış hukuk profesörlerine sormuşlar: Eşi "türbanlı" olan birisi cumhurbaşkanı seçilebilir mi?

Hukuk profesörlerinden birisi "fetvayı" şöyle vermiş: "TBMM'nin türbanlı birisini ya da eşi türbanlı birisini Cumhurbaşkanı seçmesi, laiklik ilkesine aykırı olur. TBMM bunu yine de yaparsa hukuken yapılabilecek bir şey kalmaz. Bu kez de büyük fırtınalar kopar."(!)

Diğer profesörün "fetvası" da şöyle:

"Yaparsanız çatışma çıkar. Türbanı Köşk'e çıkarmak demek, dini oraya götürmek demektir. O da yanlış olur. Sıkıntı yaratır."(!)

İşte bu! Meselenin, yani ülke gündeminden "din"in bir türlü inmemesinin önemli nedenlerinden birisi de işte bu "hukuk" ve bu "hukukçuluk"! Profesörlerimiz tam da aksini savunuyor ama gerçek, serdedilen bu "hukuki yorumlar"ın aslında birer "fetva" olmaları, yani "hukuk"un "ladini" özerk bir alan olarak henüz oluşamamış olması değil mi?

Hadi gelin bu "ağır" konuyu Demirel'in (yine cumhurbaşkanı seçimi ile ilgili) bayağı eğlenceli bir açıklaması ile bitirelim de, "gündemimiz" biraz neşelensin:

(Demirel, Fikret Bila'ya yaptığı açıklamada cumhurbaşkanı seçimine ilişkin yaptığı açıklamalar hakkında açıklık getiriyor:): "Anayasa'nın 174. maddesinde korunan Devrim kanunları arasında Kıyafet Kanunu da var. Oraya bir madde koyarsınız, dersiniz ki, 'Resmi görev yapacakların, yani cumhurbaşkanlarının, Meclis başkanlarının, başbakanın, bakanların, valilerin ve eşlerinin kıyafeti şöyle şöyle olur veya böyle böyle olamaz' dersiniz. Çocuklarına karışamazsınız ama kendisine ve eşine dair kural koyabilirsiniz."(!)

Dünkü yazımda sordum ama iyi anlatamamışım herhalde: "Devrim Kanunları" denilen kanunlar "Devrim" yıllarında çıktığına ve de artık "Devrim" değil "karşı-Devrim"(!) dönemine girildiğine göre, bu zenginleştirme işi de nereden çıktı böyle! Demirel yine de "cömert" davranmış doğrusu. Oldu olacak, "Devrim Kanunları" sadece "eşleri" değil "çocukları" da kapsasın ki "Devrim" daha bir "sürekli" olsun bari...

Ne yaparsınız, bu ülkenin de talihi böyle imiş... Ömrünün büyük kısmını "Otokrasi" ile "Jerontokrasi" arasında gidip gelerek geçirmeye hüküm giymiş...


8 Haziran 2005
Çarşamba
 
KÜRŞAT BUMİN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu
Online İlan

ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği
Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Sağlık | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED