|
|
|
Bugünkü Yeni Şafak |
|
|
|
|
|
|
"Halep çıbanlarının insafsızca kemirdiği kırmızı ve etli bir yüz. Renkleri çiy fakat bakışları zeki iki göz, çizgileri titremiş bir burun, geniş, ihtiraslı bir ağız. Yağlı bir deri içinde kalın, ağır kımıldanışlı bir gövde. İşte Ahmet Haşim… Karşıdan bakanlar, bu kaba zarfın içinde onunki kadar ince ve duygulu bir ruhun bulunabileceğini ummazlardı. Hele yemek yerken… Pandeli'de doyuncaya kadar değil, çeneleri yoruluncaya, dişleri çiğnemekten kalıncıya kadar yer. Sonra hazmın ağırlığı altında gözleri süzülünce de niye oburluk ettiğine içerlerdi. (Vurgular bana ait: İ. Deniz) Ben bazen onun bu pişmanlığına sataşır: Haşim, derdim, sen kamış olmak istiyordun. Bu vücut ve iştaha ile görüyorsun ki buna imkân yok. Bari göllerde kamış olmak iddiasını bırak da, ormanda boabap olmayı dile! Böyle şaka ederdim, ama onun içi gerçekten bir ney kamışının sesini verirdi. Hayır, hayır onda mahzun bir ney değil, yalçın bir av borusunun keskin iniltileri vardı. Kıskançtı ve sanıyorum ki dünyada hiç kimse ona bu kıskançlık kadar işkence etmemiştir. Haşim, bu duyguyu etleri içinde kilitlenmiş bir çift kaplan çenesi gibi taşıdı. Kalbindeki haset, kınını kesen bir kılıçtı. İstidatlardan ürker, onları yarinki düşmanları sayarak saldırırdı. Dostluklarında ölçüsüzdü.. Mideli Pandeli'de, ihtirası dedikodu masalarında doyardı. Hâfızasında ne kadar şahıs ismi varsa, o kadar adamla kavgalı idi. Ama hepsiyle birden değil. Sıra ile. Çok kere, onun neden böyle olduğunu düşünmüş ve bir sebebe bağlamaya çalışmışımdır. Vardığım netice şu: Haşim'in kıskaçlığını, alelâde bir ruh düşüklüğü saymak doğru olmaz. Mahpus bir kartal, üstünden geçen kanat seslerine karşı nasıl kıskanç çığlıklar savurursa, Haşim de öyle kıskanır, öyle acılar duyarak hırpalanırdı. İyinin, güzelin ve büyüğün tek mahfazası olmak isterdi. Bunların başkalarında görünmesini çekemeyişi, bayağı bir kıskançlık değildir. İyinin, güzelin, büyüğün başkasında görünüşü, kendisine onların sığmaması demekti. Söyleyişleri bundan, haksız hücumları bundan, dostsuz ve tesellisiz kalışı bundandı. Haşim, kendisine ait olmayan her güzel şeyde, kendi noksanını gören bir bedbaht, bir gurur kurbanıdır." Yukarıdaki satırlar, Hakkı Süha Gezgin'e ait; onun "Edebî Portreler (*) adlı kitabının "Ahmet Haşim"e ayrılan bölümünden.. Kitap-lık dergisinin Haziran (84) sayısında "editör'den" başlıklı bölüm, bu metne ayrılmıştı. Ben de oradan alıntıladım. Daha sonra kitabı edindim ve yazının tamamını okudum. Metnin başında, Hakkı Süha Bey, Ahmet Haşim'le nasıl tanıştığını da anlatıyor. Mezkur yazıda, Haşim'in eserlerine dair küçük çaplı değerlendirmelerde bulunuyor ve bir anektodu naklediyor yazarımız. Bu arada, Haşim'in nazmını zayıf bulduğunu da belirtelim. Ahmet Haşim, Yahya Kemal'le birlikte modern Türk şiirinin kurucuları arasında sayılır, bilindiği gibi.. Ben de çok severim; hâlet-i rûhiyem elverdiğinde, döne döne okuduğum şairlerin başında gelir Haşim. Kendisinden etkilendim ve yararlandım daima.. Ama korkarım, metnin ikinci paragrafında geçen ve Haşim'in dinmek bilmeyen yemek iştahasını anlatan bölümü, "Yahu, Haşim de çok yermiş!" savunmasıyla kendi oburluğuma mâzeret sayabilirim rahatlıkla.. Haşim, ölümünün hemen evvelinde bile, yasaklandığı hâlde dolma yemeği arzulamış. Verip vermediklerini bilmiyorum. Yalnız şunu söyleyebilirim; verdilerse ne alâ, ama eğer dolmayı vermedilerse, zavallı üstad, bu dünyadan 'doy(a)madan' gitti demektir… (*) Edebî Portreler/Hakkı Süha Gezgin; Haz.: Beşir Ayvazoğlu; Ötüken Yay., İstanbul 2005
|
|
![]() |
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Sağlık | Arşiv Bilişim | Dizi | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |