|
|
|
Bugünkü Yeni Şafak |
|
|
|
|
|
|
Aman Erman Hocam, beni bu işlere karıştırma... Hakkı olandan feragat etmeye hazır birini Milli Takım hocalarının gidip gelmesinde payı olmakla suçlamak sana bile yakışmadı. Yemin istersen, yeminim de hazır: Vallahi ben mâsumum... Biliyorsunuz, Futbol Federasyonu, Milli Takım teknik direktörü Ersun Yanal’ı görevden aldı. Mâsumiyetim için bu yeterli: Yunanistan maçı sonrası yazdığım yazıda Ersun Yanal’ın kendiliğinden istifa edeceği beklentimi dile getirmiştim. Erman Toroğlu futbolumuzun en ünlü simalarından biri; tuttu benim burada yazdığım o mâsum yazıyı “Hakan Şükür: Pimi çekilmiş bomba” başlıklı değerlendirmesine malzeme yaptı. Güya, ben yazmışım, Yanal ertesi gün görevden alınmış... Erman Hoca’ya kim söylemişse mübalâğa etmiş: Benim yazım burada 6 Haziran günü ayımlandı, Ersun Yanal’ın görevden alınma tarihi 22 Haziran; 16 gün sonra. İki haftadan fazla. Arada Kazakistan maçı var. Bazı yazıların böyle garip bir kaderi oluyor işte. Kırk yılda bir futbol yazısı yazacağım tuttu; orada Milli Takım ile ilgili görüşlerimi aktarırken Hakan Şükür konusuna da girdim. Söylediğim özetle şuydu: Takımın en büyük eksikliği havadan gelen topları kaleye gönderecek bir golcü; Türkiye’de bunun kim olduğunu herkes biliyor... Ersun Yanal kendisine de başarı getireceği halde nedense Hakan Şükür’ü uzakta tutuyor... Ve sordum: “Acaba, birileri mi kendisine böyle bir telkinde bulunuyor?” Sağolsun, Sabah gazetesi, ertesi gün (7 Haziran) benim tezimi, adımı da geçirerek, spor sayfasına manşet yaptı. Ben ABD’de, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın gezisini izliyorum, Türkiye spor câmiası tezimi tartışıyor... Galatasaray Kulübü başkanı bile, “Bize herhangi bir baskı yapılmadı” demiş, adımı da vererek yaptığı bayağı ilgisiz açıklamasında... Türkiye’ye döndüğümde mâsum bir değinmenin bu denli tartışılmasından şaşkınlığa düştüm. Demek ki, konu yalnız benim kulak hizamda bu biçimde konuşulmuyormuş; her yerde dile getirileni ben bir teze dönüştürünce tartışma almış yürümüş... Gıyabımda... Bazı kalemler, Hakan Şükür’ün Fethullah Gülen’e duyduğu sevgi yüzünden dışlandığını yazmışlar; bir ara bu sebeple Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde ifade vermeye zorlandığını da hatırlatarak... Hakan Şükür ve liglerde top koşturan futbolcuların ülkemizdeki pek çok ünlüden daha omurgalı olmaları beni mutlu ediyor. Erman Toroğlu’nun yazısında kendilerinden söz ettiği, ‘Ersun Yanalcı futbolcular’ da bu yönleriyle takdire değer bence. Hepimize ders veriyor futbol dünyası... “Ezildik, mağdur edildik” edebiyatı yapmak yerine bilgi ve becerileriyle haklarını söke söke alan insanlar onlar... Keşke başka mağdurlar arasından da edebiyatta, sanatta, bilimde dünya çapında örnekler çıkabilseydi... Neyse. Benim meramım, Ersun Yanal’ın görevden alınmasıyla hiçbir ilgimin olmadığını kayda geçirmek... Futbol câmiasında o kadar dişli insan, spor basınında o kadar ünlü yorumcu varken, ayda yılda bir futbola değinen benim sözümü kim dinler? Her gün siyaset yazıyorum, o yazılardaki tezlerim dinleniyor mu, ondan bile emin değilim... Takdir edilebilecek konularda ısrarla es geçilmek de cabası... Geçen akşam Siyaset Meydanı’nda ‘internet medyası’ tartışıldı. Bu konuyu en yakın izleyenlerden Şeref Oğuz, “Hakkı teslim etmek lâzım, internete ilk giren gazete Zaman’dı” deyince hemen oralardan bir el kalktı, “Medyada ilk Aktüel dergisidir” itirazıyla... Oysa, ‘medyada ilk’ de Zaman gazetesidir. Zaman’ın İnternet’e nasıl geçtiğinin ilginç hikâyesini burada anlatmıştım. Bugün internetten zaten çıkmış olan Aktüel dergisi o sırada henüz sanal ortama girmemişti. Muhazafakâr bir gazetenin ileriyi görerek çağın gittiği istikamette konuşlanması bir türlü içe sindirilemiyor. Oysa, asla övünmek için söylemiyorum, bilgisayara ters bakılırken çevremdeki insanlar çoktan ondan yararlanmaya başlamışlardı bile. Turgut Özal gibi muhafazakâr bir siyaset adamının ülkemizde bilgisayar kullanımının yaygınlaşmasında büyük katkısı vardır. Bugün de bu alanda öncülük muhafazakârlarda... Türk basınında internetle okuru ilk tanıştırma önceliği Zaman gazetesine aittir... Bir de şu ‘pijamalı gazeteci’ sıfatı var. Siyaset Meydanı’nda öğrendim: Bir internet sitesi ‘yılın pijamalı gazetecisi’ yarışması düzenlemiş, oyla belirlenen kişiye armağanını yayın sırasında teslim ettiler: Bir pijama... Bu yılın ‘pijamalı gazetecisi’ Habertürk editörü Tarık Toros seçilmiş... Tebrik ederim... Hoşuma giden şu: ‘Pijamalı gazeteci’ deyimini Türk medyasına taşıyan benim; bu deyimi ilk kullandığımda şimdi birbirlerine ‘pijamalı gazeteci’ diye iltifat edenlerden büyük tepki gördüğümü iyi hatırlıyorum. Şu satırlar 7 Ekim 2004 Kulis’inden: “Sanki ben internet sitelerinde yazanlara bühtanda bulunmuşum gibi konuya yaklaşan da çıktı. Meğer, 'pijama' ile oturulup yazılan yazılar değilmiş onlarınki; bayağı masraflı bir iş yapıyorlarmış... İnternet siteleri arasında çok sayıda eleman çalıştıran varmış... Ciddi bir işi gayr-ı ciddi yansıttığım için çıkışıyordu yazar...” Şimdi, o tepkiyi verenin de içinde yer aldığı grup, “Kim daha iyi pijamalı gazeteci?” diye yarışma düzenliyor kendi arasında. İyi de yapıyor... Ben mâsumun Erman Hocam, kesinlikle mâsumum...
|
|
![]() |
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Sağlık | Arşiv Bilişim | Dizi | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |