T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 4 MART 2006 CUMARTESİ | ||
|
Mutfakta bir soğanın zarlarını tek tek soyarken aklıma düşenleri 'düşünce' olarak kabul etmek nezâketini gösterecek dostlar için bazı gözyaşartıcı (!) notlar: 1. İlkeler itibariyle kadîm'e uymak (süreklilik) şiârım olmalı; zira düşünmemin, en az bin yıllık bir halıda bin yıldan beri bağdaş kurmuş bir çınarın gölgesinde soluk alıp verdiğini yadsıyamam. 2. Her düşünme tarzının, kullandığı kavram ve terimlerin kendilerine dayandığı daha geriye götürülemez nitelikte sabit ilkeleri (=aksiyom/müteârife) olmalı. İlkeleri bilinmedikçe bir düşünme tarzının kavramları da, terimleri de lâyıkıyla anlaşılamayacağından, 'kadîm'in toprağını her hâl u kârda kazmalıyım. O halde keşf-i kadîm zorunludur! 3. Görüyorum ki düşünmemin en temel vasfı, küreselliği. Çünkü hâlâ kuvve-i vâhime'nin tasavvur edebildiği üç boyutlu şekillerin en mükemmelinin 'küre' olduğunu kabul etmekteyim. 'Alem'den her söz edişimde, onu bir 'birlik', bir 'bütünlük' hâlinde, dolayısıyla bir 'küre' şeklinde kavrıyorum. Düşünme sırasında işleme soktuğum kavramlar da kaçınılmaz olarak bu kavrayış tarzından doğuyor. 4. Düşünme'nin son gayesi, en basit, en yalın kavramlara ulaşmak olmalı; zira düşünme'nin kemâli, bir nokta'dan hareket edip yine bir nokta'da son bulmaktır. O halde küre, son tahlilde, varlığının sebebini teşkil eden nokta'ya değin küçülebilmeli, söz azala azala en nihayet nokta'da yok olmalı. ("İlim bir nokta idi, onu -bizim gibi- cahiller çoğalttı.") 5. Küre, doğası gereği, 'dairevî' (iki boyutlu) olarak hareket ediyor. Demek ki en azından bir daire (muhit-i daire/çember değil) varsaymadıkça, düşünmemin hareketini hakkıyla ifade edemem. Bir şeye dâir düşündüğümde, ister istemez o şeyin etrafında daireler çizmek zorunda kalışımın nedeni başkası değil, bu! 6. Küre'nin üç boyutlu, daire'nin ise iki boyutlu olmasına karşın, duyulara hitab etmek amacıyla bazen "muhit-i daire"yi (=çember'i) 'daire' karşılığında kullandığım gibi, bazen de 'daire' sözcüğünü 'küre' karşılığında kullanıyorum. Bu durumda aralarındaki fark hakikî değil, mecazî olmuş oluyor. 7. Bir küre tasavvur etmedikçe yönleri tayin edemiyorum ve ancak altı yön bulabiliyorum: "ön-arka, sağ-sol, alt-üst". Yönleri tayin ederken, değişmez olan iki yönü, yani bir küre'nin "en alt"ı ile "en üst"ünü nazar-ı itibara alıyorum. Meselâ önce bir kürenin ve/veya bir dairenin merkezini (merkez noktasını) 'farz' ediyorum, sonra bu merkez noktasından ya yukarıya, en yukarıya çıkmaya veya aşağıya, en aşağıya inmeye çalışıyorum. Düşünmemin temel kavram ve terimlerinin bir hiyerarşi'ye (bir silsile-i meratib'e) bağlılığının, en alt ile en üst'e bağlılığından kaynaklandığı çok açık. 8. Kürenin bir düzlemin içinde yer alabilmesi için, o düzlemin aynı anda en az iki noktasına temas etmesi gerekiyor. Bir küre ise bir düzlemin ancak bir noktasına temas edebilir. İkinci noktaya temas eder etmez önceki konumunu terkeder. Bu bakımdan kürenin aynı nokta üzerindeki hareketi, onu diğer hareket türlerinden, yani nicelik (artma-eksilme), nitelik (değişme), mekân (intikal) kategorilerinden ayırıyor. Demek ki düşünme'nin durum'undan (vaziyet) her söz edişimde, kürenin bir nokta üzerindeki durumu/duruşu, buna mukabil düşünme'nin hareket'inden her söz edişimde ise -aksini belirtmedikçe- bir nokta üzerindeki devinimi anlaşılmalıdır; yani bir noktada yoğunlaştığımda, düşünmemin o noktada durması gerekmiyor. Bir nokta üzerinde devinirken bile düşünmemin duruyormuş gibi görünmesinin nedenini ancak böyle açıklayabiliyorum. 9. Belirtmem gerekirse, 'makam' ile 'mertebe' terimlerini birbirinden dikkat ve özenle ayırıyorum; zira mertebe'yi "birbirine bağlı müstakil düzeyler" (a-partman); makam'ı ise "bir mertebe içinde yer alan düzeyler' (de-partman) olarak tanımlıyorum; tıpkı "küre içre küreler" gibi. Böylelikle hakikatin bilgisine ulaşmış olduklarına inandığım ustaların hakikate ulaşmak nokta-i nazarından mertebelerini aynı ve fakat makamlarını farklı kabul ediyorum. Meselâ Hz. Mevlâna ile Hâce Bektaş-ı Velî'nin mertebelerinin bir ve aynı, lâkin makamlarının farklı olduğunu farzediyorum. Aksini 'farz' etmem halinde edeb dairesini aşacağımı biliyorum. 10. Biz'den hareketle ben'i bulmam mümkün görünüyor. Acaba ben'den hareketle biz'i bulabilir miyim? Sanmıyorum; zira her defasında önce soğanın dış zarını (biz'i) soymak zorunda kalıyorum; oysa yolun başındayken, tersini tasavvur bile edemiyorum. Demek ki şimdilik gözlerimin yaşarması kaçınılmaz!
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |