T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
S İ N E M A 3 MART 2006 CUMA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
  Son Dakika
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

SİNEMA
Ali Murat GÜVEN

Ruhlar, Mekke yolunda olgunlaşırken...

Fas kökenli Fransız yönetmen İsmail Ferrukhi'nin ilk sinema filmi "Büyük Yolculuk", kuşak çatışması yaşayan Arap bir baba-oğulun Hacc yapmak üzere Fransa'dan başlayıp Suudi Arabistan'da sonlanan yolculuklarının hüzünlü öyküsünü anlatıyor.

"Büyük Yolculuk"
(Le Grand Voyage)
2004 / Fransa-Fas Ortak Yapımı
Süre: 108 Dakika
Yönetmen: İsmail Ferrukhi
Oyuncular: Nicolas Cazalé, Muhammed Majd, Jacky Nercessian, Ghina Ognianova, Kamel Belghazi, Atik Muhammed
Uluslararası İzleyici Yargısı: 7.4 / 10 (IMDb sitesi verileri)
- 2004 Venedik Film Festivali En İyi İlk Film Ödülü
- 2005 Mar del Plata Film Festivali En İyi Film ve Erkek Oyuncu Ödülleri
- 2006 BAFTA Ödülleri En İyi Yabancı Film Adayı
Dağıtıcı: Bir Film
3 Yıldız: 'Hayatınızdan bir kaç saat vermeye değer' 3 Yıldız: 'Hayatınızdan bir kaç saat vermeye değer' 3 Yıldız: 'Hayatınızdan bir kaç saat vermeye değer'
Şiddet yok Yalnızca bir bölümde cinsellik/çıplaklık var Yalnızca bir bölümde cinsellik/çıplaklık var Argo yok

Müslüman bir ailenin oğlu olan Reda, ailesiyle birlikte yıllardır Fransa'nın güneyinde yaşamaktadır. Reda'nın Arapça'dan başka bir dil konuşmayan muhafazakâr babasının ölmeden önce yerine getirmek istediği son bir dileği vardır: Hacca gitmek. Bunun için de oğlunun kendisini Mekke'ye götürmesini istemektedir. Fransız bir sevgilisi olan Reda sınavlarını bahane etse de babasını ikna edemez ve Fransa'dan otomobille yola çıkarlar. Başlangıçta yolculuk çok zor görünmektedir. Çünkü babayla oğulun neredeyse hiç ortak noktaları yoktur. Mecbur kalmadıkça konuşmazlar bile.

Reda 5000 km'lik bu uzun yolculuğun tadını çıkarmaya çalışırken, babası ise kendisine ve yerine getirmek istediği kutsal göreve saygı duyulmasını beklemektedir. Bu yüzden de aralarında zaman zaman çatışmalar yaşanır. Ancak iki insan ilerleyen günlerde yavaş yavaş birbirlerini tanımaya başlarlar. Öte yandan ne yazık ki yolculuğun da sonu yaklaşmıştır.

Kayda değer bir 'ilk film'

Geçtiğimiz yılın Şubat ayında intihar eden Avrupa'nın önemli bağımsız yapımcılarından Humbert Balsan'ın yapımcısı olduğu "Büyük Yolculuk", Fas asıllı Fransız yönetmen İsmail Ferrukhi'nin ilk sinema filmi. Avrupa'dan başlayıp, sırasıyla İtalya, Slovenya, Hırvatistan, Bulgaristan, Türkiye ve Ortadoğu'dan geçip Arabistan'da biten dinler ve kültürler arası bir yolculuğun çok çarpıcı ve hüzünlü öyküsünü anlatan film, gösterildiği uluslararası festivallerde büyük övgüler almıştı. Venedik ve Mar del Plata film festivallerinde aldığı önemli ödüllerin yanısıra, İngiliz Film ve Televizyon Sanatları Akademisi (BAFTA)'da en iyi yabancı film dalında aday gösterilmişti. Türkiye çekimleri Edirne, İstanbul ve Ankara'da gerçekleştirilen filmin ülkemizdeki yapımcılığını ise geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz büyük usta Ömer Kavur'un şirketi Alfa Film üstlendi. Nitekim, filmin Türkiye sahnelerinde Nihat Nikerel, Erol Ataç ve Sadık Deveci gibi oyuncularımızı görmek hoş bir sürpriz oluşturuyor.

Yönetmen Ferrukhi'nin görüşleri

"Reda ve babası, baba-oğul ilişkilerinin oldukça zor, neredeyse imkânsız olduğu bir kültüre aittir" diyor filmin yönetmeni Ferrukhi, "Ne var ki, birlikte yolculuk etme zorunluluğu iletişime geçmelerini de zorunlu kılar. Fransa'da göçmen olmaları, aralarındaki kuşak çatışması, kültür farklılığı ve dil sorunundan doğan iletişimsizlik, yolculuk ilerledikçe kendini belli etmeye başlar. Kaçışın neredeyse imkânsız olduğu bir arabanın içinde yanyana oturmak zorunda olmaları, belirsizlik ve beklenmeyen olaylar eşliğinde gerçekleşen yolculukları davranışlarında önemli değişimlere sebep olur. Yolculukları süresince, baba ve oğul gerilim yüklü rollerini yavaş yavaş bırakıp birbirlerine yakınlaşmaya başlarlar. Aralarındaki iletişim en aza indirgenmiş olmasına rağmen, mevcut iletişimi sağlayan da yine bu sessizliktir. Yolculuklarının seyri ve tanıştıkları insanlar, aslında onları ayıranlarla birleştirenlerin aynı şeyler olduğunu anlamalarını sağlayacaktır. Büyük Yolculuk, Reda ve babasının ilgisizlik ve düşmanlıklarla dolu ilişkilerinin anlayış ve uzlaşmaya dönüşmesini dramatize ediyor."

İnançlarına bağlı Müslüman bir baba ile Avrupa kültüründe bambaşka kıyılara doğru yelken açmış oğlunun karayoluyla yaptığı bu "kendini bulma" yolculuğunun öyküsünü son derece zarif bir sinematografiyle anlatan bu film, her ne kadar yer yer Fransız usülü bir oryantalist bakış açısına bürünse de yine de ilgisiz kalınamayacak bir ilk yapıt. Merkezinde İslâm'ın yer aldığı Avrupalı bir filmin zaman zaman Müslümanca bir muhafazakârlığa karşı eleştirel olmadan bunca festivalden ödül ya da övgüyle geri dönmesi hayâllerde bile olacak iş değil çünkü! Yönetmen Ferrukhi de oyunu kuralına göre oynuyor ve Faslı kökenlerine karşın belli ölçülerde "Fransızlaşmış" bir sanatçı olarak, mağrip göçmenleri arasında can sıkıcı sonuçları sıkça gözlemlenen eski kuşak-yeni kuşak çatışmasında, kendisini büyük ölçüde "oğul"un tarafında konumlandırıyor.

Aman ha, "Çağrı" bekleyenler gitmesin!

Özellikle de Türkiye'ye, Osmanlılar'a ve İslâm'a ilişkin yerli-yabancı istisnasız her filmden politik açıdan katıksız bir "Çağrı" tavrı bekleyen, bunu bulamayınca da tartışma kültüründen olanca yoksunluğuyla bana ve benim yaklaşımımdaki sinema yazarlarına elektronik posta mesajlarında ağzına geleni sıralayan bir azınlığa sesleniyorum: Upuzun bir film boyunca bir kaç "Avrupalı" ayrıntıya takılıp kalacak ve öfkeden deliye dönecekseniz sakın ola bu filme hiç gitmeyin, böylelikle de ne kendinizin canını sıkarsınız ne de benimkini! Doğrusu, bu saatten sonra (tıpkı Hacivat ve Karagöz'ün, iyi niyetli bir yüreklendirmeden öte başkaca hiç bir hedefi bulunmayan tanıtım yazısında başıma geldiği üzere) bu yöndeki -haddi fazlasıyla aşan- hakaret mesajlarını çekmeye hiç mi hiç niyetim yok. Hele de bütün hayatı ve kariyerini gönülden inandığı bir dâvânın yolunda paspas yapmış bir adama hiç utanmadan "ecdad" dersi vermeye kalkışan yeni yetme tatlısu mücahitlerinin her satırı imlâ hatalarıyla bezeli zırlamaları artık hakikaten de ruhumu yoruyor.

Benim sözüm, kültür farklılıkları ya da benzerlikleri adına yer yer güzelliklerle dolu, Mekke'deki müthiş görüntülerle sonlanan dingin bir yol filmi izlemeyi keyifli ya da öğretici bulacak "derin" ve "hoşgörülü" sinemaseverlere. Sinema yoluyla yapılmış bir tür tefekkürün kapılarını aralayan bu güzel ve anlamlı öykü tam da size göre.

Diğer yaklaşımın sahipleri için cami avlularında zaten bol miktarda İran ve Mısır yapımı VCD filmler mevcut...

"Sen benim ağabeyimsin yağmur adam..."

Hayatta kendinden başka hiç bir şeye değer vermeyen züppe otomobil komisyoncusu Charlie Babbit taşradaki babasının öldüğünü haber alır. Miras paylaşımı için aile avukatıyla görüşmesi gerektiğini öğrenen genç adam, hiç beklemediği bir anda yüklü bir servete konma hayâlleriyle, uzun yıllardır ziyaret etmediği memleketine geri döner. Orada kendisini gerçekten de kayda değer bir miras beklemektedir. Ancak, babasından kalan paranın yasal yöneticisi konumundaki avukata "bunu gerçekten de hak ettiğini göstermesi" şartıyla...

Bencillik abidesi Charlie, mirasa sahip olabilmek için, zihinsel engellilerin barındırıldığı bir bakım evinde yaşayan, küçüklüğünde kendisine "Yağmur Adam" adını taktığı ve artık varlığını bile unuttuğu otistik ağabeyi Raymond'a sahip çıkmak zorundadır.

Türkçe Adı: "Yağmur Adam"
Orijinal Adı: "Rain Man"
Yapım Yılı: 1989
Ülke: ABD yapımı
Süre: 133 Dakika
Yönetmen: Barry Levinson
Senaryo: Ronald Bass ve Barry Morrow
Müzik: Hans Zimmer
Görüntü Yönetimi: John Seale
Kurgu: Stu Linder
Oyuncular: Dustin Hoffman, Tom Cruise, Valeria Golino, Jerry Molen, Jack Murdock, Michael D. Roberts
Uluslararası İzleyici Yargısı: 7.9 / 10 (Kaynak: Internet Movie Database)

Amerikan sinemasından, gerek dokunaklı öyküsü gerekse ona yaraşır oyunculuklarıyla şimdiden klasikleşen çağdaş bir başyapıt. Bu filme kadar genellikle romantik jön rollerinde görmeye alıştığımız Tom Cruise'un ilk gerçek karakter oyunculuğunu sergilemesinin yanısıra, eski tüfek Dustin Hoffman'ın Raymond rolündeki performansı da tek kelimeyle göz kamaştırıcı. Hayatta her şeyi "bir şeyleri alıp satmak" olarak gören duygusuz bir adamın, -onu bebekliğinde küvete doldurulan sıcak sudan bile sakınmış olan- ağabeyiyle kaba-saba bir çıkar ilişkisi üzerine kurduğu dostluğu, birlikte yaptıkları uzun bir otomobil yolculuğu sırasında giderek insana yakışan gerçek derinliğini bulacaktır. Bir sürü takıntıları olan, gündelik bakımı bin bir türlü müşkülat çıkartan Raymond belki zihinsel engellidir, ama en azından hâlâ "insan"dır. Charlie ise onun karşısında "hayvanlığın sınırlarını" çoktan aşmış olduğunu utanarak görecek ve yol yakınken yeniden insana dönüşmenin mücadelesini verecektir.

Unutulmaz sinemasal anlarla dolu olan bu filmde, küvete su dolarken çılgına dönen Raymond'un "Sıcak su bebeğin canını yakar!" diyerek kendini paraladığı sahneyi ve finalde iki kardeşin ayrılık sekansında başını Charlie'nin omuzuna koyup öylece kalmasını unutabilmek mümkün değil. Vahşi kapitalizmin hayatlarından her gün birşeyleri parça parça kopardığına inanan, dahası yüreğinde bunun acısını hissedenler için belli aralıklarla izlenmesi gereken sarsıcı bir hayat dersi. Ayrıca, vaktiyle bütün dünyayı "otizm" adlı az bilinen bir hastalığın varlığından haberdar etmiş, bu hastalığa ilişkin yardım fonlarında milyonlarca dolar toplanmasını sağlamıştı. Bu da sinemanın iletişimdeki o büyük gücünün bir göstergesi olsa gerek...

Türk Kurtuluş Savaşı'nda iki Amerikalı

Bu haftaki "Sine-Bulmaca"da, köşemizin tiryakilerini azıcık da olsa zorlayabilecek türden bir yapıtla karşınızdayız. Öyküsü bütünüyle Türkiye'de geçen, ancak -vaktiyle sansür kurumu tarafından yasaklanmış olması nedeniyle- Türk sinemaseverleri açısından tam bir sır olan ilginç bir serüven filmini "bilmenizi" isteyeceğiz sizlerden...
Bu haftaki sorumuza kaynaklık eden filmden, Türk sinema tarihi açısından oldukça hoş ve nadide bir hatıra fotoğrafı: Filmin başrol oyuncuları Charles Bronson (Josh) ve Tony Curtis (Adam), hırslı bir Osmanlı subayını canlandıran Fikret Hakan (Albay Elçi) ile Ege'deki bir köy kahvesinde çekim arasında sohbet ederlerken... (Ali Murat Güven Arşivi)

Evet, "hatırlamanızı" sözcüğünü bu defalık kullanamıyoruz; çünkü sözkonusu yapıt ülkemizde şimdiye kadar sinemalarda ve televizyon kanallarında hiç gösterilmedi. Çekimleri İstanbul ve İzmir'de gerçekleştirilen, yapımına kalabalık bir Türk teknik ekibinin de katkıda bulunduğu bu filmin başrollerinde ise Charles Bronson, Tony Curtis, Fikret Hakan ve Salih Güney'den oluşan son derece renkli bir kadro yer alıyordu.

Dönem, 1920'li yılların başları... Adam ve Josh adlı Amerikalı iki eski asker, yanlarında bir grup serüvenci ve içi ağzına kadar silah dolu bir gemiyle Osmanlı Devleti'nin Ege kıyılarına demir atarlar. İki kafadarın başlangıçtaki tek derdi, uzak diyarlara açılıp oralarda bir "savaş" bulmak ve ihtiyacı olanlara silah satmaktır. Tam ortasına düştükleri Türk Kurtuluş Savaşı da voliyi vurmak için gayet ideal bir pazar görünümündedir. Fakat kahramanlarımızın kısa yoldan köşeyi dönme hesapları çok geçmeden çökecek ve bu savaşta onlar da adım adım birer "taraf"a dönüşeceklerdir. Önceleri, kendilerini koruma görevlisi olarak kiralayan Egeli yerel lider Osman Bey'in milis kuvvetlerinde görev yapmaya başlayan Amerikalı fedailer, bu kişinin başka bir kente nakledilen servetine gözcülük yaptıkları ilk görevleri sırasında nisbeten rahat ve eğlenceli günler yaşarlar. Ancak sonradan işin içine Anadolu'ya saldıran Yunanlılar ve hem onlarla hem de çökmekte olan İstanbul yönetimiyle mücadele hâlindeki Mustafa Kemâl Paşa'nın birlikleri girince, bu topraklarda işlerin o kadar da eğlenceli olmadığı anlaşılacaktır.

Ardarda bir sürü tehlike atlatıp heyecan dolu serüvenler yaşadıktan sonra Kuvvayi Milliye askerleri tarafından tutuklanan Josh ve Adam, İstanbul'a getirilerek direnişin lideri Mustafa Kemâl Paşa'nın huzuruna çıkarılırlar. Zaferin eşiğindeki Mustafa Kemâl'in, kendisinin karşısında son dualarını eden bu davetsiz konuklara yaptığı konuşma ise âdeta günümüze ışık tutar gibidir: "Siz Amerikalı serseriler, Anadolu'ya ayak bastığınız andan itibaren ülkeme kargaşadan başka hiç bir şey getirmediniz. Ama ben ikinizi de bir defaya mahsus olmak üzere bağışlayacağım. Sizler de derhal defolup buradan gidecek ve bir daha Türkiye'ye asla geri dönmeyeceksiniz!"

1970'lerdeki katı sansür mekanizmasının, siyasî içerikli bir kaç sahnesinden hareketle tamamına yasak koyması yüzünden milyonlarca sinemaseverin hiçbir zaman izleme şansı bulamadığı bu sıradışı yapıta ilişkin bilgilere, en azından verdiğimiz kimi ipuçlarının izini sürerek ulaşabilmeniz mümkün... Amerikan yapımı olan bu filmin İngilizce özgün adı, yapım yılı, yönetmeninin adı ve Mustafa Kemal Paşa'yı canlandıran aktörün adı nedir? Doğru cevapları (adları ve açık adresleriyle birlikte) 9 Mart 2006 Perşembe günü saat 12.30'a kadar 2001kubrick@e-kolay.net elektronik posta adresine gönderen okurlarımız arasından bilgisayarda rasgele tercihle seçilecek olan üç kişi, Fransız yönetmen Jean Jacques-Annaud'un 1988 tarihli "Ayı" (L'ours) adlı ünlü filminin çift diskli birer DVD'sini kazanacaktır.


GEÇEN HAFTANIN CEVAPLARI
24 Şubat 2006 Cuma günü sorduğumuz sorunun doğru cevapları şöyle:

- Filmin Orijinal Adı: 2001: A Space Odyssey (1968) (Türkiye'de Yaygın Olarak Bilinen Türkçe Adı: "2001: Bir Uzay Macerası")
- Yönetmeni: Stanley Kubrick
- Başrol Oyuncuları: Keir Dullea, Gary Lockwood, William Sylvester, Douglas Rain (Hal 9000 bilgisayarının sesi)
- Görüntü Yönetmeni: Geoffrey Unsworth

Yarışmamıza yurt çapında toplam 127 katılım gerçekleşti ve bunlardan 96 tanesi yukarıdaki cevapları eksiksiz olarak içermekteydi. Bu arada, her zaman olduğu gibi, yanlış cevap veren ya da doğru cevaplarına -bütün uyarılarımıza rağmen- adını, soyadını ve açık adresini yazmayan okurlarımızı ise üzülerek elemek zorunda kaldık. (İnanılmaz ama gerçek; yarışmamızın başlamasının üzerinden haftalar geçmesine ve katılım kurallarımızı her hafta ısrarla duyurmamıza karşılık, hâlâ standart iletişim bilgilerini yazmamakta direnen katılımcılarımız var!)
2 Mart 2006 Perşembe Saat 13.00 itibarıyla bilgisayar programının rasgele seçtiği talihlilerimiz:

- Fevzi Demirağ / VAN
- Fatma Öksüzoğlu / KAYSERİ
- Hakan Bayır / İZMİR

Talihlilerimizin armağan DVD'leri ("Yağmurdan Önce", 1994 / Oyuncular: Rade Serbedzija, Labina Mitevska ve Katlin Cartlidge / Yönetmen: Milcho Manchevski) çok kısa bir süre içinde taahhütlü postayla adreslerine gönderilecektir.

Bütün katılımcılarımıza ilgileri nedeniyle teşekkür ederken, yeni katılımlarınızı beklediğimizi bir kez daha hatırlatmak istiyoruz. Unutmayın ki bu köşenin amacı hem eğlenmek, hem seçkin filmler kazanmak, hem de "öğrenmek ve hiç unutmamak!"


  • Ali Murat Güven: Gençliğimize bu yanlışı yapma sevgili Warner Bros...



      DİĞER YAZILAR
  • Sinema Sayfası - 24 Şubat 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 17 Şubat 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 10 Şubat 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 3 Şubat 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 27 Ocak 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 20 Ocak 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 13 Ocak 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 6 Ocak 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 30 Aralık 2005 Cuma
  • Sinema Sayfası - 23 Aralık 2005 Cuma
  • Sinema Sayfası - 16 Aralık 2005 Cuma
  • Sinema Sayfası - 9 Aralık 2005 Cuma
  • Sinema Sayfası - 2 Aralık 2005 Cuma
  • Sinema Sayfası - 25 Kasım 2005 Cuma
  • Sinema Sayfası - 18 Kasım 2005 Cuma
  • Geri dön   Mesaj gönder   Yazdır   Yukarı


  • ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
    Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
    Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi