T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
D Ü Ş Ü N C E   G Ü N D E M İ 4 MART 2006 CUMARTESİ
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
  Son Dakika
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

YÖNETEN:
Yusuf KAPLAN


Tevhid toplumu: Toplumsal uzlaşma

  Vedat Özcan
Aydın, fikir kalelerinin savunucusudur. Fikir kalelerinin savunucusu olduğu kadar, yeni fikir kaleleri inşa eder. Düşünce dünyasını her geçen gün tahkim eder.

Bizim fikir tarihimiz, yıkılan, yerle yeksan edilen kalelerle doludur. Bu hücuma maruz kalan ilk kale de "kutsal" olmuştur.

Cemil Meriç'in ifadesiyle Batı'da aydın zümreler tanrının yerine insanı oturtmuşlardır. Aydın olmayanlar ise kiliseden büyücüye koşmuşlardır. Bizim aydınımız ise Nietzsche'nin ölen tanrısının İslâm'ın inandığı tanrı olmadığını çok geç anlamıştır.

Çöküşün sebebini imana yükleyen bu aydın zümresi Fransız aydınlarının kiliseye karşı savaşını tekrarlayan birer mukallitten öteye geçemediler. Bugün de Cemil MERİÇ'in ifadesiyle, "izmihlâlin mes'uliyetini imana yükleyen" aydınlarla karşılaşmıyor muyuz?

HASAT ZAMANI

Bu çabanın ürünlerini bugün toplar olduk. Öyle bir hasat ki; demokrasi adına, demokratik hakların kullanımı adına, "fark" düşüncesinin alabildiğine vurgulandığı, birlik şuurunun bilerek ya da bilmeyerek göz ardı edildiği, tevhitten-birlikten yoksun bir toplumsal yapı ortaya çıktı.

"Fark"ın vurgulanması, "fark"ın ortaya çıkarılması ve savunulması kadar tabii ne olabilir ki? Olmaması gereken; "toplumsal birlikteliği bozacak" bir "cem"siz "fark" ya da "fark"sız "cem" vurgusunu ısrarla tekrarlamaktır. Her iki tutum da "tevhit-birlik" idealini bozucu bir sonuç doğuracaktır.

Bu yazının temel amacı yaşadığımız sorunların temelinde yattığına inandığımız problemlerin, Hz. Ali'nin formüle ettiği bir anlayış ile çözülüp çözülemeyeceği konusunda bir fikir jimnastiği yapabilmektir. Şimdi;

Hz. Ali'nin tevhit formülünü hatırlayalım

Cemsiz fark şirktir. (El fark u bilâ cem şirk )
Farksız cem zındıklıktır. (El cem'i bilâ fark zındıka)
Fark ile birlikte cem Tevhit'tir. (El cem'i maal fark Tevhit)

CEMSİZ FARK ŞİRKTİR

Toplumumuzda yakın zamanlarda yaşananlar, aslında bu ilkenin doğru olup olmadığını bizlere göstermektedir.

Acaba, etnisite farklılıklarının şiddetli vurgularla ortaya atılması ve bunun sonunda ortaya çıkan taleplerin genel toplum çıkarını zedeleyici bir hal alması, bu ilkenin göz ardı edilmesinin bir sonucu mudur?

Farklılıkların vurgulanması, tanınması, bu farklılıkları taşıyanlara çeşitli siyasi, ekonomik, kültürel hakların verilmesi yönündeki taleplerin izlediği süreci dikkate aldığımızda, bütün bu sürecin toplumsal birlikteliği bozucu bir sonuç doğurduğunu kim inkâr edebilir?

Çünkü bizim gözleyebildiğimiz ve anlayabildiğimiz kadarıyla bu taleplerin, bir grubun, (ister dini olsun ister din dışı) bir cemaatin, bir etnik yapıyı temsil iddiasında olanların, toplumsal sonuçlarını çok fazla düşünmeden ya da hesaplamadan ortaya attıkları talepler olduğunu düşünüyoruz.

Somutlaştırmak gerekirse; etnik temelli taleplerin ortaya çıktığı günlerden bugünlere, bu talepleri ortaya atanlardan bir kısmının silahlı mücadeleyi tercih etmelerini ne ile açıklayacağız? Eğer ortaya atılan talepler toplumun geneline fayda teşkil edecek talepler ise; bu taleplerin, yine toplumun genel çıkarını oldukça zorlayıcı ve (ekonomik, siyasi, kültürel vb. anlamlarda) toplumsal faydayı zedeleyici sonuçlarını nasıl görmezden geleceğiz? Bu taleplerin yerine getirilmesinin zorlayıcı ve çabuklaştırıcı bir unsuru kabul edilen silahlı mücadelenin hala bir alternatif olarak elde tutulmasını hangi iyi niyetle açıklayacağız? Türkiye Cumhuriyeti'nin terörle mücadeleye harcadığı rakamın 100 milyar doları aştığı hatırlanacak olursa, ifade etmek istediğimiz şeyin daha iyi anlaşılacağını düşünüyoruz.

Yakın zamanda yaşanan bir olayı ele alalım. Aydın olma iddiasında olan kişi (bir roman yazarı) aydınların slogan atmaması gerektiğini en iyi bilmesi gereken kişi değil midir? Aydın olma iddiasını taşıyan kişi, fikrini kaleme döker, bir kitap ya da bir makale yazar. Eğer fikirlerini bir röportajda ifade etmek istiyorsa, velev ki bu bir slogan düzeyinde de olsa, sebeplerini ve dayanaklarını sağlam bir şekilde ifade eder. Eğer ifade edilen fikrin (burada sloganın) sebebi ya da dayanağı, "bunların daha önce kimse tarafından cesaretle ifade edilmediği" şeklinde ortaya konuluyorsa bu, "sırf fark" idrakinin bir göstergesi değil midir? Böylesi bir etkiye gösterilen tepkinin eleştirilmesi ne derece haklıdır? Taş atan, gül atılmasını bekleme hakkına sahip değildir ki! "Sırf fark" idrakiyle hareket etmenin, toplumun diğer kesimlerini de "sırf fark" idrakiyle harekete geçireceğinin bilinmesi gerekmez mi? Yoksa bütün bunlar bu bilindiği için mi yapıldı? Peki; bu fikirler ne kadar aykırı olursa olsun ifade edilmeli midir? Aydın olma iddiasında olan birini düşünürsek; en azından bu şekilde ifade edilmemelidir. Bahsi diğer...

"Sırf fark" idrakinin, toplumda var olan (etnik, dini vb.) gruplar kadar, fertler açısından da aynı sonuca sürükleyen bir etkisinin olduğunu söyleyebiliriz. "Sırf fark" idrakini benimsemiş bireylerin oluşturduğu toplumlarda, bireysel çıkarlar, toplumun çıkarlarının üstünde tutulacak, dolayısıyla da toplumun genel faydasını zedeleyici sonuçlar doğuracaktır. Rüşvet, iltimas, yoksulluk ve yolsuzlukların temelinde bu anlayışın yattığını uzun uzadıya anlatmaya herhalde gerek yoktur.

Sonuç itibariyle "sırf fark" idrakinin ya da "cemsiz fark" idrakinin ve anlayışının toplumsal birlikteliği zedeleyici, yaralayıcı ve hatta bozucu bir etkiye sahip olduğunu ifade edebiliriz.

FARKSIZ CEM ZINDIKLIKTIR

Toplumsal planda, bir başka açıdan yaklaşacak olursak; "ırkçılık olarak karşımıza çıkan, bir ırkın biyolojik bakımdan diğer ırklardan farklı ve üstün olduğunu öne süren "cemsiz fark" iddiasının ne kadar gerçek dışı olduğunu uzun uzadıya açıklamamıza ihtiyaç yoktur. Çünkü hiçbir fert, sahip olduğu kültür ortadan kalkarsa sırf bir ırka mensup olmakla sosyal manada insan olamaz. Eski nesillerden bize devredilen kültür değerlerimizi kaybedersek ilkel bir hayat yaşamaya mahkûm oluruz. Çünkü bütün bir tarihin bize ulaştırdığı kültürel birikimi bir anda yeniden yaratmamız mümkün değildir."

Yani geniş bir medeniyet perspektifinden yoksun her yaklaşım, sonuçları itibariyle acıtıcı, yaralayıcı hatta yok edicidir.

Bu noktada; "cemsiz fark" anlayışının problem teşkil etmesi gibi, "farksız cem" anlayışının da problem teşkil edip etmediği sorusunu cevaplandıraya çalışalım.

Toplum bünyesinde elbette farklı inanç, düşünüş, yaşayış ya da ideoloji sahibi insanlar olacaktır. Bu bakış farklılıklarının varlığı, toplumsal birlikteliği bozucu bir var olma şeklinde algılandığı takdirde, asıl olarak bu algının ve kabulün toplumsal birlikteliği bozacağı anlaşılmalıdır.

"Sırf cem" idraki olarak adlandırabileceğimiz bu anlayış, bütünün parçalarını göz ardı ettiği için de -ne kadar iyi niyetli olduğu iddia edilirse edilsin- sonuç itibariyle toplumsal birlikteliği zedeleyici bir bakış açısının ifadesidir. Bu bakış açısını haklı çıkaracak tek argüman, bu farklılıkların sahibi olanların taleplerinin yol açacağı olumsuz ve birlikteliği zedeleyici sonuçlardır. Eğer talep sahiplerinin her talebini birlikteliği bozucu bir niyet olarak algılamaya ve okumaya başlarsak, bastırılmış taleplerin ortaya çıkışının daha sonraki zamanlarda çok daha tahripkâr olacağını bilmek için kâhin olmaya gerek yok. Bir başka ifadeyle; ortaya konulan ve vurgulanan her farklılığın ve bu farklılıklardan kaynaklanan taleplerin kötü niyet taşıdığını iddia etmeğe gerek yoktur. Mevlânâ'dan bir örnek:

"...Kervan, yükü yüklemeye gelmiş. Seninse deven kaybolmuş, ortada yok. Dudağın kupkuru.. o yana bu yana koşup durmaktasın; kervan da uzaklaşıyor, gece de yakın.

Pılı pırtı korkulu yerde, toprak üstünde kalmış. Sen deve peşinde şuraya buraya dönüp dolaşıyorsun.

"Müslümanlar; sabahleyin ahırdan bir deve kaçtı, göreniniz var mı?

Kim söylerse, kim haber verirse şu kadar para veririm" demeye başlarsın...

Herkesten sorup soruşturursun. Her aşağılık adam sana bıyık altından güler...

Müjde almak için her bayağı adam, yüzlerce nişan söyler..

Hakikaten şunu bil ki bunların hepsi hak değildir. Fakat bu sürünün hepsi de sapık değil...

Her şey hak demek ahmaklıktır, fakat her şey bâtıl diyen de şâkidir."

FARK İLE BİRLİKTE CEM TEVHİT'TİR

Hiçbir ideal, tezden yoksun değildir. Böyle olduğu gibi hiçbir iddianın da antitezi olamayacağını söylemek, art niyet değilse en azından derin bir saflığın göstergesidir. Bunun tek istisnası olabilir. O da iman sahasıdır. Türk toplumunun sosyal dokusuna bir bakalım. "Paylaştığımız ortak ideal nedir?" sorusuna toplumun bütün kesimlerinin verebileceği ortak bir cevap var mıdır? Neden bu ülkede herkesin paylaşacağı ve kabul edeceği bir ortak ideal oluşturulamıyor? Neden dış etkilere bu kadar açık bir toplumsal yapıya sahibiz? Neden içeriden ortaya atılan bir fikrin kıymeti yok da, aynı fikir dışarıdan bize aktarıldığında kıymetli bir fikir haline geliyor?

Başkalarını suçlamanın hiçbir anlamı yok. Yıllardır "üzerimizde oynanan oyunlardan" bahsedip duruyoruz. Oyun oynamak için seçilen saha bizim sahamız olduğuna göre, biz sahayı müsait hale getirmedikten sonra başkalarının oyun oynamasına imkân var mıdır?

Bizim en iyi beyinlerimiz "ortamın güzelini aramaktan ziyade, ortamı güzelleştirme adına" bizimle kalsalardı, başkalarının kültür dünyasının işçileri olmayı tercih edecekleri yerde, kendi kültür şahikamızın mirasçısı ve geliştiricisi olmayı tercih etselerdi, yaşanan olumsuzlukların ne kadarı gerçekleşirdi.

Fonksiyonel entegrasyona (işleyiş bütünleşmesine) verdiğimiz önem kadar, mana etrafında bütünleşmeye (kültür bütünleşmesine) önem verseydik yaşanan olumsuzlukların ne kadarı gerçekleşirdi.

Ferdin çıkarlarını ve toplumun hedeflerini paralel hale getirebilseydik, yaşanan olumsuzlukların ne kadarı gerçekleşirdi? Parçayı bütüne ya da bütünü parçaya feda etmek yollarından birini tercih etmek yerine, ne bütünü ne de parçayı feda etmeye gerek kalmayacak tedbirler alınsaydı, yaşanan olumsuzlukların ne kadarı gerçekleşirdi?

GÜNEŞİ ÖRTÜP MUM IŞIĞINDA HAKİKATİ GÖSTERMEK

Carle C. Zimmerman'ın bir tespiti:

"Bu asır, aynı zamanda bazı ideoloji gruplarının uzun zamandan beri teessüs etmiş geleneksel olan ahlâkî değerlerle beşeri karakter çehrelerini hiç değilse bir müddet için tamamen bozma ve alt üst etme dirayetlerine şahit olmuştur. Birçok memleketler (hakikatte hayli geniş sahalar) bu akisleri müşahede etmişlerdir. Sayısız nesiller boyunca yan yana dostça yaşamış olan halklar, ırkla ve renkle ilgili iktisadî ve dini farklar yüzünden birbirlerini öldüren kitlelere dönmüşlerdir."

Hem içeriden hem de dışarıdan "maziye dönük menfi bir psikolojinin aşılanmasına" izin verilmeseydi yaşanan olumsuzlukların ne kadarı gerçekleşirdi?

Bizim toplumumuz, "Musa'nın, annesinin sütünü tanıması" gibi, birlikteliğin ne anlama geldiğini, derin tarihi tecrübesiyle çok iyi bilen bir toplumdur. Bu toprakların insanları, bizden olmayanlara bir sihirbaza inandığı kadar inandı. Bu seksen yıl önce de böyleydi bugün de böyledir. Gösterilenin yalandan ibaret olduğunu biliyordu. Ama bu gösterinin göz aldanması olduğunu ispat edecek gücü olmadı uzun süre. Belki de cesareti...

Gözbağını da, gözbağcıyı da, sihri de sihirbazı da onları yaşatanlar ve büyütenler yalanladı. Bize "siz yalan söylediniz" demek düştü sadece...

İhanet, bu milletin ecdadına, efkârına, irfanına ve bu efkâr ve irfanla beslenen evlatlarına yan gözle bakan, bin bir sıfat yakıştıranların ihanetidir. Örtüyü kaldırmanın zamanıdır ki, artık onları güneşin aydınlığında görebilelim. Onları ve beraberinde sakladıkları tevhit-birlik hakikatini... Bu da iyi bir başlangıç sayılabilir. Mesele bunu fark etmekteydi...

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi