T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 4 MART 2006 CUMARTESİ | ||
Türkiye'de darbelere meşruiyet kazandırmış en önemli gerekçelerden birisi belli bir grubun, örgütün veya zümrenin uzantılarının devletin içine sızarak devleti ele geçirme teşebbüsleri olmuştur. Devleti ele geçirmeye, hele bu iş için devletin içine sızmaya çalışanların yine bu devletin vatandaşları olması her seferinde biraz daha tuhaf bir durum ortaya koyar. Bu konuda işletilen güvenlikçi söylemin belli ki çok özel, belli ve "güvenilir" ellerde tutulan bir devlet anlayışı vardır Devlet bu tanıma göre herkese açık olamayacak kadar ciddi bir iş, herkesin eline bırakılamayacak kadar tehlikeli bir aygıttır. Oysa demokratik toplumlarda siyasi mücadelenin, devlet yönetimini ele geçirmekten daha öncelikli bir hedefi olmadığı gibi, bunun meşruiyetini sorgulayacak bir gerekçe de olamaz. Bunda utanılacak bir şey de yoktur. Hiç düşündünüz mü, Türkiye'de siyaset neden insanların adeta utana sıkıla yaptıkları bir şey görüntüsü verir? Çünkü nihai hedefi ve niyeti, bilincin değişik düzeylerinde, bir şekilde gizlenmesi gerekecek kadar "kötü" görülüyor. Siyasete girenlerin faaliyetlerini hep bir şekilde milletleri için "katlandıkları" bir "hizmet" olarak sunmaları biraz bundandır. Kendileri için hiçbir şey istemediğini anlatmak için bin dereden su getirmek ihtiyacı hisseder siyasetçiler. Bu esnada gizledikleri nedir? Bal gibi devleti ele geçirme arzusundan başka bir şey midir? Bugüne kadar devleti ele geçirme "art-niyetiyle" suçlanmış toplumsal kesimler alt alta konulup toplandığında, bunun yekûnunun Türk toplumunun neredeyse tamamına denk düştüğü görülebilir. Demek ki Türkiye'de herkes devleti ele geçirmek istiyor. Bunun için herkes devlete sızmak istiyor. Ama işin aslı bu değil. İşin aslı, devletin bir türlü bütün toplumun ortak katılımının bir sonucu, ortak sorumluluğunun bir tezahürü olarak görülememesi, topluma mal olamamasıdır. Devlet hala belli bir dar zümrenin elinde tuttuğu ve başkalarından özenle sakınılması gereken bir mevzi olarak görülüyor. Böyle olduğu için de devletin savunma hattı dışarıya karşı değil, toplumun da içindeki bir iç-kale şeklinde ve öncelikle içeriye karşı kuruluyor. Toplumun, devlet örgütünün dışında kalmış kesimi her türlü işgale çok açık, dolayısıyla potansiyel hain görülüyor. Kıbrıs'ı hariç tutarsak, seksen yıldır bir dış düşmana karşı savaşmamış olmak, şimdiye kadarki bütün savaşlarını kendi halkının değişik unsurlarına karşı yapmış olmak, açıkça devlet anlayışını epeyce şekillendirmiştir. Devleti ancak bir örgüt gibi, basit bir aygıt olarak görenler, devletin içine sızmayı mümkün görebilir. Devletin birkaç maharetli operasyonla ele geçirilebilecek bir mevzi olduğu düşünüldüğü için de savunmalar bu basit konsept üzerinden kuruluyor. Tabii ki bu konsept çok basit olduğu için buna dayalı savunma stratejileri de çok basit oluyor ve her seferinde Türk toplumunun alabildiğine karmaşıklaşmış, derinleşmiş ve incelmiş yapısına son derece sığ gelen tedbirler çalıştırılıyor. Alınan her tedbir devleti daha da küçültürken, Türk toplumunu biraz daha aşağılar, biraz daha geri zekalı yerine koyar. Sadece bundan dolayı aslında Türk toplumunda herkese bir dava açma hakkı doğsa gerek. Hep söylenir ya, Türkiye'de cemaatler, örgütler, hatta sivil toplum teşekkülleri bile devleti model alarak örgütlenirler. Bu işi tersinden de alabiliriz. Türk toplumundaki gelişmeleri takip edememek gibi garip bir kusurla malul olan devlet, giderek küçük bir örgüt gibi çalışmayı, küçük bir cemaat gibi davranmayı kendine yakıştırabiliyor. Kendi güvenlik konseptlerini bile bir örgütün diliyle kurabiliyor. Yoksa doğası itibariyle zaten toplumun her kesimine açık olan ve açık olduğu için adı devlet olan bir yapıya sızmaktan nasıl bahsedilebilir? Aynı şekilde toplumun tamamını temsil eden devlet, bütün toplum ele geçirilmeden nasıl ele geçirilebilir? Doğrusu birileri kullanmakta oldukları devlet gücünü bu yolla, yani komitacılıkla, örgütçülük ve cemaatçilikle ve genellikle yasadışı yollarla ele geçirmiştir. Aynı yolla elden gitmesinden korkmaları bu yüzdendir. Çünkü darbeden en çok korkanlar darbe yoluyla gelenlerdir. Demokrasinin ihlalinden en çok korkanlar da güçlerini ve varlıklarını demokrasi dışı yollarla edinmiş olanlardan başkası değildir. Her tarafından sığlık akan bu devlet anlayışına bir de "derin devlet" yakıştırması yapılması ise ayrı bir ironi değil mi?
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Dizi | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |