T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 19 MAYIS 2006 CUMA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv
Ali Murat GÜVEN

Sistemin dışında kalmayı tercih eden, bedelini de öder...

Dağıtıcı şirketin yetkilisiyle yaptığım gerilimli konuşmayı noktalayıp telefonu kapattıktan sonra, ister istemez, sayısız badirelerle dolu meslek hayatım gözümün önünden gelip geçti. Bir sinema filmi gibi düşünüldüğünde, hiç kimsenin sırtına binmeden, kimseyi ekmeğinden etmeden, hiç bir nüfuzlu ağabeyin kartvizitinin ardına sığınmadan, ilk karesinden son karesine kadar kişisel gayretlerle çekilmiş bir kurdelaydı bu. Öyle ki frenklerin "indie movie" dedikleri türden, bağımsız yapımların kalesi Sundance Film Festivali'ne katılsa bütün ödülleri silip süpürecek, sapına kadar "bağımsız" bir hayat hikâyesi...

Yalnız, süresi birazcık uzundu bu filmin. Girişinde imzam bulunan ilk sinema eleştirisinin bir kültür-sanat dergisinde yayımlanmasından bu yana tamı tamına yirmi yıl geçmişti. O günden beri de kâh kameranın ardında, kâh önünde, kâh yanında, ama mutlaka onun motor tıkırtılarıyla birarada yaşayıp gitmekteyim.

Ve bütün bu inişli çıkışlı, ama onur boyutundan hiç ödün verilmemiş yirmi yıllık mücadeleden sonra genç bir kadın, topu topu otuz saniye içinde bütün sinir sistemimi altüst etmeyi, beni bunca yıl emek verdiğim mesleğimden bir anda tiksindirmeyi başardı.

Önceki akşam üzeri yaşadığım o rezillikten sonra, bu ülkede sinema yazarlığını da, sinema sayfası editörlüğünü de, dahası aşkla bağlı olduğum gazetecilik mesleğini de ciddi ciddi bırakmayı düşündüm. Bu düşünce, Türkiye'nin önde gelen film dağıtıcılarının birinin yetkilisi tarafından ayrımcı muameleye tâbi tutuluşumun üzerinden 48 saat geçtikten sonra, şu yazıyı hazırladığım dakikalarda bile bütün şiddetiyle kafamda dönüp duruyor. Beni bu noktada frenleyen biricik barikat ise her gün beş-on tanesi elektronik posta kutuma düşen o sımsıcak, içten okur mektuplarının karşı konulmaz hatırı. Bir de şu sayfada aylardır sabırla oluşturmaya çalıştığımız tam bağımsız ve özgün sinemasal bakışı bir anda sahipsiz bırakma korkusu...

Bu ne terbiyesiz, ne edepsiz bir düzendir yahu... Bizleri pençeleriyle öylesine kuşatmışlar ki Hollywood Hazretleri'nin filmlerini okurlarımıza tanıtmak ve böylelikle onlara daha fazla para kazandırmak için bile önlerinde el pençe divan durmak, gönderecekleri üç kuruşluk bir basın davetiyesini bile türlü minnet duyguları içinde beklemek zorunda kalıyoruz.

Tam bir haftadır bugünkü sayfanın planını yapıyor ve "Da Vinci Şifresi" filminin basın gösterimini bekliyordum. İyi ya da kötü, başarılı ya da başarısız, bütün bunlar söz konusu filmin ancak izlendikten sonra karar verilebilecek olan yönleriydi; fakat sinema haberciliğinde güncel gelişmelerden geriye düşmemek adına, sayfanın yarısının "Şifre"ye ayrılması ise en baştan itibaren tartışılmaz bir tercih durumundaydı.

Ve bu dünyadaki tek görevi biz sinema editörlerine yardımcı olmak, filmlerin basın gösterimlerine davet etmek olan biri, bütünüyle kendi önyargılarıyla hareket ederek beni, ayrıca da benimle birlikte "mütedeyyin medya"dan bir kaç meslektaşı daha bu gösterime katılmaktan alıkoydu. Çarşamba öğleden sonra, günlerdir davetiyesini beklediğim basın gösteriminin o günün sabahı çoktan yapılıp da bittiğini öğrenince şaşkınlık ve kızgınlık arasında sıkışıp kalmış duygularla kendisini arayıp, "Bizi neden gösterime davet etmediniz" diye sorduğumda zerre kadar duygu içermeyen buz gibi bir ses tonuyla, "Beni sizi yazılarınızdan tanıyorum. Siz korsan DVD'yi savunuyorsunuz, bu filmin de korsanını alıp izlersiniz diye düşündüm, o yüzden davet etmeye gerek duymadım" gibi akıllara ziyan bir cevapla karşılaşacaktım.

Aklı sıra komik, aklı sıra laf sokuşturucu ve akıl sıra sosyal mesaj verici olacak ya... Sokuşturmasına konu olan eski bir yazımdan hareketle bana "entertainment" sektörü üzerine ahlâk dersi vermeye kalkışıyor. O yazının içerdiği toplum ve sanat sevgisini asla kavrayamamış olduğunu belli eden olanca çiğliği içinde... O yazının bu ülkede insanların kültüre, sanata, entelektüel bir doymuşluk ve bilgeliğe daha çabuk ve ucuz yollardan ulaşması hayâline yakılmış içten bir ağıt olduğunun zerrece bilincine varmaksızın...

Varsa yoksa bütün amacı, Amerikalı ağababaların çıkarlarını korumak, onların bir tek DVD'den bile zarar etmemelerini sağlamak. Kendisine öğretilen şey bu; o da papağan gibi o dersin üç satırlık ders notunu tekrarlayıp duruyor. Los Angeles'taki herifçioğlunun 9 dolara aldığı bir DVD'yi Erzurum'daki üniversite öğrencisi yoksul bir sinemaseverin neden 25 dolara aldığı sorunsalı üzerine kafa patlatmaya ne iradesi, ne de böyle bir niyeti var.

"Sen korsan filmleri destekliyorsun, ben de sana çok kızdım ve efendilerimin çıkarlarını korumak için seni cezalandırdım. O halde sen ön gösterimde Da Vinci Şifresi'ni izleyemeyeceksin."

Vah vah vah... Allah bilir, beni basın gösterimine çağırdığında, salona pantolonumun içinde bir mini DV kamerayla gelip filmin korsan çekimini yapacağımı ve sonra da sokaklarda satacağımı falan da düşünmüştür.

Ha, bu öfkeyi devşiren hafızada bir de "Homo Kovboylar" olayı var tabiî. Gişede canlarını epeyce yakan o eski mevzudan dolayı da öfkesi burnunda, ama bunu açıkça söyleyemiyor. "Korsan DVD" olayı bir basın mensubuna davetiye göndermemek için çok daha afili bir gerekçe. Böyle bir durumda otomatikman tu kaka oluyorum. Diğerinde ise bana en azından "bir filmi beğenmeme" hakkını tanımak zorunda olduğunu biliyor.

Sana bir şey söyleyeyim mi Allah'ın sevgili kulu, "Da Vinci Şifresi"ni izleyip izlememek benim umurumda bile değil! Ben senin o çirkin hareketinin derinliklerinde, bir filmi kaçırmaktan çok daha trajik bir manzarayla karşılaştım da asıl ona yanıyorum. Sergilediğin o ilkel tavırda, kan emici emperyalizmin, ustaca örgütlendiği denizaşırı istasyonlarında bile senin gibi yerel kolları vasıtasıyla bir halkı "itaat edenler" ve "itaat etmeyenler" diye nasıl ikiye ayırdığını ve sonra da onları birbirlerine nasıl güzelce kırdırdıklarını gördüm. Bu ürperişim, bu kahroluşum, içimin yanıp kavrulması da işte o yüzdendir; yoksa beni Dan Brown'un Katoliklere habire giydirişini izlemekten topu topu iki günlüğüne mahrum ettiğin için falan değil... Filmi bu hafta sonu bilincim kadar temiz olan maaşımla izlerim, gelecek hafta da yazacağımı yine yazarım olur biter. Bu noktada herhangi bir sorun yok. Sorun çok daha başka bir yerlerde, ancak ne yazık ki sen bunu anlayabilecek kapasitede değilsin.

Böyle durumlarda benim gibi yaramaz çocuklara verilen mesaj son derece açık... Yazar-çizer olarak bu camianın içinde var olmak istiyorsan, mutlaka onlarla birlikte ve onların çıkarlarına uygun biçimde hareket edeceksin. Yani, bir nevi "ruhunu şeytana satan Faust" durumu... Eğer ki bir toplu iğne başı kadar aykırı tavır sergilersen seni anında bütün derneklerinden, cemiyetlerinden, kültürel ve ticarî etkinliklerinden aforoz ederler; hattâ öyle ki üç kuruşluk bir tanıtım broşürünü bile göndermeyi keserler.

Bilinçli olarak sistemin dışında kalmayı seçenlerden biri olarak, "maça" isteyen bu tercihimin bedelini yıllardır olduğu gibi son altı aydır sürdürdüğüm sinema editörlüğümde de çatır çatır ödemekteyim.

Ancak, sinirlerimin bu utanç verici ayrımcılığa daha ne kadar dayanabileceğini ise hiç bilemeden...

* * *

Sinema sayfamız yenileniyor

Yeni Şafak sinema sayfası, 26 Mayıs Cuma gününden itibaren, yaz sezonuna girilmesi vesilesiyle yepyeni bir görünümle huzurlarınıza çıkacaktır. Bu tarihten itibaren sayfamızda gerçekleştirilecek olan biçimsel değişikliklerin yanısıra, içeriğe ilişkin kimi keyifli yeniliklere de yer vereceğimizi siz değerli okurlarımıza saygıyla duyururuz.


Geri dön   Mesaj gönder   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Dizi | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi