T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
O K U R   S Ö Z C Ü S Ü 15 MAYIS 2006 PAZARTESİ
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Yusuf Ziya CÖMERT

Zehirli Çin porseleni haberine itiraz var

Fatma Çiftçi'nin Kütahya Porselen yöneticisi Sema Güral Sürmeli ile yaptığı röportajda, Sürmeli, kalitesiz Çin porseleninin sağlıklı olmadığını söylüyor. İthalatçılar ise, Sürmeli'nin yanıldığı görüşünde.

Refik Halit Karay, benim, Türkçesine meftun olduğum bir yazardır. Çin porseleni haberine gelen eleştiriler, bana birden, Karay'ın 'çini soba' hikayesini hatırlattı.

Refek Halit, -şimdi hangi kitabından okuduğumu unuttuğum- o yazısında, devletin, memurlara kış mevsimine girmeden önce, 'çini soba' yardımında bulunması halinde ne gibi formalitelerin ortaya çıkacağını, olağanüstü zarif bir mizahi üslupla anlatıyordu.

Çini soba hediye etme kararını Maliye Nezareti alıyordu. Ama, sobalar Çin'den ithal edileceği için, Maliye'nin bu teşebbüsüne, Hariciye Nezareti, 'konunun beni ilgilendiren tarafı da var' deyip itiraz ediyordu. İş öyle karışıyordu ku, Nafıa (Bayındırlık) Nezareti bile işin içine giriyor, sonunda, bütün bakanlıkların uzlaşmasıyla, Çin'den soba ithalatına karar veriliyordu.

Ancak, Çin'le temas kurulduğunda, anlaşılıyordu ki, Çin'de, ihtiyacı karşılayacak kadar çini soba bulunması mümkün değildir.

Bunun üzerine, İstanbul gazetelerinde aylarca, 'Çini'nin Çin ile alakası olup olmadığına dair makaleler neşrediliyordu.

Geçen hafta, ekonomi muhabirlerimizden Fatms Çiftçi , Kütahya Porselen Yönetim Kurulu Üyesi Sema Güral Sürmeli ile bir röportaj yaptı. Röportajda, Sema Hanım, kalitesiz Çin porseleninde yüksek oranda kadmiyum ve kurşun kullanıldığını, bu maddelerin insan sağlığı açısından zararlı olduğunu söylüyordu.

Ben, bu röportaja gelen eleştirilerin ardından, 'çini' kelimesinin nereden geldiğini bir kez daha düşünme ihtiyacı hissettim.

Tabii ki bazen düşünmek yetmiyor. Bir iki kaynak karıştırdım. Öğrendim ki, 'çini' kelimesi, gerçekten 'Çin'in porselenleriyle ilgili.

Osmanlı devrinde, 'kaşi' denilen ve duvarda kullanılan seramik sanatı -İznik örneğinden bildiğimiz gibi- çok ilerlemiş. 'Kaşi'de ulaşılan yüksek seviyeyi, Çin porseleninin şöhretinden dolayı, 'çini' diye adlandırmaya başlamışlar.

Sektörle ilgisi olduğunu tahmin ettiğim Nuran Topal Asilbay adlı 'araştırmacı iktisatçı ve aynı zamanda Çin'den porselen ithalatı ile uğraşmış birisi' olduğunu belirten okurumuz, haberi üzülerek okuduğunu söylüyor. Ve devam ediyor: "Şahsi tecrübelerime dayanarak rahatlıkla şunu söyleyebilirim ki, CCIB onayı bulunmadan ve numuneleri Tarım Bakanlığı'ndan kurşun ve kadmiyum oranları yönünden Avrupa standartları ve insan sağlığına zararlı olmadığı şeklinde onay almadan her hangi bir porselen ürününün Türkiye'ye giriş yapması olanaklı değildir."

Evet, haber Yeni Şafak'ta değerlendirilirken, Çin porseleninin şöhreti de konuşuldu. Gerçekten de, gerçek Çin porseleni, belki de dünyada üretilenin en iyisiydi. Ama, Sema Güral Sürmeli, 'kalitesiz' Çin porseleninden sözediyor, bunların kurşun ve kadmiyum içerdiğini söylüyordu. Çin'den ve Uzakdoğu'dan yapılan ithalatın çok iyi kontrol edildiğinden emin değildik. Biraz da, Çin'den yapılan ithalatın, Türk üreticisi üzerindeki etkisi, bizi Türk porseleni lehine bir yaklaşımı makul karşılamaya sevketti. Bu yüzden, başlığı, röportajın içindeki o sözlerden aldık.

Demek ki, Çin porseleni alırken, üzerindeki 'CE' işaretine dikkat etmemiz gerekiyor. Üzerinde CE işareti olsa bile, aldığımız porselenin, o dünyaca ünlü Çin porseleni olmayabileceğini gözönünde bulundurmamız gerekiyor. Nuran Asilbay'ın sözlerini, Sema Sürmeli'nin sözlerine düşülmüş bir 'not' olarak değerlendiriyor, 'bilinçli' tüketicinin, fiyat-kalite değerlendirmesini en iyi şekilde yaparak sorunu çözeceğine inanıyorum.

Merak edenler için not: Refik Halit Karay'ın yazısının sonunda, Çin'de çini soba bulunamayınca, çini soba, bizim Kağıthane tarafındaki çömlek ustalarına sipariş ediliyor. Çömlekten yapılan sobaya bir fiske vurulunca, tınnnk diye bir ses çıkıyor. Sonra memurlara çini soba yardımı yapılması projesinden vazgeçiliyor. Benim aklımda kalan bu kadar.


İTÜ'deki dayağı 'sevimli' kılmak imkansız

Başlık, dayağı sevimli kılmak için bir gayret olduğunu düşündürmesin. Bu başlığı, İTÜ'deki dayak haberi üzerine gelen mektuplar ilham etti. Aşağıdaki paragraflarda, başlık yerli yerine oturacak.

Geçen hafta, televizyon ekranlarında bir 'dayak' izledik. Kalabalık bir öğrenci grubu, birkaç öğrenciye meydan dayağı attı. Olay, bilimle uğraşmasını tercih ettiğimiz bir üniversitede, İstanbul Teknik Üniversitesi'nde meydana gelmişti.

Yeni Şafak, haberi 'İTÜ'de vahşi dayak' başlığıyla verdi. Haberin ayrıntısında, dayağı atanların 'sağ' görüşlü olduğu anlatılıyordu.

Bir okurumuz, bu haberin, dayağın çatışma ortamında atıldığı izlenimi verdiğini yazıyor. "Olayı kınamalıydınız, polisin olaya seyirci kaldığını da haberde anlatmalıydınız" diyor. Hemen belirteyim, bu okurumuz, dünya görüşü olarak, dayağı 'yiyen' tarafa mensup değil. Hatta 'haberi yazan ülkücü müydü yoksa?' diye soruyor.

Bu okurumuza şu açıklamayı yapmam gerekiyor. Haber, kendi muhabirlerimiz tarafından izlenerek yazılmış bir haber değildi. Haber, doğal olarak, ajanslar ve o anda haberi takip etmiş olan diğer haber kaynaklarından yararlanılarak hazırlandı. Televizyonların, haberi veriş tarzlarındaki 'çarpıtma' payını da dikkate almak gerekiyordu. Malum, bazı televizyonlarımız, gerçekleri tamamen tersine çevirecek kadar kabiliyetli. (Geçen hafta yazmıştım, onların 'andıç'ları var.)

Haber verilirken, dayak atanların ve dayak yiyenlerin hangi görüşten oldukları, ap-ayrı bir meseleydi. Tabii ki, olayı yakından izleme imkanına sahip olsaydık, detaylarda daha isabetli olabilirdik.

Bir başka okurumuz, haberi veriş tarzımıza tamamen bir başka sebeple kızıyordu. Çok öfkeliydi. Haberin içinde, sağ görüşlü öğrencilerin, PKK lehine sloganlar atan öğrencileri protesto ettiği yazılıydı. Bu okurumuz, bu bilgiden hareketle, 'Madem PKK gerginliği olduğunu biliyorsunuz niye birinci sayfada vahşi dayaktan bahsediyorsunuz. Siz kimin safındasınız?" diye soruyordu.

Can alıcı bir soru. (Hemen belirteyim, biz, bütün insanlarıyla, daha özgür, daha medeni ve daha güçlü, 'bölünmemiş', insanları birbirini seven bir Türkiye'nin safındayız.) PKK'nın tarafını tutamayacağımıza göre, belki de, böyle bir dayak vakasını desteklememiz gerekiyor.

Bir başka okurumuz da, diğer grubun, bir kaç gün önce, dört öğrenciyi yaraladığına dikkat çekiyordu. (Bu yaralama olayı ne yazık ki bize ulaşmadı. Ulaşsaydı, o haber de tabii ki verilirdi.)

Bir çok kişinin, bir veya birkaç insanı, o anda dövmek kolay olduğu için dövmesi, insanlık 'niteliği' açısından üzücü, kötü bir durumdur. Dayağı atan ve dayağı yiyen kim olursa olsun.

Böyle bir olayda, dayağı filan görüşten olan öğrenciler atarsa 'iyi dayak' filan görüşten olan öğrenciler atarsa 'kötü dayak' diye bir tasnif yapamayız.

Eğer olay, teröre karşı bir tepki olarak gelişmişse, terörle, terörizmle mücadelenin 'meşru' yöntemlerine müracaat etmenin milletimiz için daha sağlıklı olduğunu düşünüyoruz.

Diyeceklerim bu kadar. İnşaallah meramımı anlatabilmişimdir.


MUSTAFA KIRANŞAL

Gazetecilik doğru araştırıp, doğruları yazıp halka sunmaktır. Görünen o ki geçmişte yalan haberlerle halk kandırılmıştır. Malum bazı gazeteler andıç haberlerle gazeteciliğe gölge düşürmüşlerdir. Abonesi oldugum gazetemin bu tür kirli işlerde bezi olmaması beni sevindirmektedir. Bu çizgide yürümenizi temenni ederim.

NAZ ÖZEN

Kültür sayfası açıldığında dini bir sayfa okuyormuş gibi hissediyorum kendimi. Devamlı tasavvuf edebiyatından oluşan kitaplar tanıtılıyor. Biraz daha kültürel kitaplar tanıtılmalı diye düşünüyorum.

Değerli okurumuz. Bizim 'kültür' algımız, sözünü ettiğiniz çeşitliliği içeriyor. Tasavvuf edebiyatı da kültürümüzün önemli bir parçası. Zannediyorum, tek bir sayfadan hareketle bu kanıya vardınız. Gazetemizi incelerseniz, o çeşitliliği görürsünüz. İlginize teşekkürler.

MUSTAFA ÖZTÜRK

Önceki gün gazetenizi OKS eki için aldım. Cevaplar ertesi gün yazıyordu, ertesi günkü gazetede cevapları bulamadım.

Sayın Öztürk, gerçekten de ertesi gün yayımlıyorduk. O gün, ne yazık ki bir hata sonucu verilememiş. Bir sonraki gün verildi. Hata bizden kaynaklanıyor. Özür diliyoruz. Tekerrür etmemesi için elimizden geleni yapacağız.

Yusuf Karaca

Mektuplarımızı dikkate aldığınız için teşekkkür ederiz. Bu yaptığınızın büyük bir erdem olduğunu söylemeliyim. Bizim hakkımızda yapılan haberleri tüm okulda astık ve Yeni Şafak'tan olduğunu da belirttik. Ayrıca okulumuz hakkında yapılan proje haberlerini de okulumuza astık. Yeni Şafak gazetesini okumaya ve okutmaya devam edeceğim.

Geri dön   Mesaj gönder   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi