T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
S İ N E M A | 19 MAYIS 2006 CUMA | ||
|
Katolik Kilisesi "Da Vinci Şifresi"nin hem romanına hem de beyazperde uyarlamasına karşı şiddetli bir savaş yürütürken, Hıristiyan dünyasıyla pek çok ortak kutsalı bulunan Müslümanların da batı ülkelerinde yaşanan çatışmalardan medet ummayıp, bu tür pop kültür ürünleri karşısında son derece uyanık olmaları gerekiyor...
Ünlü simgebilim profesörü Robert Langdon bir gece Paris'teki ünlü Louvre Müzesi'ne çağırılır. Müze müdürü öldürülmüş ve ardında gizemli bir simge dizimi ile bazı ipuçları bırakmıştır. Kendisi de tehlikede olan Langdon, kriptoloji uzmanı polis memuru Sophie Neveu'nün yardımıyla, Rönesans döneminin efsanevî İtalyan ressamı Leonardo Da Vinci'nin çalışmalarında gizli olan bir dizi akıl almaz sırrı çözer. Bütün bu bilgiler de onları, hayatlarını ikibin yıldır saklı tutulan kadim bir gizemi korumaya adamış tehlikeli bir topluluğa götürür. Popüler gerilim-gizem romanları yazarı Dan Brown'un yayınlanır yayınlanmaz Hıristiyan âlemini birbirine katan ve bir süre sonra da Vatikan'dan aforoz yiyen tartışmalı yapıtı "Da Vinci Şifresi"; "Alev Kapanı", "Apollo 13", "Akıl Oyunları" ve "Cinderella Man" gibi çizgi üstü yapıtlarıyla tanıdığımız yönetmen Ron Howard'ın elinde, sansasyonal bir çekim serüveninin ardından dev bütçeli bir sinemasal gösteriye dönüştü. Gösterişli oyuncu kadrosu Uzun süredir hiç bir sinemasal öykünün, onun çevresinde kümelenenlere bu denli maddî bereket sağladığı görülmemişti. Öyle ki en başta Brown, yalnızca kitap satışlarıyla değil, kitabının beyazperde haklarını yapımcılara satarken de kelimenin tam anlamıyla ihya oldu. Kendisinin bu uyarlamadan aldığı para, tamı tamına 6 milyon dolar. Ki bu rakam Hollywood için bile oldukça yüksek bir telif ücreti anlamına geliyor. Onun dışında, uluslararası yıldızlardan oluşan oyuncu kadrosu da oldukça iddialı bir bütçeyle biraraya getirildi.
Howard, bu son filminde, tam on yıl önce "Apollo 13"de oldukça verimli bir işbirliğine imza attığı eski dostu Tom Hanks'i öykünün ana kahramanı olarak seçmiş. Filmin Anglo-Sakson oyuncu kontenjanında Alfred Molina ("Kızım Olmadan Asla"nın Dr. Mahmudi'si) ve Ian Mc Kellen ("Yüzüklerin Efendisi" üçlemesinin Gandalf'ı) gibi eski tüfekler de var. Onların karşısına ise 2001'de "Amelie" adlı sevimli filmiyle büyük bir çıkış yakalayan Audrey Tautou ve çağdaş Fransız sinemasının ikonik oyuncularından Jean Reno'yu koyarak romana egemen olan Fransız atmosferi bir Amerikan filminin kabul edebileceği ölçüde desteklemiş. Warner Bros'un 'gözde'lerinden olamadık "Da Vinci Şifresi"ni uzun bir süre önce üstünkörü biçimde okudum. Ancak, bugün gösterime girecek olan filmi, Türkiye dağıtıcısı Warner Bros şirketinin yetkililerinin benim de aralarında bulunduğum bazı sinema editörlerini (tıpkı Brown'u aforoz eden Vatikan gibi) geçmişte kaleme aldığımız bazı yazılara kızarak "aforoz etmelerinden" dolayı, geçen çarşamba sabahı düzenlenen basın gösterimine katılamadım. O yüzden, bu ilginç romanın beyazperde uyarlamasının kitapla ne düzeyde bir paralellik içerdiği ve sinemasal değerinin ne olduğu konusunda herhangi bir fikrim yok. Gerek duyarsam, filmi önümüzdeki günlerde bilet bedelini ödeyip sinemada göreceğim; ardından da gelecek hafta belki sizlere daha ayrıntılı biçimde tanıtmaya çalışacağım. Bu noktada söyleyebileceğim tek şey, ünlü bir hadis-i şerifi hatırlatmaktan ibaret olacak: "Kendine yapılmasından hoşlanmadığını, başkalarına da yapma." Romanı okuyanlar bilirler, Dan Brown, gizemli bir serüvenin kuyruğunu yakalamak adına Katolik Hıristiyanlığın binlerce yıllık dogmalarıyla kedinin fareyle oynadığı gibi oynamış ve bilinenin tamamen uzağında bambaşka bir Hz. İsâ biyografisi ortaya koymuştu. Bu ise biz Müslümanların gayet sınırlı olarak katılabileceğimiz, bir çok açıdan ise şiddetle uzak durmamız gereken bir "iç hesaplaşma". O yüzden de içinde Hz. İsâ'nın aziz hatırası bulunan her konuda olduğu gibi bu tür ticarî sinema atraksiyonlarında da alabildiğine dikkatli olmamız gerekiyor. Tıpkı, bu hak peygamberi Romalılar'ın elinde dayak yemekten bitap düşen bir aciz olarak tasvir eden geçen yılki o rahatsız edici Mel Gibson filminin ("Hz.İsâ'nın Çilesi"/The Passion of Christ) bizim İsâ Aleyhisselam'ın akıbeti konusundaki geleneksel Kur'anî bilgimiz ve algılarımızla taban tabana zıt oluşu gibi... Vatikan her konuda haksız mı?
"Da Vinci Şifresi"nin çekimleri sırasında bir çok kilise kapılarını yapım ekibine kapattı ve bu projeye destek verilmeyeceğini kesin bir dille ilân etti. Film de bu yüzden kimi zaman romanda geçen orijinal mekanların benzerlerinde ya da stüdyoda tamamlanmak zorunda kaldı. Vatikan, yüzlerce yıldır yalnızca despotizm üretilen ve ardarda sürekli yanlış dinsel kararlar verilen başıboş bir yer değil. Bu makamın imza attığı kararlar arasında eğer ki bir tane "Galileo Galilei vak'ası"na rastlarsanız, bütün ilâhî dinlerin kutsal kitaplarıyla uyum içinde olan ve vicdanınızın da rahatça onaylayacağı en az beş tane isabetli kararla karşılaşırsınız. Oradan çıkan -sözgelimi zina, fuhuş, eşcinsellik, kürtaj, uyuşturucu kullanımı, gen mühendisliği yoluyla doğal dengenin bozulması gibi hassas konulardaki- kimi stratejik kararlar, küresel ateizm karşısında Müslümanların da kıyamete kadar altlarına imza atacakları ortak hukukî metinler olarak kalacaktır. Bu nedenle, Hıristiyanlığa ve Hz. İsâ'ya yönelik her türlü bozguncu yaklaşım karşısında Müslümanların konuya balıklama atlamadan önce âdeta kendi dinlerini sakınırcasına dikkatli olmalarında büyük yarar var. Böyle bir duyarlılık, "karikatür krizi" gibi durumlarda karşı tarafı eleştirme ve edep sınırlarına geri çekme hakkımızı da bâki kılacaktır. Dan Brown, üç büyük dinin üzerinde ittifak ettiği kimi kutsal değerleri zerre kadar umursamıyor olabilir; ama biz bunları umursamakta direnmeliyiz. Nitekim, batı ülkelerindeki dindar Hıristiyan topluluklar arasında daha film gösterime girmeden başlayan tepkiler ve yapımcılara yöneltilen sert eleştiriler, bu konuda bizim de ölçüyü elden kaçırmamamız gerektiğinin sinyallerini içeriyor. Çünkü, sözkonusu olan bozgunculuk ve ateizmle mücadeleyse, aynı göğe doğru yönelip -farklı cümlelerle de olsa- aynı yaratıcıya dua edenlerin ittifakı, bozguncular ve ateistlerle ittifak etmekten elbette ki evlâdır. Nitekim, filmi Asya ülkelerinde gösterime girdiği takdirde protesto edeceklerini duyuran Hintli ve Rus Hıristiyanlara aynı ülkelerde yaşayan Müslüman toplulukların da destek vereceklerini açıklamaları, işte tam olarak bu tür bir dayanışmanın ürünü. O yüzden, "Da Vinci Şifresi"ni büyük bir keyifle izlemeye hazırlananlar, kilisenin Brown'un kitabına ve ondan yapılan uyarlamaya yönelik gayet kararlı bir tondaki aforozunu da akıllarının bir köşesinde tutmalılar... Tepkilerin tam olarak ne ölçüde haklı ya da haksız olduğunu ise ancak filmi izledikten sonra görebileceğiz.
Değişik uluslara mensup kişilerden oluşan bir hırsızlık şebekesinin liderleri, İstanbul-Topkapı Sarayı Müzesi'nde bulunan göz kamaştırıcı "zümrütlü hançer"i çalabilmek için ayrıntılı bir plan hazırlarlar. İlk hazırlıkların tamamlanmasının ardından, şebekenin her üyesi farklı yolları kullanarak masum birer turist kılığında İstanbul'a gelir. Şehirdeki lüks bir otele yerleşen hırsızlar, müzede yaptıkları keşif gezisinden sonra soygun planına son şekli verirler. Şehirde bayram kutlamaları yapılan bir gün, içlerinden usta akrobat olan bir tanesi güvenlik önlemlerinin gevşekliğinden istifade ederek çatıdan müzeye girecek ve halatlarla aşağıya sarkarak, bir mankenin üzerinde asılı duran hançeri -salondaki alarm sistemini harekete geçirmeden- çekip alacaktır. Görünüşte kusursuz olan bu plan, son anına kadar da gayet güzel bir şekilde işler. Ta ki küçücük bir kuş müzeden içeri sızıp alarm sistemini harekete geçirene kadar...
"Sine-Bulmaca"da bu hafta, Türkiye Cumhuriyeti'nin 83 yıllık tarihi boyunca kültürel propaganda alanında gerçekleştirdiği en başarılı operasyonun ürünü olan son derece eğlenceli bir film var. Çevriminin üzerinden kırk yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen, Türkiye ve Türklere yönelik olumlu mesajlarıyla bütün dünyada ülkemizi hâlâ çok büyük bir başarıyla tanıtan, dahası adı sinemaya ilişkin anketlerde daima bütün zamanların en güzel serüven filmleri arasında yer alan unutulmaz bir klasik bu. Film yabancı bir yönetmenin ve yabancı oyuncuların eseri olmasına karşılık, Türk makamlarının bu projedeki maddî-manevî desteği zirvedeydi. Öyle ki vaktiyle batı başkentlerinde yapılan görkemli galalarda yapımcılar bu katkıları, "Türkler, ülkelerinin zenginlik ve güzelliklerini bu denli cömert bir şekilde ekibimizin istifadesine sunmasalardı, bu öykü asla çekilemezdi" sözleriyle Ankara'daki yetkililere minnet duygularını ileteceklerdi. Öteden beri yabancı sinemacılara yönelik abartılı korkularla boğuşan Türk bürokrasisinin, o dönemde her nasılsa hoşgörülü bir tutum sergileyerek Türkiye sempatisini yedi düvele taşıyan bir propaganda anıtına dönüştürdüğü bu yapıt, sonradan çağdaş serüven sinemasına esin kaynağı oluşturacak bir sürü ilginç sahneyle doluydu. Özellikle akrobat hırsızın hançeri almak üzere kubbeden teşhir salonuna doğru baş aşağı indiği o gerilim yüklü bölüm, yıllar sonra, 1996'da "Görevimiz Tehlike-1"de Tom Cruise'un benzer nitelikteki tehlikeli manevralarında yönetmen Brian De Palma'ya da esin kaynağı oluşturacaktı. Öte yandan, Topkapı Sarayı'nın görkemli envanterinin yalnızca küçük bir parçasını oluşturan zümrütlü hançerin, günümüzde ülkemizi ziyaret eden her milletten turist için -sırf bu filmin karşı konulmaz etkisi nedeniyle- müzedeki ilk ziyaret noktasını oluşturduğunu da unutmamak gerekiyor. Sinemanın, bir kültürel propaganda aracı olarak uygun şekilde kullanıldığında bir ülkeyi uluslararası kamuoyunda ne denli tanıtıp yüceltebildiğinin ideal bir örneğini oluşturan bu filmin adını, yönetmenini, en az üç başrol oyuncusunun adlarını ve de filmde konuk sanatçı olarak yer alan iki Türk oyuncuyu hatırlayabildiniz mi? Toplam yedi şıktan oluşan doğru cevapları (adları ve açık adresleriyle birlikte) 24 Mayıs 2006 Çarşamba günü saat 23.00'e kadar sinebulmaca@yahoo.com elektronik posta adresine gönderen okurlarımız arasından bilgisayarda rasgele tercihle seçilecek olan üç talihli, yönetmen Roman Polanski'nin "Oliver Twist" adlı 2005 yapımı filminin birer DVD'sini kazanacaklardır. Hepinize iyi şanslar...
- Filmin Orijinal Adı: The Bridge on the River Kwai
Yarışmamıza bu hafta yurt çapında toplam 178 katılım gerçekleşti. Bunlardan 153 tanesi yukarıdaki cevapları eksiksiz olarak içermekteydi. Bu arada, her zaman olduğu gibi., yanlış cevap veren ya da doğru cevaplarına -bütün uyarılarımıza rağmen- adını, soyadını ve açık adresini yazmayan okurlarımızı ise üzülerek elemek zorunda kaldık.
- CEM ERTEM / TRABZON
Talihlilerimizin armağan DVD'leri ("Babam ve Oğlum" / 2005 / Yönetmen: Çağan Irmak / Oynayanlar: Fikret Kuşkan, Çetin Tekindor, Hümeyra) çok kısa bir süre içinde taahhütlü postayla adreslerine gönderilecektir. Bütün katılımcılarımıza ilgileri nedeniyle teşekkür ederken, yeni katılımlarınızı beklediğimizi bir kez daha hatırlatmak istiyoruz. Unutmayın ki bu köşenin amacı hem eğlenmek, hem seçkin filmler kazanmak, hem de "sinema tarihini araştırmak ve öğrenmek!"
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |