T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 9 NİSAN 2006 PAZAR | ||
|
Biz "gazeteci yazar" değiliz. Yalnızca yazarız. Gazetede yazan bir yazar... Gazeteci yazarlık ayrı bir iştir. Gazeteci yazar olmak için gazetede çalışıyor olmak gerekir. Gazetede çalışıyor olmak, onun mutfağında bulunmak, olayları günü gününe, ânı ânına izlemek demektir. Oysa, biz böyle bir konumda değiliz. Gazete bizim için yazımızı yayınladığımız bir ortam oluşturuyor, o kadar. Bunları şunun için söylüyorum. Bizim güncel olanla bir ilişkimiz yok. Kimizaman "en güncel" telâkki ettiğimiz bir olayın arkasından bile bir hafta, iki hafta, beş hafta.. geçmiş olabilir. Ancak biz, konuya genelde ilke açısından bakıp değerlendirdiğimiz için güncel olmak ikincil, üçüncül planda kalır. Aslında güncel olmanın veya güncel olma kaygısı taşımanın kural olarak bizim yönümüzden fazlaca bir önemi var sayılmaz. Bu itibarla, geçtiğimiz günlerde emekliye ayrılan Danıştay Başkanı'nın kendisiyle yapılan bir mülakatta yargının bağımsızlığı ile ilgili olarak dile getirdiği düşünceleri bizim için ilke temelinde hâlâ bir anlam taşıyor. O mülakatta emekli başkanın üzerinde durulan cümlesi şu oldu: "Yargı bağımsız olsaydı Van Savcısı öyle bir iddianame tanzim etmezdi, ettiği zaman da faturasını ağır öderdi." (Nur Batur'un Emekli Danıştay Başkanı Ender Çetinkaya'yla Mülakatı, Hürriyet, 04 Nisan 2006, s. 22). İmdi, savcının veya yargıcın, bir başına tehdit altında bırakılması, yargının bağımsızlığını doğrudan ilgilendiren unsurlardan biridir. Tehdidin mercii değişmekle yargının bağımsızlığı sağlanmış olur mu? Olursa ne kadar olur? Yargı, askerî mercilerin veya siyasî mercilerin tehdidi altında bırakıldığında onun bağımsızlığından söz etmek mümkün değilken, tehdidin mercii değiştirilip yargı mekanizmasının bizzat kendisi bir tehdit mercii haline getirildiğinde, acaba savcılar ve yargıçlar, kararlarında bağımsız hale getirilmiş olur mu? Danıştay emekli başkanının cümlesi aslında bir de bu açıdan değerlendirilmelidir. Yani benim tehdidim iyidir, başkasının tehdidi kakadır zihniyeti belirleyici olduğu sürece, temelde bağımsızlık kavramı üzerinde yanlış değerlendirmenin bulunduğu üstünde durulmak gerekiyor. Yakın zamanlarda bu sütunda dile getirdiğimiz bir görüşü tekrarlamamızın gereği ortaya çıkıyor, orada: "Türkiye'de yargının bağımsızlığı bir başına bir olay değildir ve bir başına çözümlenebilecek bir olay da değildir. Şöyle ki, daha sekiz on yıl kadar önce (28 Şubat süreci...), askerlerle yargı mensuplarının birbirlerini karşılıklı olarak dakikalarca ayakta alkışlamalarını, tarafların nerdeyse bir kutsal görevi ifa etmesi sadedinde saygıyla karşılayanlar, şimdi tümüyle farklı bir telden çalmaya başladı. Yargıyı o gün "bağımsız" diye ululayanlar, şimdi ona kaka diye bakabiliyor./Bir savcının iddianamesi her zaman isabetli olmayabilir. Onun isabetli olup olmadığına savcının kendisi değil, fakat mahkeme karar verecektir. Savcı, iddianamesini mahkemeye sunar, mahkeme yargılama esnasında iddiaları yerinde bulur veya bulmaz: bu, yargı süreciyle ilgilidir. Hal böyleyken, başka mercilerin savcının iddianamesi üzerinde görüş serdetmesi, aslında tam da yasanın yasakladığı durumdur. Demek ki, biz, asıl, yargı bağımsızlığının ne demek olduğu üzerinde kafa yormalıyız. Halihazırdaki kurulu düzenin şartları muvacehesinde yargının gerçekten bağımsız olması mümkün müdür, değil midir konusunu en dibinden ele alıp gün yüzüne çıkartabilmeliyiz." Diyorduk (Yeni Şafak, 23 Mart 2006/Perşembe). Eğer yargının bağımsızlığın, onu bir merciin baskısından kurtarıp başka bir merciin emri veya baskısı altına almak diye anlaşılıyorsa, bu yolda alınması gereken daha çook mesafe var demektir. (Devam edeceğim).
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |