T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 17 NİSAN 2006 PAZARTESİ
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Son Dakika
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Hüseyin HATEMİ

Laiklik ilkesinin anlamı

Laiklik ilkesinin şeklî boyutu; din ve devletin ayrı kişilik ve ayrı örgütlenmeye sahip olması demektir. Lâiklik ilkesi nasıl bu ad ile başlangıçtan beri "yek-nasak" olarak uygulanan bir ilke değil ise, bu şeklî anlamı ile de her çağda ve her yerde rastlanan bir ilke değildir. Bu anlamı ile de ayrıca "mutlak" değil, nisbidir. Belli bir din ile, karşısındaki devlet gücünün konumlarını gösterir. Fakat bu dinin karşısındaki devlet gücünün "resmî din"i varsa ve bu dinin ayrı bir örgütü yoksa, bu devlet şeklî anlamda lâik bir devlet değildir. Musevîlik ve İslâm, başlangıçlarında güçlü bir devlet karşısında konum olmadıkları için, şeklî anlamda lâiklik sorunu ile sonradan karşılaşmışlardır. Hristiyanlık için durum farklıdır. Fakat şeklî anlamda lâiklik ilkesinin Hristiyan Dünyası'nda çağlar boyunca anlaşılması ve uygulanması da farklı olmuştur. Bugünkü duruma bakarsak bu farklılığı kavrayabiliriz: Şeklî anlamda lâiklik ilkesinin en fazla "bâriz" olduğu Fransa ile, Katolik ve Protestan Kliseleri ile bir "Konkordat" akdetmiş ve onlara dînî kamu hizmetleri alanında kamu tüzel kişiliği tanınmış olan Almanya'nın şeklî lâiklik anlayışı biribirinin eşi değildir. Biz de laiklik anlayışımızın maddî yönünde Fransa örneğini -tarihî sebeplerle- izlediğimiz halde, şeklî anlamda lâiklik ilkesini kabul etmediğimiz için, Batı'da hiçbir ülkeye benzemeyen bir lâiklik anlayışına sahip olduk: Dinî kamu hizmetleri tamamen genel idare içinde örgütlenir. Diyanet İşleri Başkanı, müftüler, imamlar, devlet memurudur. Din görevlisi yetiştiren okullar da devlet tarafından açılır. Ne var ki, başıma geldiği için söylüyorum, meselâ evlenecek çiftlerin ortak isteği ile "medenî nikâh"ın devlet memuru müftü önünde de akdedilmesinin uygun olacağını söylemeye cesaret ettiğiniz anda öylesine yıldırımlar çakar ki dut yemiş bülbüle dönersiniz! Demek oluyor ki bizim lâiklik anlayışımıza göre; Diyanet Teşkilâtı mensupları diğer devlet memurlarına eşit değildir. Kerhen "devlet memuru" sayılmaktadır! Oysa Almanya'da kilise ile devlet ayrıdır, fakat dinî kamu hizmetleri alanında devlet kiliseye kamu tüzel kişiliği tanımıştır. Bizde de sağlıklı ve hukuk devleti ilkesi ile bütünleşebilen bir lâiklik anlayışının hakim olabilmesi için, kanaatimce Diyanet Teşkilâtı'na özerk bir kamu tüzel kişiliği tanımak gerekmektedir.

"Şeklî anlamda lâiklik ilkesi"nin anlamı anlaşılamayınca, maddî anlamda lâiklik ilkesinin anlamı hiç anlaşılamaz. Maddî anlamda lâiklik ilkesinin -terimi bir yana bırakıp öze bakarsak- hukuk devleti ilkesi açısından anlamı şudur: Dinin bir gerçeği, özü; bir de tarihî süreç içinde yerleşmiş uygulamaları vardır. Bu yerleşmiş dînî görüşler, hukuk devletinin evrensel ve temel, "onsuz olmaz" ilkeleri ile çatışabilir. Şu halde devlet örgütü hiçbir "resmî din" ile kendisini sınırlamayıp, hukuk devletinin evrensel ve temel ilkeleri ile çatışan dînî görüşlere -kamusal alanda- yaptırım bağlamamalıdır. Tam aksine, bu gibi görüşlerin kamusal alanda hayata geçirilmesi insanlık onurunda eşitlik ilkesi ve adalet ilkesini ihlâl anlamına geliyorsa, bunların uygulanması girişimlerini önlemelidir.

Demek oluyor ki, bu anlamda "maddî lâiklik ilkesi"de esasen ayrı bir terimle ifade edilmesine mutlak bir zorunluk olmaksızın, "hukuk devleti" olmanın onsuz olmaz şartıdır. Nitekim Alman Anayasası'nda "lâiklik ilkesi" yerine "Devlet Kilisesi yoktur" ilkesi vardır.

Biz de "lâiklik ilkesi"nin şeklî anlamına hiç önem verilmez, hatta bazılarınca laiklik, Diyanet'in devlet içinde kalması demektir. Laiklik ilkesinin, hukuk devleti olmanın "onsuz olmaz şartı" demek olan maddî boyutuna gelince, burada tam evlere şenlik, bir kargaşa yaşanır: -Müslüman mısın, lâik misin? -Ben elhamdülillah hem lâik, hem de Müslümanım -imkânı yok! Sen İmam Hatip mezunu değil misin? Ağzınla kuş tutsan lâik olamazsın. Esasen Müslüman olan lâik olamaz- Kim demiş? Ben kamusal alanda lâik, evimde, camide, kabrimde Müslümanım! -Olmaz! Müslümanım diyen laik olamaz! Çünkü Müslümanın devlet talebi vardır! -Şu halde Batı'da niye Hristiyan partileri var? -Orasını karıştırma şimdi! Onlar gâvur, bizim gibi ılımlı İslâm lâikliğinden haberleri yok!

Ey ehl-i vatan! Artık kamusal alanda bu orta oyununa son vermeliyiz. Bunun çaresi de "Hukuk devletinin evrensel temel ilkelerinden hiçbir dinî veya felsefî görüşe ödün verilmez" ilkesine Anayasa'da yer vermek ve Otuzbir Mart'tan sonra "mektepli misin? Alaylı mısın?" diye soranların kafa yapısından bir milimetre ileriye gitmemiş olanların hukuk devletine engel olmalarına son vermektir. Aksi takdirde, asıl tehlike bu orta oyununun "Hukuk devleti yanlısı mısın? Laiklik yanlısı mısın?" şekline dönüşmesindedir.

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi