T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 19 NİSAN 2006 ÇARŞAMBA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Son Dakika
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Kürşat BUMİN

Yine neler oluyor?

Geciktiğimin farkındayım. Cumhurbaşkanı'nın geçen hafta içinde yaptığı çok ses getiren konuşma hakkında iki satır da olsa ben de bir şeyler söylemek istiyorum.

Konuya tekrar dönmeme bu konuşmadan sonra medyamız üzerine çöken ve insana "Yine neler oluyor?" dedirten o "ağır" hava neden oldu. Birkaç günü birbirinden anlamsız ve düzeysiz "Ahmetler" atışmasıyla geçirdikten sonra dün (18 Nisan) Radikal'in şu şaşırtıcı manşetiyle karşılaştık: "20 yıl sonra kızının başı zorla kapatılsın ister misin?" Manşete çıkarılan bu soru aslnda, Deniz Baykal'ın gazetenin Ankara tamsilcisi Murat Yetkin'e yönelttiği bir soruydu. Ama olsun, "gazetecilik icabı!" Radikal okurları da okuyanı yerinden kımıldatan bu anlamsız sorunun muhatapları oldular.

Manşeti okuyunca kendi kendime şöyle dedim: "Baykal yine insaflı davranıp ülkemiz için öngördüğü despotizmi '20 yıl sonra'ya atmış!" Gerçekten insaflı davranmış; önümüzde daha hiç değilse 20 yıl var!

Şimdi söyler misiniz? Bu ülkede bu hepten anlamsız soruyu (samimi olarak) ciddiye alabilecek kaç kişi vardır acaba? Ayrıca Baykal'ın sorusunda şu "hakikat"te saklı değil mi: Demek ki ülkenin önünde daha hiç değilse 20 yıl sürecek bir "AKP iktidarı" vardır! Görüyorsunuz; bir anamuhalefet liderinin asla düşünmemesi, düşünse bile telaffuz etmemesi gereken bir "hakikat" bu.

Gelelim Cumhurbaşkanı'nın konuşmasında yer alıp da tartışma yaratan ifadelere:

Biliyorsunuz, Cumhurbaşkanı'nın "kamu düzeni"nin koruması için getirilebilecek sınırlamalar arasına "bireyin inancı"nı da eklemesi özellikle dikkat çekti ve eleştirildi. Bu eleştiriler tabii ki haklıydı. Çünkü Cumhurbaşkanı getirdiği bu yeni sınırlamayla Anayasa'nın "Din ve vicdan hürriyeti"ni tarif eden ünlü 24. maddesini bayağı zenginleştiriyordu. 24. madde (14. maddeye atıfta bulunarak) sadece "ibadet, dini ayin ve törenler"e sınırlama getirilebileceğini ilan ederken, Cumhurbaşkanı bunlara "bireyin inancı"nı da dahil etti. Tamam bir şey dediğimiz yok bunu da dahil etsin ama bu istek "imkansızı" istemek anlamına gelmiyor muydu? Bu aynen, bir zamanlar "Düşünce ve ifade özgürlüğü" söz konusu olduğunda sadece "düşünceye özgürlük"ü lütfeden (!) "imkansızlığın" bir benzeriydi. Olur mu böyle şey? Bir "düşünce" ya da "inanç"a (zaten) nasıl "sınırlamalar konulabilir" ki!

Aslına bakacak olursanız, Cumhurbaşkanı'nın 24. maddeyi zenginleştirebilmesinin asıl nedeni bu maddenin (zaten) baştan "faullü" kaleme alınmış olmasıdır. Çünkü bu madde 5. fıkrasında "Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma (...) amacıyla her ne suretle olursa olsun (...) kötüye kullanamaz" şeklinde hepten "imkansız" bir düzenleme getirmektedir. Bir kere "sosyal ve ekonomik düzen" niçin, ne münasebetle "Devletin" oluyor? "Devlet"in bu düzenleri "sahiplenmesi" ile ancak totaliter sistemlerde karşılaşmıyor muyuz? Ayrıca, "sosyal ve ekonomik düzen" niçin "kısmen de olsa din kurallarına" dayandırılamasın?

Besbelli ki, bu fıkrayı kaleme alan anayasacılar bırakın Anayasa Hukuku'nu en temel "sosyoloji" nosyonundan da bihaber idiler. "Toplumsal düzen"ini "kısmen de olsa din kurallarına" dayandırmayan bir toplum ve ülke var mı dünya yüzünde? Bu "düzen" insanın doğumu, sünneti, evlenip çocuk sahibi olması, bayramı seyranı, kurbanı, takvimi, tatil günü (say babam say!) söz konusu olduğunda dünyanın her yerinde bir biçimde "din kurallarına" dayanmıyor mu?

"Devletin siyasi ve hukuki düzeni" söz konusu olduğunda bu sınırlamadan söz etmek tabii ki doğru; ama "toplumsal"da olduğu gibi "ekonomik düzen"de de böyle bir şeyden söz edilebilir mi? Bakın mesela: Birçok insan "faiz"den kaçtığı için birikimlerini adına "faizsiz bankacılık" (artık ne kadar "faizsiz" orasını bilemem) adı verilen kurumlarda değerlendirmiyor mu? Alın size "sınırlanacak" bir "dayandırma" daha. Bu insanlar bu seçimlerini tabii ki "tamamen din kurallarına" dayandırmaktalar.

Radikal'in sorusunu tekrarlayarak bitirelim yazıyı: "20 yıl sonra kızının başı zorla kapatılsın ister misin?"

Gazete "şakacı" bir günündeydi herhalde...

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi