T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 25 NİSAN 2006 SALI | ||
|
TBMM Başkanı Bülent Arınç'ın 23 Nisan vesilesiyle toplanan genel kurulda devlet erkanı ve milletvekilleri önünde yaptığı konuşma, son dönemlerin en oturaklı konuşmalarından birisiydi. Arınç bu konuşmada demokrasinin anlamını, katılımcı ve temsili yapıların meşruiyetini isabetle anlatıyordu. Türk demokrasisinin zaaflarını ve yaşadığımız çalkantılı günlerin buna bağlı sebeplerini, üstelik bu sebepleri üretenlerin önünde, TBMM Başkanı sıfatıyla dile getiriyordu. Dört nokta dikkat çekiciydi bu konuşmada... İlki mevcut "yönetim biçimi"ne ilişkindi: "Demokratik bir ülkede 'gizli anayasa, kırmızı kitap, derin anayasa' gibi tabirler asla kabul edilemez kavramlardır. Bu kavramlar, gizli antidemokratik bir yönetimin iktidarda olduğunu ima eder..." diyordu Arınç... Sözlerde isabet tamdır... Bugün yandaş ya da karşıt bu durumun farkında olmayan pek az kimse yaşar Türkiye'de... İkincisi "egemenlik biçimi"yle ilgiliydi: "Ülkede 'kurumlar saltanatı' hüküm sürmektedir. Dünya üzerinde daha çok demokrasi için, sadece 'kurumların mutabakatını' arayan demokratik başka bir ülke yoktur. Bu durumda bazı kurumların, 'katılımcı demokrasi' yerine, 'kurumsal saltanatı' Türkiye için uygun gördüklerini iddia etmek çok da dayanaksız olmayacaktır..." Bu sözlerin de vesayetçi bir demokrasi anlayışına, askeri cumhuriyet fikrine yapılan açık ve cesur bir eleştiri, hatta bir karşı duruş olduğuna şüphe yoktur. Üçüncüsü bugüne, hükümeti hedef alarak "yükseltilmeye çalışılan kriz"e dairdi: "AB müzakerelerini sürdürdüğümüz bugünlerde hâlâ rejimin tehlikede olduğundan bahsetmek, hele bu tehlikenin AB'ye üye olmak için bütün dönemlerden daha çok gayret sarf eden, bunda da başarılı olan kişilerin eliyle geleceğini iddia etmek her açıdan dayanaktan yoksundur..." Arınç bu sözlerle olup bitene siyaset cephesinde ilk açık teşhisi koyan, bu krizi üretmeye çalışanlara cepheden çıkan ilk kişi oluyordu... Dördüncü nokta ise Cumhurbaşkanı'nın "otoriter kamu alanı" tanımına karşı, TBMM Başkanı'nın "demokratik kamu alanı" tanımını getirmesi ve "laikliğin demokratikleştirilmesi"nin kaçınılmazlığını hatırlatmasıydı. Şöyle diyordu Arınç: "Kamusal alan, her bireyin ayrım yapılmadan haklarının korunduğu, haklardan yararlandığı ve kendilerini özgür hissettiği bir alandır. Devlet kamusal alanın sahibi değil, koruyucusudur. Bu koruyuculuk; oradaki eşitliğin, adil paylaşımın ve hizmetlerin her birey tarafından kullanılmasını sağlamaktır. Devlet kamusal alanda herkes için geçerli olan hakları bir kesime yasaklayamaz ya da sınırlayamaz..." Yasaklamayı ve otoriterliği laikliğin ve kamusal alanın temel unsuru ve koruyucusu kabul edenlerin anlamakta zorlanacağı bu sözler aslında "demokrasi fikrinin ruhu"nu ifade eder... Muhtemelen bu konuşma devlet aktörleri başta olmak üzere kimileri tarafından bir saldırı olarak değerlendirilecektir. Konuşmanın laiklikle ilgili kısımları speküle edilecektir. Nitekim bazı bol tirajlı gazeteler konuşmayı daha ilk günden "şok" olarak değerlendirdiler. TBMM başkanının, yasamanın reisinin demokrasi vurgusu yapması neden "şok" olarak değerlendirilir, o başka bir konu... Ama şunu söylemek gerek: Bu tür bir çıkışın siyaset alanından gelmesi gerekirdi. Geldi, yerinde oldu, "demokrasi meydanı"nın boş olmadığının küçük de olsa bir kanıtını ifade etti... Bu meydanı herkes korumak zorundadır: Sivil toplum örgütleri, aydınlar, siyasi partiler... Aksi halde zor günler başlar...
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |