T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
K Ü L T Ü R - S A N A T 27 NİSAN 2006 PERŞEMBE
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Kendimle kavgalıyım

On yıllık bir aradan sonra 'Anne ya da Leyla' adlı filmiyle tekrar gündeme gelen Mesut Uçakan, yeni filminde arayış içinde olan kahramanları ile birlikte kendi arayışını sorguladığını ve hâlâ kendiyle kavgalı olduğunu söylüyor.

Elif
Yıldız
1980'ler ve sonrasındaki on yılın muhalif yönetmeni Mesut Uçakan, on yıllık bir aradan sonra yazıp yönettiği 'Anne ya da Leyla' isimli filmle gündemde. Film, nezih bir semtte babası ile yaşayan küçük Kerem'in fotoğrafını bulduğu annesini aramak için evden kaçması ile başlıyor. Beyoğlu'na gelen Kerem, burada Leyla'sını aramak için İstanbul'a gelen bir modern zaman Mecnun'u ile karşılaşıyor. İkilinin bu arayışının, kaçınılmaz bir toplumsal yergi ile yoğrulduğu filmde, kaybolan değerlere duyulan özlem göze çarpıyor. Herkesin ve her kesimin rahatlıkla anlayabileceği bir dile sahip olan 'Anne ya da Leyla' izleyiciyi şaşırtacak bir film. Merakınızı 5 Mayıs'ta sinema salonlarında giderebileceksiniz.

FIRTINALAR ESTİ, TEKNEM ALABORA OLDU

On yıldır nerelerdeydiniz?

Bir yere gitmişliğim yok. Ama, denizde fırtınalar esti ve benim küçük teknem alabora oldu. Siyasal sarsıntılar, ekonomik krizler, bendeki her projeyi çekmeme tavırları, geçim sıkıntısı, İslamcı yönetmen damgası, projelere finansör bulamamak, bazı ailevî sarsıntılar... Anlayacağınız, bir yığın dert. Bir yanım, bu dalgalar arasında debelendi, bu ölümlü dünyada denizin üstünde kalmaya çalıştı; öbür yanımsa, denizin dibinde ölümsüzlüğü aradı. Ve gördü ki, denizin altı da üstü de bir yanılsama. Bir film seyrettiriliyor bize. Ama, işin garibi, perdedeki filmin başrol oyuncusu da biziz! Bu anlamda on yıl verimli oldu benim için. Sustum. Ama, susmasaydım, herhalde içimden gelen derinliklerin sesini duyamayacaktım.

Nasıl bir sesti duyduğunuz?

Frekansları hepimizin radarına gelen bir ses. Ama kimimizin radarı kapalı, kimimizin bozuk. Ruhumuzdaki kirlilik oranı, sezi bozuyor. Ben şimdi kendimle kavgadayım. Kendimi ikiye böldüm. Her gün biri diğerini yiyor. Bakalım kim galip gelecek?

'Anne ya da Leyla'da izleyici ile paylaşmak istediğiniz ne idi?

Anlatamıyorum. Yarı bozuk bir ney gibi, sesler çıkartıp duruyorum. Ama, sanırım film, bu kadarıyla bile çarpıcı. Filmin akışındaki düşünceler, derin bir kuyudan gelen sesler gibi. Kulağını birazcık kabartan duyabilir. Aslında içine bir taş atan herkes bu sesleri kendi içinde de duyabilir. Bu, filmin arka yüzü. Ön yüzünde annesini arayan bir çocuk var, bir de Anadolu'dan gelmiş sevgilisini arayan bir genç. İkisinin de aradığı aynı kadın. Asıl aradıkları ise tabii ki Leyla şahsında saf sevgi. Leyla diye karşılarına çıkan kadın da bir sembol. Mevcut sistemin sembolü.

Filmde, çocuk annesini, genç adam ise aşkını arıyor. Son tahlilde ikisi de kadınını arıyor. Bu bağlamda filmin kadına bakışı da erkekler üzerinden şekilleniyor. Kadın anne ya da Leyla mı olabilir sadece? Ya da modern yaklaşımla çocuk ile kariyer arasına mı sıkışmalı?

Film, büyük metropol karmaşası içinde anne ya da Leyla olacak bir kadını arıyor. Ama aradığı ille de salt yemek pişiren, evi temizleyen ve çocuğuna bakan bir kadın değil. Erkeği sonsuza götürecek bir kadın. Bu bir iş kadını da olabilir, bir ev kadını da. Bence filmi feminist duygularla değerlendirenler yanılır. Kadın, saf sevginin en çarpıcı simgesi. Ölümsüzlük sırrını o uzun beyaz kanatlarında taşıyan Anka Kuşu. " İşte geldim Mecnun, seninim artık!" diyen Leyla'ya ne karşılık veriyor Mecnun: " Eğer men mensem nesin sen ey yâr, eğer sen sensen neyim meni-î zâr?" Niye böyle diyor? Çünkü gördüğü her şey Leyla kesilmiştir. Filmimizde bir ozan var. Taksim'de oturmuş türkü söylüyor. Onun ne söylediğine dikkat edin. "Leyla Leyla diyenler Mevla'yı bulur / Sanır ki her gördüğünde Leyla'yı bulur." Bundan daha militan bir söylem olur mu? Bence şimdi söylenmesi gereken bunlar. Yarın bakarsınız "Kahrolsun zalimler!" diye çığlık atarız filmlerimizde. Birbirine karıştırılmamalı.

Neden Beyoğlu'nu seçtiniz? Öykünüzle ne gibi bir paralelliği var bu mekanın?

Çünkü Beyoğlu sistemin, simgesel bir mekanı. İnsanı ezen, büken, ufalayan, çarpıtan mevcut zulüm sisteminin simgesi. Beyoğlu'nda iş tutan hayat kadınları ise, bu tortunun en kirli yerinde. Sistemin en çarpıcı renklerini, kokularını taşıyorlar. Ve bu renkler kokular arasında Leyla yok!

Neden filmde oyunculuk eğitimi almış insanlar yerine Aylin Çoşkun, Turgay Başyayla gibi isimlerde karar kıldınız?

İkisi de rollerine çok iyi oturdu. İkisi de filmde doğal hallerini yansıttılar. Aylin eğlence dünyasında tanınan tipik bir metropol kadını. Turgay ise tam bir Anadolu tipi. Ondaki saflığı iyi yansıtıyor. İyi de oynadılar. Gökmen de öyle. Diğer bütün oyuncular da.

Bu filmde uzlaşmacı bir yaklaşım çizdiğiniz söyleniyor. Bu fikre katılıyor musunuz?

Film, aslında yine bir hakikat arayışı. Bu yönüyle önceki filmlerimden farkı yok. Hatta en az onlar kadar militan denebilir. Bakışa bağlı. Başörtüsüyle, idam edilen bir müderrisin hayatıyla ilgili filmler çektim diye kendilerince benim için militan yönetmen, dinci yönetmen, İslamcı yönetmen gibi aptalca nitelemelerde bulunanlar bilmeli ki, ben değişmedim. Ben yine aynı arayışın adamıyım. Değişiyorsam yolda yürüdükçe yüzüme vuran ışıklardandır.

SÜRPRİZ FİLMLER İŞ YAPAR

'Anne ya da Leyla' hakkında değerlendirmeler yapan Uçakan, şunları söylüyor: "Filmin nasıl ilgi göreceğini ben de kestiremiyorum. Vasat iş yapan standart filmleri saymazsak genelde hep sürpriz filmler iş yapıyor, hasılat rekorları kırıyor. Benim filmlerim geçmişte bunu yaptı. Bir kitlenin beklentisini dile getiriyordu, cesur siyasal konulara el atmıştı, özel televizyonlar da yoktu ortada, sinemada da boşluk vardı. Ama bugün şartlar aynı değil. O kitle aynı şekilde yerinde durmuyor. Anne ya da Leyla tantanalı bir siyasal konuyu da ele almıyor... Nasip."

BEYAZ SİNEMA DİYE BİR EKOL YOK

Uçakan, beyaz sinema ile ilgili de değerlendirmelerde bulunuyor: "Ben ne beyaz sinema ekolündenim, ne kırmızı sinema. Bu da zorla bizi bir torbaya tıkma çabalarından başka bir şey değil. Beyaz sinema diye bir ekol olmaz. Biz, kainatın sırrına ulaşma çabası içersindeyiz. En azından benim sancılarım bunlar. Kainat bir torbaya nasıl sığar. Beyaz sinema ne idüğü belirsiz bir tabir. Estetik bir akım değil. Milli sinema denince milli değerlere yaslanan yönetmenlerden söz ediliyorsa bu bizlerin tekeline bırakılmamalı. Beyaz sinema yok, kaliteli sinema var. O da kişiden kişiye değişiyor. Nitekim, dünyadaki yönetmen sineması hakimiyeti de bu yüzden. Beyaz sinema, hakikati arayan sinema dersek gene bize münhasır olamaz. En solcu sinemacı bile hakikat arayışını bizden çok daha güzel verebilir.


  • 'Europa Galante' grubu konseri saat 20.00'da İş Sanat Kültür Merkezi'nde. Tel: 0 212 316 10 83

  • Sivas DT'nin 'Helikopter'oyunu saat 19.30'da Sivas AKM'de. Tel: 0 346 225 79 94

  • 'Öykü, Şiir,Poetika' başlıklı söyleşi saat 18.00'da Bursa Üftade Salonu'nda. Tel: 0 224 326 56 49

  • 'Dansın Büyüsü' adlı bale saat 15.00'da MDOB'de ücretsiz izlenebilir. Tel: 0 324 237 91 30

  • 'İhsan Deniz Şiirleri' başlıklı dinleti saat 19.00'da Yerebatan Sarnıcı'nda. Tel: 0 212 522 12 59

  • Sinop Belediyesi Karikatür Yarışması başvuruları 28 Temmuz'da sona erecek. Tel: 0 368 261 45 04

  • 'Avni Arbaş, Burhan Doğançay, Cevat Dereli, Ferruh Başağa Karma Resim Sergisi', 30 Nisan'a dek Mart Koleksiyon'da. Tel: 0 312 447 42 52

    Geri dön   Yazdır   Yukarı


  • ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
    Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
    Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi