T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
S İ N E M A 28 NİSAN 2006 CUMA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Son Dakika
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

SİNEMA
Ali Murat GÜVEN

Biz bunları zaten biliyorduk...

"Guantanamo Yolu", ABD-İngiliz emperyalizminin yıllardır içimiz kan ağlayarak izlediğimiz yıkıcı sonuçlarının artık yavaş yavaş batılı sanatçılar tarafından da 'görülmeye' başlandığının sinyallerini veren önemli bir belge-sineması örneği. Ancak, doğrusu bu ya, bize pek de yeni şeyler söylemiyor!

Guantanamo Yolu
(Road to Guantanamo)

2005-İngiltere yapımı
Yönetmen: Michael Winterbottom-Matt Whitecross
Oyuncular: Riz Ahmed (Şefik), Şefik Resul (kendisi), Ferhat Harun (Ruhel), Ruhel Ahmed (kendisi), Arfan Usman (Asıf), Asıf İkbal (kendisi), Said İkbal, Mark Sproston, James Buller, Ian Hughes, Adam James
Süre: 95 dakika
Özel Sınırlamalar: Amerikan MPAA Kurumu R (Restricted) Sertifikası
(İçerdiği yoğun şiddet ve sert diyaloglar nedeniyle küçüklerin erişkin bir refakatçiyle birlikte izlemesi önerilir)
Uluslararası İzleyici Yargısı: 7.3 /10 (Kaynak. IMDb sitesi)
Dağıtıcı: 35 Milim Filmcilik
3 Yıldız: 'Hayatınızdan bir kaç saat vermeye değer' 3 Yıldız: 'Hayatınızdan bir kaç saat vermeye değer' 3 Yıldız: 'Hayatınızdan bir kaç saat vermeye değer'
Bir kaç bölümde şiddet var Bir kaç bölümde şiddet var Bir kaç bölümde şiddet var Cinsellik/çıplaklık yok Bir kaç bölümde argo var Bir kaç bölümde argo var Bir kaç bölümde argo var

Pakistan kökenli üç İngiliz genci (Şefik Resul, Asıf İkbal ve Ruhel Ahmed) içlerinden birini evlendirmek üzere, doğup büyüdükleri Birmingham'dan binlerce kilometre uzaktaki ata topraklarına gelirler. Evlilik planının yanısıra etnik köklerini yakından tanımak amacıyla gerçekleştirdikleri bu renkli gezide üç kafadarın yolu komşu Afganistan'a da düşecektir. Ancak başlangıçta gayet eğlenceli geçen yolculuk, Mezar-ı Şerif'te Amerikan bombardımanlarının altında kalıp, ardından Kuzey İttifakı'na mensup askerlerce tutuklanmalarıyla adım adım bir kâbusa dönüşür. İşgalci Amerikan birlikleriyle işbirliği hâlindeki Kuzey İttifakı mensupları, bırakın militanlıklarını, "dindarlıkları" bile kuşkulu bu üç esmer adamı gelişigüzel bir tutuklamanın ardından "El Kaide mensubu" oldukları gerekçesiyle Amerikalılara teslim ederler. Bir askerî kargo uçağıyla ABD'nin Küba adası üzerinde -Havana yönetiminin onayı olmadan- kurduğu Guantanamo Hapishanesi'ne gönderilen kahramanlarımızın çilesi de işte bu noktadan sonra başlar. Onları, 21. yüzyılda varolabildiğine bile inanması güç bir görünümdeki bu dehşet yuvasında üç yıl sürecek bir işkence, hakaret ve aşağılama süreci beklemektedir.

"Guantanamo Yolu", İngiltere uyruğuna mensup üç genç adamın 2001-2004 yılları arasında yaşadıkları gerçek olaylara dayanarak çekilen yarı belgesel-yarı dramatize bir yapıt. Nitekim, filmde kendilerine benzeyen başka Pakistanlı oyuncular tarafından canlandırılan bu üç "kurban"ı geçtiğimiz günlerde filmin tanıtımı için Türkiye'deki çeşitli televizyon kanallarına konuk oldukları sırada biraz daha yakından tanıma olanağı bulduk.

Doğrusunu söylemek gerekirse, filmin yönetmeni Michael Winterbottom'a, geçtiğimiz haftalarda -işlerinin yoğunluğunu bahane ederek- "Uyduruk Bir Öykü" adlı filmiyle İstanbul Uluslararası Film Festivali'nde kazandığı "Altın Lale"yi almaya gelmemesinden dolayı hafif bir bilinçaltı kızgınlığım var; ama "Guantanamo Yolu" ciddi bir uluslararası sorunun takipçisi olduğundan bu antipatimizi şimdilik rafa kaldırmak çok daha isabetli olacak.

Gücünü gerçekliğinden alan film

"Guantanamo Yolu", etki gücünü estetik özelliklerinden çok öyküsünün gerçekliğinden alıyor. Video kamerayla yapılmış düşük kaliteli ve titrek belgesel çekimlerin bilinçli olarak onlara benzetilmeye çalışılmış drama bölümleriyle ustaca harmanlandığı bir kurgunun dışında, Winterbottom ve yardımcısı Whitecross'un filmde öyle çok da çarpıcı bir görsellik yakaladığı söylenemez. Aksine, kimi anlarda Afganistan ve Guantanamo'nun kuruluğunu yansıtan çöl kumu rengindeki grenli görüntülerin seyri zorlaştırdığı bile oluyor. O yüzden de görsel nitelikleriyle ön plana çıkan eğlenceli bir film izlemek isteyenlere değil, aksine yürek acıtıcı bir gerçekle yüzleşmeyi göze alabilenlere daha uygun düşebilecek bir yapıtla karşı karşıyayız.

Ancak ne yalan söyleyeyim; kendi adıma "Guantanamo"nun basın gösteriminden, geçen yılın flaş filmleri arasında yer alan "Cennet: Şimdi"den (Paradise Now) çıktığım anki karmaşık duygularla ayrıldığım pek söylenemez. Bunda ise Winterbottom ve Whitecross'un "İslâm'a yönelik küresel alerji"ye bütün o iyi niyetli gayretlerine rağmen yine de belli ölçüde yabancı bir gözlükten bakmalarının belli ölçüde payı vardı. Ama aynı mesafeli tutumu "Cennet:Şimdi" için söylemek ise asla mümkün değil; çünkü Filistinli yönetmen Hani Ebu Esad orada bizzat kendisinin de hayatını karartan "kronik bir çile"yi, sonsuza kadar işgal altında yaşamaya zorlanan Filistinlilerin trajedisini anlatmaktaydı bizlere. Ve insanlar hiç kuşkusuz ki kendi acılarını çok daha başarıyla anlatabilirler.

Biz onlardan daha fazlasının tanığıyız

"Guantanamo Yolu"nun bu coğrafyadaki izleyicilere çok da fazla yeni bir şey söyle(ye)memesinin bir diğer nedeni de biz "doğulu"ların Amerikan emperyalizminin yol açtığı vahşete yeryüzünün batı yarımkürede yaşayan sakinlerine göre çok daha ayrıntılı şekilde vâkıf oluşumuz. Evet, ABD'nin gerek Vietnam'da, gerek Somali'de, gerek Afganistan'da ve gerekse Irak'ta masum insanlara neler yaptığını, saldırıların da tutuklamaların da yargılamaların da ne düzeyde bir keyfîlik içinde yürütüldüğünü bizler Sam Amca'nın çocuklarından çok daha derinlemesine biliyoruz. Çünkü, adına "Guantanamo" denilen o utanç kalesinde yıllardır neden tutulduğunu bilmeden ve bir tek kez bile mahkemeye çıkartılmadan her türlü uluslararası antlaşmaya aykırı biçimde çürütülen gurbetçi Murat Kurnaz gibi gencecik yurttaşlarımız var. Dahası, "Guantanamo Yolu"nun bir kaç gün önce ülkemizi ziyaret eden üç gerçek kahramanı, kamptaki Türk sayısının bilinenin çok ötesinde olduğunu ısrarla vurgulayarak, bu konuda -belki istemeden de olsa- yüreğimize yeni bir ateş daha düşürdüler. Adlarını bile öğrenemediğimiz bir sürü meçhul insan ve onların ölüsüne de dirisine de ulaşamayan çaresiz yakınları. Emin olun, böylesi daha önce Stalin Rusyası'nda bile görülmemişti.

"Satılmışlar" kontenjanıımız bir hayli kabarık olsa da bereket versin hâlâ çok sayıda beyni ve yüreği bağımsız medya mensubumuz var. Habercilerimiz, tüccarlarımız, şoförlerimiz, askerlerimiz, istihbaratçılarımız oralara sık sık gidip geliyor. O yüzden de Ortadoğu ve Asya'daki Amerikan-İngiliz ortak saldırganlığı hakkında ilk elden, çarpıtılmamış bilgilere sahibiz.

Buna karşılık, dünyanın çeşitli köşelerinden özgürce ve doğru haberler edinme konusunda acınası bir durumda olan Amerikan toplumu, gerek askerlerini gönderdiği uzak topraklarda, gerekse askerlerinin oradan getirdiği insanların tutsak olarak tutulduğu "Guantanamo" gibi zindanlarda neler olup bittiğini hâlâ tam olarak bilmiyor. Bu noktada baş müttefik İngiltere'nin durumu Amerikalılar kadar içler açısı değilse bile, Britanya'da da belli ölçülerde bir ilgisizlik ve bilgisizlik ortamı hüküm sürmekte...

Batılılar böyle böyle uyanacak

"Guantanamo Yolu"nu izlediğinizde hissettiğiniz o "Ben zaten bütün bunları yıllardır biliyordum" duygusu, Winterbottom ve Whitecross'un son derece güç koşullarda gerçekleştirdiği bu filmin belge değerinde herhangi bir azalmaya yol açmıyor elbette. Her kim ve ne amaçla yaparsa yapsın, sinemanın küresel etki gücünü kullanarak bir yandan kitleleri bilinçlendirmek, diğer yandan da tarihe kayıt düşmek benim açımdan eli öpülesi bir çaba. Ancak böyle filmler bu saatten sonra artık bizlerden çok batılı izleyiciye gerekli. Kitleleri eğlendirmekten daha önemli birer misyon taşıyan böylesi filmleri ardarda, tekrar tekrar izlemeli, sonra da başkalarının kanları üzerinde kurdukları o uygarlığın dünyayı nasıl iki büyük nefret kutbuna böldüğünü görerek şapkalarını önlerine koymalılar. Nitekim, film batılı izleyicide ve festival jürilerinde bu türden bir çarpılma duygusuna yol açmış olmalı ki geçtiğimiz şubat ayında Berlin'de en iyi yönetmen ödülü olan "Gümüş Ayı"yı elde etti, en iyi filme verilen "Altın Ayı"yı ise burun farkıyla kaçırdı.

Öte yandan, öyküleri "Guantanamo Yolu"na esin kaynağı olan gençlerden bazılarının ve onları filmde canlandıran aktörlerin Berlin'den ödülleriyle birlikte dönerken Londra-Heatrow Havalimanı'nda gözaltına alınıp sorgulanmaları da sinemacıların uyanmasının henüz barış adına çok da fazla bir anlam ifade etmediğinin acı bir göstergesiydi.

Sinemasal anlamda çok fazla bir şey beklemeden, yıllardır için için ağlayarak izlediğimiz kimi gerçeklerin artık batılı sanatçılar tarafından da görülmeye başlandığını belgeleyen önemli bir örnek olarak, zamanınız olursa "Guantanamo Yolu"nu izleyin ve çevrenizdeki insan haklarına duyarlı dostlarınıza da izlettirin.

HAFTANIN İKİNCİ "YENİ"Sİ
Al Pacino'nun bile kurtaramadığı baygın öykü

"Kirli Para", bizim açımızdan hiç bir zaman onaylanamaz nitelikteki bir sektörde, spor bahisleri (daha doğrusu "yasal kumar") dünyasında geçen bir film. Ancak ne yazık ki Warner Bros'un filme koyduğu anlamlı Türkçe ad dışında, bu öykünün akılda kalır pek fazla bir yanı yok.

Kirli Para
(Two for the Money)

Yönetmen: D. J. Caruso
Oyuncular: Al Pacino, Matthew McConaughey, Rene Russo, Armand Assante, Jeremy Piven
Süre: 122 dakika
Özel Sınırlamalar: Amerikan MPAA Kurumu R (Restricted) Sertifikası
(İçerdiği şiddet, cinsellik ve kaba dil nedeniyle 17 yaşından küçüklere önerilmemektedir)
Uluslararası İzleyici Yargısı: 6.0 /10 (Kaynak. IMDb sitesi)
Dağıtıcı: Warner Bros
2 Yıldız: 'Hayatınızdan bir kaç saat vermeye değer' 2 Yıldız: 'Hayatınızdan bir kaç saat vermeye değer'
Yalnızca bir bölümde şiddet var Yalnızca bir bölümde şiddet var Yalnızca bir bölümde cinsellik/çıplaklık var Yalnızca bir bölümde cinsellik/çıplaklık var Bir kaç bölümde argo var Bir kaç bölümde argo var Bir kaç bölümde argo var
Brandon Lang (McConaughey) üniversite yıllarında yaşadığı bir sakatlık yüzünden futboldaki parlak geleceğine vedâ etmek zorunda kalan, buna karşılık maçların sonucunu önceden bilme becerisi göstererek yepyeni bir kariyere adım atan eski bir sporcudur. Brandon, bu ilginç yeteneği sayesinde bir süre sonra ülkenin en büyük spor danışmanlık şirketlerinden birinin sahibi olan Walter Abrams'ın (Pacino) dikkatini çeker. Walter, küçük bir şehirden gelen bu eski sporcuyu işe alır ve onu bahis sektörünün vitrinine hazırlar.

Brandon kısa süre içinde "Manhattan'ın altın çocuğu" statüsüne terfi ederken, Walter'ın büyük oynamaya yatkın hayat tarzına da gitgide ısınacaktır. Bu süreçte aralarında gelişen baba-oğul ilişkisi kurt bahisçinin işlerini iyice büyütüp müşterilerini artırır. Ta ki Brandon'ın yeteneği sönmeye ve Walter'ın bir hâmi olarak müdahalelerinin çizgiyi aşmaya başlamasına kadar...

Milyonlarca dolarlık bahisler söz konusuyken, Brandon ve Walter ego çatışması şeklinde geçen ölümcül bir oyuna girişir, her ikisi de ustası oldukları bir alanda birbirine üstünlük kurmaya çalışırlar. Bu arada iki adamın dünyasında yer alan hemen herkes, Walter'ın eşi Toni (Russo) de dahil olmak üzere dozu giderek artan bu düellonun içine çekilecektir.

"Kirli Para", bizim açımızdan hiç bir zaman onaylanamaz nitelikteki bir sektörde, spor bahisleri (daha doğrusu "yasal kumar") dünyasında geçen bir film. Ancak ne yazık ki Warner Bros'un filme koyduğu anlamlı Türkçe ad dışında, bu öykünün akılda kalır pek fazla bir yanı yok.

Yönetmen J. J. Caruso, her karesinde insana baygınlıklar geçiren klasik Hollywood klişelerinin kol gezdiği son derece ruhsuz bir filme imza atmış. Hele de "eski dostların sonradan düşman olup birbirlerinin kuyusunu kazmaya başlamaları" şeklindeki o beylik klişe insanı izlerken artık tek kelimeyle "yoruyor". Bu noktada aklıma, benzer bir temayı bundan yıllar öncesinde "Wall Street"te ele alıp en başarılı şekilde tüketmiş olan Oliver Stone geldi. Bu tür sinemasal kan dâvâlarının biraz daha mistik bir örneği araştırıldığında ise "Şeytanın Avukatı"ndaki Al Pacino-Keanu Reeves ilişkisi de filmdeki manzarayı tanımlamaya uygun düşen bir başka örneği oluşturmakta...

Böylesi genel geçer projeleri iki önemli çalışma arasında sırf para için kabul ettiği âşikâr olan Al Pacino da dahil hemen hiç kimse kalıcı bir öykünün parçası olduğuna inanmamış ve başrollerdekilerin çoğu "bitse de gitsek" havasında rollerini kesmekle yetinmiş. Pacino'nun kendisini lüzumsuzca tekrar edişinin yanısıra Rene Russo ve Armand Assante gibi kıdemli oyuncuların performansı da vasat. Kadroda bir tek -kendisini gitgide belli rollere hapseden o masum yüzüyle- "beyazperdenin iyi çocuğu" imajının varisi hâline gelen Matthew McConaughey'in bir şeyler yapmaya çabaladığı seziliyor.

Belki bir pazar günü sabah sineması kuşağında düşük bütçeli bir televizyon filmi olarak karşımıza çıktığında yeterli; ancak bünyesinde bir dizi önemli oyuncuyu barındıran bir sinema filmi olarak fazlasıyla yavan. Bu hafta sonu "Guantanamo Yolu" dışında ille de bir başka film görmeyi arzu ederseniz, o hâlde tercihinizi bundan bir gömlek daha üstün olan "İçerdeki Adam"dan yana kullanmanızı öneririm.

EKSTRA YORUM

Simgelerimiz artık kimseye 'komik' gelmiyor...

18 Kasım 2005 tarihinde bu sayfayı ilk kez yayımladığımızda, gösterime giren filmleri "şiddet", "cinsellik/çıplaklık" ve "kaba dil" açısından tasnif etmekte kullandığımız küçük simgeler, gerek okurlarımız gerekse meslektaşlarımız arasında farklı tepkilerle karşılanmıştı. Türk basınında kendi alanında bir ilk olan bu tasnif sistemini son derece yararlı bulup kutlama mesajları gönderenler olduğu gibi, "sınırsız sanatsal özgürlük" anlayışı içinde böyle bir uygulamaya asla yer olmadığını savunup bizleri müstehzi gülümsemeler eşliğinde alttan alta -kendince- tefe koymaya kalkışanlar da çıktı elbette...

Tabiî, insan ancak bildiği ve gördüğü kadar ahkâm kesebilen bir mahlûk... Bu fakir de koleksiyonluk film ihtiyacını yıllardan beri batı pazarlarından karşıladığından, ABD, Almanya ya da İngiltere gibi ülkelerde böyle bir tasnif sisteminin en az yarım yüzyıldan bu yana ne kadar doğal kabul edildiğini, daha da ötesi ne denli karşı konulmaz bir yasal zorunluluğa dönüştüğünü az buçuk bilenler arasında yer almaktaydı. Öyle ki neredeyse bütün sinemaseverlik yıllarımız, dış piyasadan aldığımız filmlerin kutularında ve başlangıç jeneriklerinde bu tür uyarı simgelerini görmekle geçti. Ancak her konuda olduğu gibi kültürel alanda da yoğun bir denetimsizlik ve laçkalığın egemen olduğu kavram kargaşası içindeki bir ülkede, ulusal sinema-TV sektörünün geleneklerine tamamen yabancı olan bu tür simgeleri sayfamızda kullanmanın, kıymetleri kendinden menkûl bir allame takımının alaylarına mazhar olacağını önceden sezmiyor da değildik doğrusu. Buna karşılık yine de söz konusu çevreler ve onlara öykünen sözde yoldaşlarımız tarafından anlaşılmamayı göze alarak, filmlerin tanıtım yazılarına uyarıcı simgeler koyma kuralımızı inatla sürdürdük.

Eh, vaktiyle bu uygulamamızı komik bulanların kulağına eğilip ağız dolusu bir "Günaydın" demenin, ardından da kıvamlı bir sabah kahvesi ikram etmenin artık zamanı geldi galiba. Çünkü son zamanlarda Türkiye medya piyasası da sinemada ve televizyonda "AB standartlarına uygun" film yayınlamayı, bu filmlere ilişkin basılı ve görüntülü tanıtım materyallerinde benzer türde simgeler kullanmayı yavaş yavaş öğreniyor.

Bilindiği gibi bu simgeler bir süre önce film afişlerinde, basın ilanlarında ve diğer tanıtıcı mecrâlarda "yasal birer zorunluluk" olarak yerlerini aldılar. Geçtiğimiz 23 Nisan gününden itibaren de televizyon kanallarındaki pek çok programın girişinde aynı simgeler kullanılmaya başlandı.

Sözün burasında bir kez daha altını çizerek belirtiyorum ki anılan simgeleri ne ben icat ettim ne de RTÜK üyeleri. Böyle bir tasnif sistemi uygar ülkelerde zaten onlarca yıldır vardı ve bundan böyle de var olmaya devam edecek. Yaşanan esas sorun ise şuydu: Bu ülkede çocukları ve gençleri görsel kirlilikten uzak tutmak, aile kurumunu korumak adına atılan istisnasız bütün iyi niyetli adımlar, "sanatsal özgürlüğe yönelik gerici birer saldırı" olarak algılanıp kaba saba bir eleştiri dalgasıyla geri püskürtüldüğü için, şimdiye kadar gelip geçen hükûmetler gereken yasal düzenlemeleri gerçekleştiremiyorlardı (Yaşı o dönemleri hatırlamaya uygun olanlar, bundan yıllar öncesinde porno içerikli yayınlar için konulan "poşette satılma" kuralının, başta Cumhuriyet olmak üzere çeşitli "ilerici" gazeteler tarafından nasıl da Turgut Özal hükûmetine hakaret malzemesine dönüştürüldüğünü hemen hatırlayacaklardır.) Ancak Ak Parti iktidarı, AB'ye uyum süreci içinde yapılması gerekeni geç de olsa yaptı ve izleyiciyi tüketeceği ürün konusunda önceden bilinçlendirecek olan bu tür simgelerin kullanımını yasal bir zorunluluğa dönüştürdü.

Üstelik bu yapılan daha işin başlangıcı... Her türlü standart yoksunluğunun, etik ölçüsüzlüğün ve kendimizi çılgıncasına kaybetmenin adresi sandığımız o AB, bizi daha nice konuda tek tek hizaya sokacak. Hayatı boyunca kamuya açık herhangi bir Avrupa ya da Amerikan kanalında, çocukların ekran başında oldukları saatlerde rahatsız edici bir şiddet ya da erotizm içeren bir tek film bile izlememiş biri olarak, bu konuda taşların yerli yerine oturmasını sabırla ve umutla beklemeyi sürdüreceğim.

E, bilirsiniz, ne de olsa serde iflah olmaz bir "gericilik" var!

Bana mı seslendin ahbap?

Vietnam cehennemini görmüş eski bir asker olan Travis Bickle, yaşadığı travmatik tecrübelerden dolayı insanlarla sağlıklı iletişim kuramayan son derece içe dönük biridir. Geceleri gözünü uyku tutmadığı için New York'ta taksi şoförlüğüne başlayan genç adam, ilginç toplumsal gözlemler yapmasına fırsat veren bu meslekte her yeni gün farklı farklı tipler tanımaktadır.

İşinin kaçınılmaz bir sonucu olarak gün batımından sonra yolu sık sık kentin batakhanelerine düşen kahramanımız, burada çocuk denecek yaşta kadın satıcılarının eline düşmüş olan Iris'le karşılaşır. Ancak genç kızın bu durumuna yürekten üzülmekle birlikte, onu çevresindeki iğrenç tiplerin arasından kolayca çekip çıkartabilecek güce sahip olmadığının da bilincindedir.

Travis, en gösterişsiz ve yalın biçimiyle "temiz toplum" hayâli kuran bir adamdır ve onun hayâl ettiği huzur dolu dünyada bu tür kokuşmuşluklara yer yoktur. Ancak, kalbinde yaşattığı o temiz toplum ülküsüne nasıl kavuşacağını da tam olarak bilememektedir. Harcayabileceğinden çok daha fazlasını kazandığı için sonunda bütün parasını yeni model tabancalara yatırmaya başlar ve bekar evi giderek küçük bir cephaneliğe dönüşür. Vücudunun çeşitli yerlerine ustaca yerleştirdiği bu ölümcül silahlar ona her geçen gün daha fazla güven vermekte, özlemini kurduğu düzene bunlar aracılığıyla ulaşabileceğine yönelik inancı da içten içe pekişmektedir. Silahlarını kuşanıp ayna karşısına geçerek saatler boyunca "Bana mı dedin ahbap!" nidâları eşliğinde sürdürdüğü atış talimleri, aynı zamanda içindeki "öfkeli adam"ı yavaş yavaş açığa çıkartan tehlikeli bir hazırlık sürecinin de habercisidir.

Bu arada, taksisine yolcu olarak binmesiyle tanıştığı platonik aşkı Betsy de bir süre sonra -dışarıdan oldukça garip görünen kimi davranışları nedeniyle- Travis'ten ürkmeye başlar ve onu terkeder. ABD başkanlık seçimleri adayı Senatör Palantine'ın basın bürosu çalışanlarından biri olan Betsy'nin bu sert tepkisi, genç adamın şiddete eğilimli ruh hâlini daha da tetikleyecektir.

Kendisine her gece değişik rezilliklerin kapılarını aralayan New York'u "baştan aşağı temizlemek", bu arada da çaresiz Iris'i kurtarabilmek için en sonunda evdeki küçük cephaneliğini işe yarar kılmaya karar veren yalnız şoför, tabancalarını kuşanarak Iris'in çalıştığı genelevi basar ve ortalığı kan gölüne çevirir. Yaptığı eylem, çürümeye yüz tutan bir toplumu düşündüğü ölçüde temizleyemese bile, bu pisliğin içinde yüzmemesi gerektiğini düşündüğü genç kızı New York'tan çok uzaklardaki baba ocağına geri döndürmeye yetecektir.

Sinemanın yaşayan en büyük erkek oyuncusunun, onu 1960'ların sonlarında keşfeden ve beyazperdede en iyi yöneten büyük bir sinemacıyla birlikte gerçekleştirdiği klasikleşmiş bir metropol öyküsü... Çevriminin üzerinden otuz yıl geçmiş olmasına karşın, ne öyküsü, ne oyunculukları, ne de sinema dili bir dirhem bile eskimediği gibi, aksine kent insanının modernite karşısındaki savunmasızlığına yönelik radikal söylemi yıllar geçtikçe daha fazla güç kazanıyor. Gerçi içerdiği şiddet şimdiye kadar çokça tartışıldı ve hakkında "Kanunsuzluğa kanunsuzlukla cevap vermek ne ölçüde ahlâkîdir?" sorusu sıklıkla soruldu ama, günümüzün büyük kent ortamında Travis gibi sıradan insanların cinnetine yol açan ürkütücü gelişmelerin nasıl ortadan kaldırılacağının tatminkâr cevaplarını da henüz hiç kimse verebilmiş değil...

Sizlere tanıtmaya çalıştığımız bu ünlü filmin orijinal adını, yönetmenini, müziklerini hazırlayan besteciyi ve -biri başroldeki Travis karakterini canlandıran aktör olmak üzere- en az üç oyuncusunun adlarını biliyor musunuz?

Doğru cevapları (adları ve açık adresleriyle birlikte) 4 Mayıs 2006 Perşembe günü saat 11.00'e kadar sinebulmaca@yahoo.com elektronik posta adresine gönderen okurlarımız arasından bilgisayarda rastgele tercihle seçilecek olan üç talihli, Çek yönetmen Milos Forman'ın -başrolündeki Jack Nicholson'un unutulmaz bir performans sergilediği- "Guguk Kuşu" (One Flew Over the Cuckoo's Nest) adlı kült filminin birer DVD'sini kazanacaklardır. Hepinize iyi şanslar...


GEÇEN HAFTANIN CEVAPLARI
21 Nisan 2006 Cuma günü sorduğumuz soruların doğru cevapları şöyle:

- Filmin Orijinal Adı: Léon*
- Türkiye'de Yaygın Olarak Bilinen Türkçe Adı: Leon: Sevginin Gücü
- Yönetmeni: Luc Besson*
- Yapım Yılı: 1994
- Başrol Oyuncuları: Jean Reno, Natalie Portman, Gary Oldman (Ajan Stansfield), Danny Aiello, Peter Appel *

(Yalnızca * işareti taşıyan şıklar soru olarak yöneltilmiştir. Diğerleri bilgi mahiyetindedir.)

Yarışmamıza bu hafta yurt çapında toplam 190 katılım gerçekleşti.. Bunlardan 174 tanesi yukarıdaki cevapları eksiksiz olarak içermekteydi. Bu arada, her zaman olduğu gibi, yanlış cevap veren ya da doğru cevaplarına -bütün uyarılarımıza rağmen- adını, soyadını ve açık adresini yazmayan okurlarımızı ise üzülerek elemek zorunda kaldık.
27 Nisan 2006 Perşembe Saat 13.00 itibarıyla bilgisayar programının rastgele seçtiği talihlilerimiz şöyle:

- HATİCE ATALAY / ANTALYA
- ŞEYMA TEMUÇİN / MALATYA
- HALİL İBRAHİM TAŞ / ISPARTA

Talihlilerimizin armağan DVD'leri ("Ölü Ozanlar Derneği" / "Dead Poets Society" / 1989 / Yönetmen: Peter Weir / Oynayanlar: Robin Williams, Ethan Hawke, Gale Hansen, Josh Charles, Robert Sean Leonard) çok kısa bir süre içinde taahhütlü postayla adreslerine gönderilecektir.

Bütün katılımcılarımıza ilgileri nedeniyle teşekkür ederken, yeni katılımlarınızı beklediğimizi bir kez daha hatırlatmak istiyoruz. Unutmayın ki bu köşenin amacı hem eğlenmek, hem seçkin filmler kazanmak, hem de "sinema tarihini araştırmak ve öğrenmek!"


  • Ali Murat Güven: 'Korsana karşı olmam için' bir tek gerçekçi neden söyleyin bana!



      DİĞER YAZILAR
  • Sinema Sayfası - 21 Nisan 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 14 Nisan 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 7 Nisan 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 31 Mart 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 24 Mart 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 17 Mart 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 10 Mart 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 3 Mart 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 24 Şubat 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 17 Şubat 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 10 Şubat 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 3 Şubat 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 27 Ocak 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 20 Ocak 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 13 Ocak 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 6 Ocak 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 30 Aralık 2005 Cuma
  • Sinema Sayfası - 23 Aralık 2005 Cuma
  • Sinema Sayfası - 16 Aralık 2005 Cuma
  • Sinema Sayfası - 9 Aralık 2005 Cuma
  • Sinema Sayfası - 2 Aralık 2005 Cuma
  • Sinema Sayfası - 25 Kasım 2005 Cuma
  • Sinema Sayfası - 18 Kasım 2005 Cuma
  • Geri dön   Mesaj gönder   Yazdır   Yukarı


  • ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
    Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
    Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi