T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 15 ŞUBAT 2006 ÇARŞAMBA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Taha KIVANÇ

Ankara havası

Şu sıralar kendimi daha sık İstanbul'a atıyorsam, bunun önemli bir sebebi var: Ankara'da, ne bileyim, İkinci Dünya Savaşı ortamındaymışım gibi bir hisse kapılıyorum. İkinci Dünya Savaşı'nda 'tarafsız' kalmayı tercih etmiş Türkiye'nin casuslarla kaynayan başkentinde yaşıyormuşum hissine...

İkinci Dünya Savaşı'na ait heyecan verici olayların anlatıldığı bütün kitaplarda Ankara'nın adı 'Çiçero' kodadlı bir casusla birlikte anılır. Priştine doğumlu İlyas Bazna Türkiye'ye göç eden bir ailenin çocuğuydu. Askerliğini Çankaya Köşkü'nde yapmış, Atatürk'ü tanımıştı. İkinci Dünya Savaşı patladığında İngiltere Sefareti'nde 'Snatch' lâkaplı Büyükelçi Sir Hughe Knatchbull-Hugessen'in özel hizmetlisi olarak çalışıyordu. Büyükelçinin itimadını kazandığı için en mahrem sohbetlere kulak kabartabiliyor, en gizli dosyalara göz atma fırsatı bulabiliyordu.

Ludwig Moyzisch adlı bir Alman istihbaratçı, savaş bittikten sonra İngilizler'e sağladığı bilgileri sonradan beyaz perdeye de aktarılmış bir kitaba taşıyınca, Çiçero adı 'tarihin ünlü casusları' arasına girmiş oldu. Savaşın en hayatî iki yılını, savaşın geleceği açısından en kritik başkentlerden biri sayılan Ankara'da, bir müttefik sefaretin en gizli belgelerinin fotoğraflarını çekerek değerlendirdi Çiçero; elindeki belgeleri, bir rivayete göre, yalnızca para karşılığı Almanlar'a satmadı, Türk istihbaratına da iletti...

Neyse, konumuz İngiliz istihbaratı hakkındaki dosyayı çoktan açıkladığı için gizemini yitirmiş Çiçero da değil, İkinci Dünya Savaşı da... 11 Eylül'le (2001) başlayan ve çok uzun süreceği anlaşılan yeni savaş için de önemli başkentlerden biri Ankara... Bir tanıma göre 'Üçüncü Dünya Savaşı' bu; CIA'nin eski başkanı James Woolsey ise Soğuk Savaşı da araya katarak "11 Eylül'de Dördüncü Dünya Savaşı başladı" diye duyurmuştu olanı...

Savaşın en can alıcı cephesi Irak'ta devam ediyor.

Irak'a savaş çıkarmak üzere hareketlendiğinde, Amerika'nın, mutlaka yanına çekmek istediği ülkenin Türkiye olduğu herhalde kimsenin gözünden kaçmamıştır. Irak'ta yönetim değişikliği sağlayacak bir askerî başarı için Türkiye'den açılacak kuzey cephesinin savaşın kaderini değiştirecek önemde olduğunu ileri sürüyordu Amerikalı stratejistler ve bu sebeple bizi yanlarında görmeyi arzu ettiklerini ilân ediyorlardı.

TBMM "Hayır" dedi, Amerikan ordusu kuzey cephesi olmaksızın savaşı başlattı ve kısa sürede Bağdat'ın kapısına dayandı. Demek ki, neymiş? ABD'nin askerî açıdan sonuç almak için Türkiye'ye ihtiyacı yokmuş... ABD askerî planlamacılarının gerçek durumu, yani askerî açıdan Türkiye'ye ihtiyaçları bulunmadığını, daha ilk kurşun atılmadan bildiklerini kabul etmeliyiz... Peki de, Türkiye'yi yanına çekmek için neden o kadar ısrarcı oldu Washington?

Bu soruya vereceğiniz cevap, şimdilerde hiddetini İran'a yönelten Washington'un, ne tür bir müdahalede bulunursa bulunsun Türkiye topraklarına muhtaç olmadığı halde Ankara'yı yanına çekmek için elinden geleni yapmakta olduğunu düşündürecektir...

İkinci Dünya Savaşı sırasında Ankara üzerinde baskılar uygulanmasının en önemli sebebi Türkiye'nin 'tarafsızlık' kararlılığıydı. Savaşın Almanya lehinde geliştiği bir dönem, Hitler'in Türkiye'ye açılımı paralelinde, faşist çizgiyi savunan gazetelerin zorlaması ve bazı tiplerin aleni Alman propagandasına soyunmasının etkisiyle, İsmet İnönü'nün epey tereddüt geçirdiği bilinir. 1943 Ocak ayında Adana'ya kadar gelen Churchill de İnönü'yü kendi saflarına çağırmıştı.

Almanlar da İngilizler de, "Bitaraf kalırsanız bertaraf olursunuz" diyorlardı Türkiye'ye... Eminim, şu günlerde Ankara'ya uğrayan değişik yetkililer, medyadaki uzantılarının satırlarına sinen üslupla, aynı cümleyi kendi dillerinde tekrarlıyorlardır...

İran'ın da elinin boş durduğunu sanmıyorum. Hatta Ruslar'ın da...

Ankara İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşanmış heyecanlı ortama şu sıralar yeniden kavuşmuşa benziyorsa bu yüzden... İran'la ilgili hesapların bir vâdesi olduğu belli ve o tarih yaklaştıkça heyecan artıp bütün ülkeye yayılıyor... 'Mart sendromu' dediğim süreç etkisini gösteriyor: Bazı uğursuz eylemler şimdiden sahneye konulmaya başlandı, yenileri de kapıda...

Bugünün İlyas Bazna'ları bulundukları yerlerde "Acaba konumumuzu paraya çevirebilir miyiz?" diye düşünüyorlar mıdır acaba?

Yalandır dolandır, bilemem, ama istihbarat örgütlerinin insafsızlığı için iyi bir örnektir: Almanların cebine koydukları 88 bin Sterlini harcama zamanı geldiğinde, 'Çiçero' lâkaplı casus İlyas Bazna, ödemelerin çoğunun 'sahte para' ile yapıldığı gerçeğiyle yüzyüze kalıvermişti.

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi